Yusuf Sûresi 40. Ayet

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ  ...

“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 تَعْبُدُونَ siz tapmıyorsunuz ع ب د
3 مِنْ
4 دُونِهِ o’nu bırakıp د و ن
5 إِلَّا başkasına
6 أَسْمَاءً (boş) isimlerden س م و
7 سَمَّيْتُمُوهَا isimlendirdiği س م و
8 أَنْتُمْ sizin
9 وَابَاؤُكُمْ ve atalarınızın ا ب و
10 مَا
11 أَنْزَلَ indirmemiştir ن ز ل
12 اللَّهُ Allah
13 بِهَا onlar hakkında
14 مِنْ hiçbir
15 سُلْطَانٍ delil س ل ط
16 إِنِ yoktur
17 الْحُكْمُ (hiçbir) Hüküm ح ك م
18 إِلَّا dışında
19 لِلَّهِ Allah’ın
20 أَمَرَ O emretmiştir ا م ر
21 أَلَّا
22 تَعْبُدُوا tapmamanızı ع ب د
23 إِلَّا başkasına
24 إِيَّاهُ kendisinden
25 ذَٰلِكَ işte budur
26 الدِّينُ din د ي ن
27 الْقَيِّمُ doğru ق و م
28 وَلَٰكِنَّ ama
29 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
30 النَّاسِ insanların ن و س
31 لَا
32 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م
 
Rivayete göre o dönemde Mısırlılar’ın otuz dolayında tanrıları vardı; bunlar farklı tabiat kuvvetlerini veya bazı yıldızları temsil ediyorlardı (İbn Âşûr, XII, 276). Bu âyetlerde Hz. Yûsuf, aklî deliller getirerek muhataplarına gerçek ve tek Allah’a inanmayı telkin etmektedir. Ayrıca arkadaşlarının rüyalarını yorumlayarak birinin daha önce olduğu gibi efendisinin hizmetine gireceğini ve ona şarap sunacağını; diğerinin ise asılacağını, kafasını kuşların didikleyeceğini söylemiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 233-234
 

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ 

 

Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَعْبُدُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ دُونِه۪ٓ  car mecruru  اَسْمَٓاءً ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَسْمَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

سَمَّيْتُمُوهَٓا   fiili  اَسْمَٓاءً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

سَمَّيْتُمُوهَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.   سَمَّيْتُمُوهَٓا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

سَمَّيْتُمُوهَٓا ’daki failini tekid etmek içindir.  اٰبَٓاؤُ۬كُمْ  kelimesi  وَ ’la fail olan zamire matuf olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَٓا  nefy  harfi olup olumsuzluk manasındadır.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  fail  olup lafzen merfûdur. 

بِهَا  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  سُلْطَانٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

سَمَّيْتُمُوهَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  سمو ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ

 

 

اِنِ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الْحُكْمُ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  لِلّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.


اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ 

 

Fiil cümlesidir. اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

أَنْ  masdar harfidir.  لا  nehiy harfi olup olumsuzluk emir manasındadır. 

تَعْبُدُٓوا  fiili  ن ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَّٓا  hasr edatıdır. Munfasıl zamir   اِيَّاهُ  mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur. 

أَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تَعْبُدُٓوا  fiili  اَمَرَ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Birinci mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri;  أمر الناس عدم عبادة إله غير الله  veya عبادة الله (İnsanlara Allah'tan başka bir tanrıya tapmamalarını veya Allah’a tapmalarını emretti.) şeklindedir.


ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

الدّ۪ينُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْقَيِّمُ  kelimesi  الدّ۪ينُ ’nun sıfatıdır.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَـٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  أَكۡثَرَ  lafzen mansubdur.  ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لٰكِنَّ ’nin haberi  لَا يَعْلَمُونَ cümlesi olup mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَكْثَرَ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. 

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَسْمَٓاءً ’deki tenvin tahkir içindir.

