وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | ki |
|
3 | مَدَّ | uzattı |
|
4 | الْأَرْضَ | arzı |
|
5 | وَجَعَلَ | ve var etti |
|
6 | فِيهَا | orada |
|
7 | رَوَاسِيَ | sabit dağlar |
|
8 | وَأَنْهَارًا | ve ırmaklar |
|
9 | وَمِنْ | ve |
|
10 | كُلِّ | her |
|
11 | الثَّمَرَاتِ | meyvadan |
|
12 | جَعَلَ | yarattı |
|
13 | فِيهَا | orada |
|
14 | زَوْجَيْنِ | çift (erkek-dişi) |
|
15 | اثْنَيْنِ | iki |
|
16 | يُغْشِي | örter |
|
17 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
18 | النَّهَارَ | gündüz(ün üzerine) |
|
19 | إِنَّ | şüphesiz |
|
20 | فِي |
|
|
21 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
22 | لَايَاتٍ | ayetler vardır |
|
23 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
24 | يَتَفَكَّرُونَ | düşünen |
|
Bir önceki âyette Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren gökyüzündeki delillere değinilmişti. Burada da aynı konularla ilgili olarak yer küresindeki deliller ele alınmaktadır.
Yeryüzünün enine boyuna uzatılmasından maksat, yer küresinin çeşitli jeolojik oluşumlar neticesinde bugünkü halini alması ve arazi yapısı itibariyle üzerinde dolaşmaya, barınmaya, korunmaya, ziraat yapmaya ve beşerî ihtiyaçların gereği olan başkaca faaliyetlerde bulunmaya, uygarlık kurmaya elverişli kılınması, kısaca gerek insan gerekse diğer canlıların hayatlarını sürdürmeleri için lüzumlu olan özellikleri taşır hale getirilmesidir.
Allah Teâlâ’nın yeryüzünü yaşamaya elverişli olarak yaratmış olması, bunun için yer küresinin dengesini sağlayacak dağlar, tarım ve hayvancılığa elverişli ovalar, vadiler, yaylalar, nehirler, çeşit çeşit meyveler meydana getirmiş olması, O’nun büyüklüğünü ve kudretini gösteren delillerdir. Allah canlı varlıkları erkekli dişili yarattığı gibi bitkileri de erkekli dişili yaratmıştır. Bitkiler de erkek ve dişi tohumların birleşmesiyle ürün verir. Bazı türlerde erkek ve dişi organlar ayrı bitkilerde olduğu halde çoğunda aynı çiçekte olur. Bunlar Allah’ın kudretini gösteren delillerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 272
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası مَدَّ الْاَرْضَ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
مَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْاَرْضَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
جَعَلَ fiili atıf harfi وَ ’la مَدَّ fiiline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ف۪يهَا car mecruru جَعَلَ fiiline müteallıktır. رَوَاسِيَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette جَعَلَ fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْهَاراً atıf harfi وَ ’la رَوَاسِيَ ’ye matuftur.
رَوَاسِيَ kelimesi sülâsî mücerred olan رسو fiilinin çoğul ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la öncesine matuftur. مِنْ كُلِّ car mecruru birinci جَعَلَ fiiline müteallıktır.
الثَّمَرَاتِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ف۪يهَا car mecruru جَعَلَ fiiline müteallıktır. زَوْجَيْنِ mef’ûlün bih olup müsenna olduğu için ي ile mansubdur. اثْنَيْنِ kelimesi زَوْجَيْنِ ’nin sıfatı olup müsennaya mülhak olduğu için ي ile mansubdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada اثْنَيْنِ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُغْشِي fiili مَدَّ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
يُغْشِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الَّيْلَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. النَّهَارَ ikinci mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’in ismi olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.
لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَتَفَكَّرُونَ fiili قَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. يَتَفَكَّرُونَ kelimesi nekre olan قَوْمٍ kelimesinden sonra geldiği için sıfattır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَفَكَّرُونَ fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَتَفَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ
وَ atıf harfidir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Cümle kasrla tekid edilmiştir. İki taraf yani mübteda ve haber marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l mevsûf babında hakiki kasrdır. (Âşûr, Enam Suresi, 2)
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası مَدَّ الْاَرْضَ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراً cümlesi, sıla cümlesine matuftur.
رَوَاسِيَ, sabitler demektir. روس fiilinin ism-i failidir. Cemi müeennestir.
Ayette Allah Teâlâ’nın yeryüzünde ve gökyüzünde yaptıkları şeyler iki ayrı kısım halinde açıklanmıştır. Bu üç ayette cem’ ma’at-taksim ve’t-tefrik sanatı vardır.
İlk ayetteki اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ kelimesinde cem’, السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضَ kelimelerinde taksim, bahsedilen semavat ve arzda olanlar tefriktir.
