Yusuf Sûresi 30. Ayet

وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...

Şehirde birtakım kadınlar, “Aziz’in karısı, (hizmetçisi olan) delikanlısından murad almak istemiş. Ona olan aşkı yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dediler ki ق و ل
2 نِسْوَةٌ birtakım kadınlar ن س و
3 فِي
4 الْمَدِينَةِ şehirde م د ن
5 امْرَأَتُ karısı م ر ا
6 الْعَزِيزِ Vezir’in ع ز ز
7 تُرَاوِدُ murad almak istemiş ر و د
8 فَتَاهَا uşağının ف ت ي
9 عَنْ
10 نَفْسِهِ nefsinden ن ف س
11 قَدْ muhakak
12 شَغَفَهَا onun bağrını yakmış ش غ ف
13 حُبًّا sevda ح ب ب
14 إِنَّا elbette biz
15 لَنَرَاهَا onu görüyoruz ر ا ي
16 فِي içinde
17 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
18 مُبِينٍ açık ب ي ن
 
Olay Mısır’ın ileri gelenleri arasında duyulup yayılınca bir grup kadın Aziz’in karısının, kölesine âşık olmasını kınadılar ve “Yûsuf’un sevdası onun kalbine işlemiş!” dediler. Bunu duyan Zelîha kadınları evine davet etti. Misafirler için evini donattı ve yaslanıp oturacakları yerler hazırladı. Davetliler gelince önlerine yemekler, meyveler ve bıçaklar koydu. Onlar meyveleri soyarken Yûsuf’a huzurlarına çıkmasını emretti. Yûsuf’un güzelliğine hayran kalan kadınlar, şaşkınlıklarından ellerini kestiler ve onun insan değil, yüce bir melek olduğunu söylediler. Zelîha, “İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, iffetini korudu. Andolsun, eğer kendisine emredeceğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!” dedi. Burada dikkat çekici olan şudur: Mısır’ın ileri gelenlerinin hanımları, Zelîha’nın zina gibi çirkin bir fiile teşebbüs etmesini kınamış olmalarına rağmen Zelîha, davet ettiği hanımlar içerisinde arzularını ve ahlâk dışı niyetlerini açıkça ilân etmekten çekinmemiştir. Nitekim ziyafet esnasında, kendisine âşık olduğu Yûsuf’u davetlilerin huzuruna çıkararak, böyle yakışıklı ve güzel bir köleye âşık olmanın, toplum değerleri açısından, kendisi için bir nakîsa olmadığını vurgulamak istemiştir.
 

وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  نِسْوَةٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

فِي الْمَد۪ينَةِ  car mecruru  نِسْوَةٌ ’nün sıfatına müteallıktır.

Mekulü’l-kavli, امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

امْرَاَتُ  mübteda olup lafzen merfûdur. الْعَز۪يزِ  muzâfun ileyh olarak lafzen mecrurdur.

تُرَاوِدُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

تُرَاوِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

فَتٰيهَا  mefûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَنْ نَفْسِه۪  car mecruru  تُرَاوِدُ   fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir   ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ 

 

قَدْ  tahkik harfidir  شَغَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حُباًّ  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

نَا  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

نَرٰيهَا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

نَرٰيهَا  mukadder elif üzere merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru mahzuf  ikinci mefûlun bihe müteallıktır.

مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ’in sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli,  امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ ,  faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

النِّسْوَة  kelimesi  امْرَأةٍ ’nin cemisidir. Müfredi yoktur.  نِساءٌ  gibi cemi kıllet isimdir. (Âşûr)

Müsnedün ileyh امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ , veciz ifade kastıyla, izafet formunda gelmiştir. 

Muzari fiil cümlesi olarak gelen müsned   تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ , hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

مْرَاَتُ الْعَز۪يزِ  [Aziz’in karısı] ifadesindeki Aziz ile Kıtfir kastedilmiştir. Aslında الْعَز۪يزِ, Arapçadaki hükümdar anlamındadır.  فَتٰيهَا  “Emrindeki delikanlıdan” yani uşağından. َ َ فَتٰي  kelimesi uşağım/kölem anlamında,  فتاة  kelimesi de cariyem anlamında kullanılır. (Keşşâf)

Ayeti kerimede  زَوْجَة  yerine  اِمْرَأَة  kelimesi kullanılmıştır.