مِنْ دُونِه۪ٓ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

دُونِه۪  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah’la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)

سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ  cümlesi,  اَسْمَٓاءً  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Burada kâfirlerin taptıkları varlıklarla ilgili olarak kullanılan  اَسْمَٓاءً  kelimesi, cümleye adeta tapınılanın içini boşaltıp anlamsızlaştırırcasına olumsuz yönde bir mübalağa anlamı katmıştır. (Ebu Ḥafs Ömer b. Ali b. Âdil ed-Dımeşḳî, el-Lubâb fi Ulûmi’l-Kitâb)

Burada o isimlerin verildiği varlıkların zikredilmemesi, makamın gereği olarak onları varlık mertebesinden düşürmek ve mabutsuz ibadetleri geçersiz olduğu gibi, karşılığı olmayan bu isimlendirmenin de geçersiz olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

أنْتُمْ وآباؤُكُمْ  cümlesi  سَمَّيْتُمُوها  fiilindeki merfû zamirin tefsiri mahiyetindedir. Burada atalarına verilen bu karşılıktan maksat, onların haklılıklarını ispat etmek için öne sürebilecekleri delillendirme ve tartışma yollarını tıkamaktır. Nitekim o ilahlar babalarının ve atalarının ibadet edegeldikleri mabudlardır. Aynı zamanda çok sayıda ve çeşit çeşit ilâhlara tapınmalarından vazgeçirme konusunda ikna edilebilmelerinin kolaylaştırılması için kendileri ve ataları birlikte muhatap alınarak ilgili gerekçe telkin edilmiştir. (Âşûr)


مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ

 

Yine  اَسْمَٓاءٍ  için sıfat olan menfi mazi fiil sıygasındaki  مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ  cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

سُلْطَانٍ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Çünkü, menfi siyakta nekre umum ifade eder.

اَسْمَٓاءً - سَمَّيْتُمُوهَٓا  kelimeleri arasında  iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


  اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Öncesindeki mananın ta’lili olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنِ  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

Bir olumlu bir de olumsuz mana ihtiva etmektedir. “Allah hüküm sahibidir.” “Allah'tan başka gerçek hüküm sahibi yoktur.”

Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَى اللّٰهِ mahzuf habere müteallıktır.

Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil hükmündeki cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki menfi muzari fiil sıygasında  اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ  cümlesi, masdar tevilinde, اَمَرَ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. Fiilin ilk mef’ûlü mahzuftur.

اَلَّا  harfi  اَنْ  ve  لا  harflerinden olumuştur.  اَنْ  harfi, muhaffee  veya masdariyyedir. Olumsuzluk bildiren  لا  ile istisna harfi  اِلَّا , birlikte kasr ifade ederler. Bu ifadenin manası, O’ndan başkasına ibadeti yasaklayıp sadece Allah’a ibadeti emretmek” olur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

تَعْبُدُونَ  -  تَعْبُدُٓوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَمَرَ - الْحُكْمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, mütekellimin, işaret edilene verdiği önemi ifade etmesi yanında, tazim kastı taşımaktadır.

Haberin elif-lam ile marife olması tahsis ifade eder. 

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ  isim cümlesinin müsnedi/haberi olan  الدّ۪ينُ  kelimesinin marife olarak gelmesi, tahsis ifade eder. Dolayısıyla kasr üslubunu manaya yansıttığımızda “İşte bu doğru hesaptır” yerine, “İşte en doğru hesap budur” ya da “Bu hesaptan başka doğru bir hesap yoktur”, şeklinde tercüme edilmesi daha uygun olacaktır.

(Meydânî, el-Belâgatu’l Arabiyye, c. I, s. 544, Tevbe Suresi 36)


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Ayetin fasılası 38. ayette olduğu gibi  başka surelerde de ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Böyle tekrarlanan cümleler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ  ibaresi Kur'an'da 20 yerde, üç konuda gelmiştir. İnsanların çoğu bilmezler (11 kez), şükretmezler (3 kez), iman etmezler (6 kez).

لَا يَعْلَمُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belâgat)

ٱلنَّاسِ [insanlar]’ın zamirle değil de zahir isimle zikredilmesi, bu nankörlük halinin pek çirkin olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

اَلَّا- اِلَّٓا - لَا  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.