Bilim adamları, yeryüzünün önceki hacminin şu andakinden kat kat daha büyük olduğunu, aynı şekilde dünyanın milyonlarca seneden beri de eksilmeye devam ettiğini keşfetmişlerdir. Kur’an bu keşfi 14 asır önce açık bir şekilde beyan ederek şöyle buyurmuştur: وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ Ebu Bekr el-Esamm şöyle demiştir: مَدَّ, “sonuna yetişilemeyen bir şeye doğru uzayıp gitmek” demektir. Dolayısıyla ayetteki, “O, yeri uzatıp döşeyendir.” ifadesi, Allah Teâlâ’nın yeryüzünün hacmini gözün, sonunu (sınırını) göremeyeceği kadar büyük yaptığını ihsas ettirir (sezdirir). (Fahreddin er-Râzî)
Yerin Küre Şeklinde Olması: Yerin küre şeklinde olduğu delillerle sabit olmuştur. O halde bu hususta diretmek nasıl mümkün olur? Buna göre onlar, “Ayetteki, ‘yeri uzattı (meddetti)’ ifadesi, yerin küre şeklinde olmasına ters düşer. Öyle ise daha onun uzaması nasıl mümkün olur?” derlerse biz deriz ki: “Hayır, biz bunu kabul etmiyoruz. Çünkü yeryüzü büyük bir cisimdir. Küre son derece büyük olduğunda, onun her bölgesi ve parçası dümdüz imiş gibi görünür. Baksana Cenab-ı Hakk, ‘Dağları kazıklar yapmadık mı?’ buyurmuş ve o dağları, bazı insanlar onların üzerinde meskun oldukları halde ‘kazık’ olarak nitelendirmiştir. İşte burada da böyledir.” (Fahreddin er-Râzî)
Yerin meddi, çekilip uzatılması kavramı, hem göklerden çekilip ayrı bir özelliğe kavuşturulmasını hem de yerin yapısındaki esnekliği ve çekilip genişlemeye müsait olan özelliğini ifade eder. (Elmalılı)
وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ, siyaktaki önemine binaen amili olan جَعَلَ fiiline takdim edilmiştir.
Burada مِنْ harf-i ceri, teb’iz için gelmiştir. (Âşûr)
الزَوْجَيْنِ kelimesinin bilinen anlamı, erkek ve dişi anlamıdır. Kıyamet Suresi 39. ayette de فَجَعَلَ مِنهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ والأُنْثى “Ondan erkek ve dişi olarak iki eş var etti.” denilerek bu mana belirtilmiştir. (Âşûr)
جَعَلَ فِيها زَوْجَيْنِ cümlesi zahirde, mahlukattan bu cinse gösterilen ihtimam sebebiyle müstenefe gibi gözükmektedir. O cins ise biri diğerinin eşi olan, dişi ve erkek olarak iki sınıftan oluşan canlı mahluk cinsidir. (Âşûr)
زَوْجَيْنِ kelimesinin nekre gelmesi nev içindir. Yani her neviden iki eş yarattı anlamındadır. (Âşûr)
يُغْشِي fiili مَدَّ ’deki failin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Ayette gecenin karanlığı vasıtasıyla gündüzün ışığının kayboluşu, eşyayı gizleyen kesif bir örtüye benzetilmiş. Müstear lafız يُغْشِي, manevi durumlarda kullanılan يُغتي kelimesi yerine tebei istiare yoluyla kullanılmıştır. Yani sabah oluncaya kadar gecenin karanlığı, gündüzün nurunu örter ve onu gizler. Bu latif bir istiaredir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Dağlar sebebi ile yeryüzünde nehirler oluşur. Çünkü taş, katı bir cisimdir. Dolayısıyla yerin derinliklerinden buharlar yükselip dağlara kavuştuğunda o buharlar orada tutulur ve bu iş artmaya ve olgunlaşmaya devam eder. Böylece de dağların altında büyük sular oluşur. Sonra bunlar çok ve kuvvetli olduğu için dağı deler, oradan (kaynak olarak) çıkar ve yeryüzünde akmaya başlar. Bu yüzden nehirlerin meydana gelmesinde dağların rolü, işte bu bakımdandır. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk, âdet olarak, Kur'an'da ne zaman dağlardan bahsetse onunla birlikte nehirlerden de bahsetmiştir. Mesela bu ayette ve “Orada sabit sabit, yüce yüce dağlar vücûda getirmedik mi? Size tatlı bir (kaynak) suyu da içirmedik mi?” (Mürselat Suresi, 27) ayetinde olduğu gibi. (Fahreddin er-Râzî)
يُغْشِي cümlesi جَعَلَ ’nin zamirinden haldir. Burada teceddüde (sürekli yenilenmeye) delaleti sebebiyle muzari olarak getirilmiştir. (Âşûr)
رَوَاسِيَ - اَنْهَاراً ve الَّيْلَ - نَّهَارَۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, نَّهَارَۜ - اَنْهَاراًۜ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, جَعَلَ fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الَّيْلَ - النَّهَارَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Kur’an’da zikredildiği bağlam düşünüldüğünde kevnî ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinin insanlara hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