İlgili ayetler incelendiğinde  زَوْجَة  kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:

Sadakat -Allah’ın dinine inanmada birlik- Üreme imkânı bulunmak - Nikâhlı olmak. اِمْرَأَة  kelimesi  زَوْجَة  için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır: -İhanet (Aldatma)- Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık - Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi) - Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (İsmail Sökmen, Kur’an’da Geçen  زَوْجَة  ve  اِمْرَأَة  Kelimeleri Üzerine, Nüsha Dergisi)

Arapçadaki “Fail müennes veya müzekker cemi teksirse, fiil müennes veya müzekker gelebilir” kuralı gereğince, fail olan  نِسْوَةٌ , müennes olduğu halde fiil müzekker gelmiştir. Fail, âkil cemi müzekker-i gayr-i salim veya cemi müennes-i gayr-i salim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve  Müenneslik Uyumu)

نِسْوَةٌ  kadınlar topluluğu için isimdir, dişiliği de bu itibarladır, hakiki değildir. Bunun içindir ki fiilinden te’nis alameti atılmıştır. (Beyzâvî)

Hucurat Suresindeki  قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّا  (Bedeviler; “İnandık” dediler) sözüyle  وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ  sözünde olduğu gibi müennesliğin, çokluk; müzekkerliğin de azlık için olması lügavî açıdan caiz bir durumdur. Bunda herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Fakat burada asıl soru, Yüce Allah’ın neden bir yerde müzekkerliği; başka bir yerde ise müennesliği seçtiğidir?

Bu durum çokluğa delalet ettiğinden fiil müennes olarak gelmiş, azlığa işaret ettiği için fiil müzekker olarak gelmiştir.

Bu ayette kadın, müennes (dişi) olması hasebiyle, ayrıca Arapçada akılsız çoğul  müennes kabul edildiği için cümlenin öznesini teşkil eden kadınlarla ilgili olarak  قَالَ  (dedi) fiilinin müennes yani  قالت  şeklinde gelmesi gerekirken, müzekker (eril) gelmesi işaret etmektedir ki kadınlar cemaati de olsa, aralarında ciddi ittifak bulunan bir cemaat güç kazanır; o kadınlar topluluğu, bir nevi erkekler topluluğu gibi olur (Lemalar, 241-242). Bu kullanım şekli, ayrıca o dönemde Mısır baş şehrindeki kadın hakimiyetini de göstermektedir.

Bilhassa müsteşriklerin tesiri altında kalan veya kendini beğenmiş bazı sözde ilim adamları, Kur’an-ı Kerim'deki bu türden ve benzeri bazı kullanımları öne sürerek, -haşa- onda gramer hatası bulunduğu gibi cüretkâr iddialarda bulunabilmektedirler. Oysa bu gibi iddialar, ancak iddia sahiplerinin cehaletini gösterir. Çünkü bu ayette görüldüğü gibi, böylesi kullanımlarda çok ince manalar, nükteler ve gerçekler yüklüdür. Dilde önemli olanı manadır; lafız, gramer gibi unsurlar, mananın en güzel şekilde ifadesi için kullanılır ve ona göre şekillenir. Yoksa mana, lafız ve gramer için değildir, Kur'an-ı Kerim her konuda olduğu gibi dil konusunda da önümüze ışık tutmaktadır.


قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Temyiz olan  حُباًّۜ ’deki tenvin kesret ifade eder.

Zeccâc şöyle demektedir:  شَغَفَ , kalbin en iç noktası ve onun, gözbebeğidir. Buna göre mana, “Onun sevgisi, o kadının kalbinin ta içlerine adeta gözbebeğine işlemişti.” şeklinde olur. Netice olarak diyebiliriz ki: Bütün bunlar, aşırı sevmek ve aşktan kinayedir.

شَغَفَ  kelimesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, (Yusuf’a) duyduğu sevginin, onun kalbine saplanıp, ta iç zarına  شَغَفَ  isabet etmesidir. Bu, tıpkı adamın karnına dokunduğunda  بطنت الرجل  (Adamın karnına ulaştım) demen gibidir. Yine denildiğine göre  شغفها ’nın anlamı, kadının onu sevmesinde abartı ifadesi olarak, “kalbinin iç zarını soyup aldı” demektir. Tıpkı  سلبت الرجل  sözünün “adamı soydum’’ demek olması gibi. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)


 اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ’nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın, Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  kelimesinin sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

ضَلَالٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder. 

Bu ayet-i kerimede son iki cümlede fasl yapılmıştır. Halbuki hepsi de kadınların sözleridir. Burada bir karışıklık yoktur. İlk cümle; Aziz’in eşinin gençten faydalanmak istemesinin sebebini ifade eden bir istinaf iken, sonuncusu bu durumdaki görüşlerini ifade eden bir istînâftır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)