وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا |
|
|
2 | أُبَرِّئُ | ben temize çıkarmam |
|
3 | نَفْسِي | nefsimi |
|
4 | إِنَّ | çünkü |
|
5 | النَّفْسَ | nefis |
|
6 | لَأَمَّارَةٌ | daima emredicidir |
|
7 | بِالسُّوءِ | kötülüğü |
|
8 | إِلَّا | hariç |
|
9 | مَا |
|
|
10 | رَحِمَ | esirgediği |
|
11 | رَبِّي | Rabbimin |
|
12 | إِنَّ | şüphesiz |
|
13 | رَبِّي | Rabbim |
|
14 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
15 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ
وَمَٓا اُبَرِّئُ önceki ayetteki mahzuf قلت fiilinin mekulü’l-kavl cümlesine matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اُبَرِّئُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
نَفْس۪ي mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur.
اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
النَّفْسَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.
لِ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اَمَّارَةٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. بِالسُّٓوءِ car mecruru اَمَّارَةٌ ’e müteallıktır. اِلَّا istisna harfidir.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh;
a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:
1. Muttasıl istisna
2. Munkatı’ istisna
3. Müferrağ istisna
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûl, müstesna olarak mahallen mansubdur.
İsm-i mevsûlün sılası رَحِمَ رَبّ۪ي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
رَحِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبّ۪ي fail olup mukadder damme ile merfûdur.
Mütekellim zamir ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبّ۪ي kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Mütekellim zamir ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
رَح۪يمٌ ise اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece bağışlayan ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ
Ayet önceki ayetteki mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. İlk cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Burada: “Niçin nefsini temize َçıkaramazsın.” şeklinde bir soru varsayılmaktadır. Varsayılan soru اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ cümlesiyle cevaplandığı için atfedilmemiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müstesna konumundaki ism-i mevsûl مَا ’in sılası olan رَحِمَ رَبّ۪يۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
رَبّ۪ي izafetinde Hz. Peygambere ait كَ zamirinin, Rabb ismine muzâf olması sebebiyle Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.
النَّفْسَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
رَحِمَ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ tabirinde istiare vardır. Çünkü nefsin gerçek anlamda emretmesi doğru olmaz. Ancak insan, nefsin şehevi arzularına, yaptığı davetlere uyunca onun çirkin işlere götüren yularlarıyla yönetilince nefis; buyruklarına uyulan amir, insan da bunlara uyup dinleyen bir dinleyici konumunda ifade edilmiştir. Yine Yüce Allah, لآمراة (emreden) dememiş, nefsin uçurumlara çokça itekler, sapkınlıklara aşırı derecede sevk eder olma durumunu tasvir etme hususunda mübalağa anlatımı sağlamak için لَاَمَّارَةٌ (çok çok emreden) demiştir. Çünkü فاعل azlık bildiren kalıplardan olduğu gibi فعّل ise çokluk bildiren kalıplardandır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Sâbûnî de bu konuya değinerek şöyle açıklamıştır: اَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ [Nefis, mutlaka kötülüğü çokça emredicidir.] ifadesinde nefsin arzulara çokça sürükleyici ve sapkın yollara çokça çekici olduğunu anlatmak için آمراة (emredici) yerine لَاَمَّارَةٌ (çokça emredici) kelimesi kullanıldı. Çünkü bu vezin aşırılık ifade eden kalıplardandır. (Safvetu't Tefasir)
اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle marife olması telezzüz, destek ve muhabbet içindir.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası olan bu cümle Kur’an’ın diğer surelerinde ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Son cümlenin başında اِنَّ olmadığı zaman sözün güzelliği ve revnağı (göz alıcılık) kaybolur. Onun yerine ف de gelebilir ama اِنَّ, ilaveten tekid manası taşıdığı için daha uygundur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُبَرِّئُ - رَح۪يمٌ - غَفُورٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayetin tefsiri, kendinden önceki ayetin tefsirindeki değişik manalara göre farklılık arzeder. Çünkü biz eğer o sözün Hz. Yusuf'a ait olduğunu söylersek bu ifade de ona ait olmuş olur. Yok eğer onun, kadının sözünün devamı olduğunu kabul edersek bu ifade de kadının sözünün devamı olmuş olur.
Bu sözün, Hz. Yusuf'a ait olduğunu söylememiz halinde Hz. Yusuf, “Gıyabında ona hainlik etmedim.” deyince bu hainliğin, nefsinin arzu duymayışı, tabiatının meyletmeyişi manasında olmayıp nefsin olanca şiddetiyle kötülüğü emreden; insan karakterinin lezzetli olan şeylere karşı arzu duyulan bir özelliği olduğunu beyan etmiştir. Binaenaleyh o bu sözü ile hainlik etmeyişinin, isteksizlik yüzünden değil, Allah korkusundan dolayı olduğunu ifade etmiştir.
Fakat bu sözün, o kadının sözünün devamı olduğunu söylersek buna göre de şu izah yapılabilir: O kadın, “Bu, gıyabında ona hainlik etmediğimi... bilmesi içindir.” deyince (bununla beraber) ben, nefsimi (tamamen hainlikten) tebrie edemem (uzak olduğunu söyleyemem). Çünkü ben o günahı ona iftira ile atıp “Zevcene kötülük etmek isteyenin cezası zindana atılmaktan yahut acıklı bir azaptan başka ne olabilir.” (Yusuf Suresi, 25) dediğimde ve böylece onu hapse düşürdüğümde, ona hıyanet ettim, demiştir. Binaenaleyh o bu surette, olup bitenlere karşı bir özür beyan etmek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)