[Orada (yeryüzünde) bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. (Ra'd Suresi, 3)] ayet-i kerimesi ise meyvelerin de çifter çifter (dişili-erkekli) yaratıldığını hatırlatır. Bitkilerin eşeyli üremesi, erkek unsurla dişi unsurun çiftleşmesiyle olmaktadır. Kur'an-ı Kerim meyvelerin bu izdivaç neticesinde ortaya çıktığını bu ayette bildirmektedir. Bu ayette “küll” kelimesi, Türkçede, “Her, bütün, her şey” anlamlarına gelmektedir. Bu kelime, kendisinden sonra gelen kelimeye muzâf olur. Arapçada buna “izafet terkibi” Türkçede ise “tamlama” denilmektedir. Terkipteki ikinci kelime, ya marife (bilinen) veya nekre (bilinmeyen) olur. Eğer bu kelime marife olursa, bir varlığın bütün parçalarına şâmil olur. Şayet nekre olursa bu defa da o nesnenin umum efradını içine alır. Ayet-i kerimede “şey” nekreye izafe edilmiştir. Dolayısıyla bundan ne kadar “şey (nesne)” varsa, hepsinin çift olarak yaratılmış olduğu anlaşılmaktadır. (Sorularla İslamiyet web sitesi)
Zevceyn: Yani iki zevc, erkek ve dişi gibi iki ayrı cinsten meydana gelmiş çift demektir. Bunun bir de ayrıca اثْنَيْنِ diye “iki” sayısıyla sıfatlanması tekid veya ikişer ikişer anlamına tevzi (paylaştırmak) için olduğu söyleniyorsa da bunun bir bölünme olması daha açıktır. Şöyle ki: Her meyvenin çiçeğinde hayvanların erkek ve dişisi durumunda bir çift eş vardır ki o meyve işte bunların çiftleşmesinden ve döllenmesinden meydana gelir. Nitekim “Bir de ilkah edici rüzgarlar gönderdik.” (Hicr Suresi, 22) buyurulmuştur. Sonra bu zevceyn de ayrıca iki kısımdır: Bir kısmı erkeği başka kaynakta, dişisi başka kaynakta olmak üzere ayrı ayrı iki ağaçta bulunur. Mesela, incirin erkeği başka ağaçta, dişisi başka ağaçta olur. Bir kısmı da hem erkeği hem dişisi aynı çiçekte bulunur. Çiçek erkekli ve dişili bir hünsa şeklinde açar ve döllenmeyi kendi bünyesi içinde yapar, çoğunlukla çiçekler böyledir. İşte zevceyn tabiri ile her meyvede çiftleşen genel olarak erkekli dişili çiçekler kastedilmiş, isneyn tabiri ile de bunların iki çeşit olduğu ifade buyurulmuştur. (Elmalılı)
يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ Gündüzü gece ile örtmek, zahiren gök ayetleri ile ilgili ise de dünyadaki ayetler konusunda sayılması, dünyada gerçekleşmesi itibarıyladir. Zira gece, dünyanın gölgesinden başka bir şey değildir. Nitekim dünyanın gölgesinin üstünde olan göklerde hiç gece yoktur. Bir de gece ile gündüzün, ürünlerin oluşmasıyla ilgisi vardır. Üstelik gece ile gündüz de ürünler gibi karşılıklı bir çifttir. (Ebüssuûd)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ, tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Tecessüm ve cem ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Ayetin sonunda muzari fiil sıygasındaki يَتَفَكَّرُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
قَوْمٍ ve لَاٰيَاتٍ kelimelerindeki tenvin tazim ifade eder.
اٰيَاتٍ (ayetler) umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Buradaki düşünme fiilinin, tekrar tekrar yapılan ve zorlu bir eylem oluşuna işaret etmek için fiil, muzari sıygasıyla ve tekellüf’e (güçlüğe) delalet eden bir yapıyla getirilmiştir. (Âşûr)
Bil ki Cenab-ı Hakk, süflî alemde bulunan delilleri zikretmiş olduğu yerlerde çoğu kez bunun hemen peşinden, “Bütün bunlarda iyi düşünenler için elbette deliller vardır.” ifadesini veya mana cihetinden buna yakın olan ifadeleri getirmektedir. Bunun sebebi şudur: Filozoflar, süflî alemde meydana gelen hadiseleri, yıldızların şekillerinde meydana gelen farklı durumlara mal etmektedirler. Bu sualin, bu iddianın savuşturulması için delil getirilmediği sürece maksat da tamamlanmaz. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, “Bütün bunlarda iyi düşünenler için elbette deliller vardır.” buyurmuştur. Böylece sanki O, şöyle demektedir: “Tefekkür sahası henüz açıktır, mevcuttur. Dolayısıyla bundan sonra istidlalin tamamlanabilmesi için tefekkür edip iyice düşünmek gerekir.” (Fahreddin er-Râzî)
Ayette “düşünen bir toplum için” denilmiş, çünkü onları düşünmek insanı şöyle bir hükme götürür: Bütün bunların bu harika nizam ve uygun tarzda var olmaları, her şeye muktedir olan, her işinde hikmet bulunan, istediğini yapan, dilediğini gerçekleştiren bir kudretin varlığını gerektirmektedir. (Ebüssuûd)
يَتَفَكَّرُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)