وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَفِي | ve (vardır) |
|
2 | الْأَرْضِ | arzda |
|
3 | قِطَعٌ | kıt’alar |
|
4 | مُتَجَاوِرَاتٌ | birbirine komşu |
|
5 | وَجَنَّاتٌ | ve bağlar(ı vardır) |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | أَعْنَابٍ | üzüm |
|
8 | وَزَرْعٌ | ve ekinler |
|
9 | وَنَخِيلٌ | ve hurmalıklar |
|
10 | صِنْوَانٌ | çatallı |
|
11 | وَغَيْرُ | ve olmadan |
|
12 | صِنْوَانٍ | çatalı |
|
13 | يُسْقَىٰ | (bunların hepsi) sulanır |
|
14 | بِمَاءٍ | su ile |
|
15 | وَاحِدٍ | bir |
|
16 | وَنُفَضِّلُ | ama üstün yaparız |
|
17 | بَعْضَهَا | birbirini |
|
18 | عَلَىٰ | üzerine |
|
19 | بَعْضٍ | diğerinin |
|
20 | فِي |
|
|
21 | الْأُكُلِ | ürünlerinde |
|
22 | إِنَّ | şüphesiz |
|
23 | فِي |
|
|
24 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
25 | لَايَاتٍ | ayetler vardır |
|
26 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
27 | يَعْقِلُونَ | aklını kullanan |
|
Bunlar yeryüzündeki birbirine komşu, bitişik veya birbirinden uzak kıtalar ve bölgeler olup her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Şekilleri, renkleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, verimlilikleri farklı olduğu gibi üzerinde yaşayan canlılar ve bitkiler de farklıdır. Bir tek kökten bazan bir tek gövdeli (çatalsız) ağaç meydana gelirken bazan da çatallanarak veya ayrı sürgünler vererek çatallı veya birden fazla ağaç meydana gelmekte, dal budak salarak büyümekte ve ürün vermektedir. Her bir ağaç aynı suyu gövdesine aldığı halde ondan kendisine yüklenen programa uygun olarak farklı yararlanmakta ve şekli, rengi, tadı farklı meyveler vermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 272
وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) فِي الْاَرْضِ car mecrur mahzuf habere müteallıktır. قِطَعٌ muahhar mübteda olarak lafzen merfûdur.
مُتَجَاوِرَاتٌ kelimesi قِطَعٌ ’un sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَنَّاتٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. مِنْ اَعْنَابٍ car mecruru جَنَّاتٌ mahzuf sıfatına müteallıktır.
زَرْعٌ ve نَخ۪يلٌ kelimeleri وَ ’la قِطَعٌ ’e matuftur. صِنْوَانٌ kelimesi نَخ۪يلٌ ’nin sıfatıdır.
غَيْرُ atıf harfi وَ ile صِنْوَانٌ ’e matuftur. صِنْوَانٍ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
يُسْقٰى fiili sayılan çeşitlerin sıfatı olarak mahallen merfûdur. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. Burada يُسْقٰى fiili nekre bir isimden sonra geldiği için sıfattır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُسْقٰى elif üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِمَٓاءٍ car mecruru يُسْقٰى fiiline müteallıktır. وَاحِدٍ۠ kelimesi مَٓاءٍ ’nin sıfatıdır.
وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُفَضِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muzari fiillerin (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevâzendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعْضَ mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى بَعْضٍ car mecruru نُفَضِّلُ fiiline müteallıktır. فِي الْاُكُلِ car mecruru بَعْضَهَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.
نُفَضِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’in ismi olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.
لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَعْقِلُونَ fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠
وَ ’la gelen ayet, en son istînâf cümlesine matuftur.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. فِي الْاَرْضِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. قِطَعٌ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan قِطَعٌ ’un nekre gelişi özel bir nev ve tazim anlamına işaret eder.
القِطَعُ kelimesi ق harfinin kesra haliyle gelmiş olup قِطْعَةٍ kelimesinin çoğuludur. Bir şeyin parçası, bir cüz’ü manasında olup kendisinden koparılan şeye benzediği
için bu ismi almıştır. (Âşûr)
Yeryüzündeki toprak parçalarının özel halleri ve sıfatları, kudreti yüce yaratanın yeryüzünü yayıp döşerken sırf yaratmasıyla oluştuğu halde bu ayetteki وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ (yeryüzünde birbirine komşu kıtalar) ifadesinin de onunla beraber zikredilmemesi, bu hallerin, o toprak parçaları için pek köklü sıfatlar olduklarına işaret içindir. (Ebüssuûd)
Aynı Şartlarda Yetişen Bitkilerdeki Farklılık: Tek bir toprak parçası, aynı suyla sulanır. Sonra güneşin ona tesiri de aynı seviyede olur. Sonraysa o yerde biten meyvelerin tatları, renkleri, karakter ve özellikleri farklı farklı olur. Hatta, bazan sen, bir üzüm salkımı alırsın, tek birisi hariç, onun bütün taneleri tatlı ve olgun olur. Zira o tek tane, ekşi ve kuru kalmıştır!. Sonra biz kesin olarak biliyoruz ki feleklerin ve tabiatların, hepsine nispeti aynı seviyededir. Daha doğrusu şöyle diyebiliriz: Burada, bundan daha da acayip olan bir şey bulunmaktadır. Bu da şudur: Bazı gül çeşitleri içinde öyleleri vardır ki iki yüzünden birisi son derece kırmızı, ikinci yüzü ise, aynı şekilde o da son derece narin ve yumuşak olduğu halde, son derece siyahtır.
Burada, “Güneşin tesiri, diğerlerine değil de bu birinci yüze ulaşmıştır.” denilmesi imkânsızdır. Bu da kesin olarak delalet eder ki bütün bunlar bir Fâil-i Muhtar'ın yönetmesiyle olmaktadır; yoksa yıldızların birbirleriyle olan münasebetleri sebebiyle değil! İşte Cenab-ı Hakk “...ki hepsi bir su ile sulanıyor. Biz onların bazısını yenilmelerinde bazısından üstün kılıyoruz.” buyruğundan kastettiği şey budur. İşte bu delillerin takdir edilip tefsir ve beyan edilmesine dair söyleyeceğimiz sözün tamamı budur. (Fahreddin er-Râzî)
مُتَجَاوِرَاتٌ kelimesi قِطَعٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
يُسْقٰى kelimesi sayılan çeşitler için sıfattır.
Ayette bahçe çeşitleri sayıldıktan sonra aynı suyla sulanma özelliğinde toplanmıştır. Cem’ sanatı vardır.
نَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ (Çatallı hurmalık) tabiri “bir arada bulunan” manasındadır. نَخ۪يلٌ غَيْرُ صِنْوَانٍ (çatalsız hurmalık) ise birbirinden ayrı hurmalıklar demektir. Eğer bir tek hurma ağacının içinde (kökünden) bir başka hurma ağacı veya ağaçları çıkıyorsa buna “çatallı” denilir. (Kurtubî)
Hububat, hayatın direği olduğu halde, üzüm bağlarının ondan önce zikredilmesi, üzüm bağları diğer ürünlerden farklı, daha açık ve köklü olduğu içindir. (Ebüssuûd)
جَنَّاتٌ - اَعْنَابٍ - زَرْعٌ - نَخ۪يلٌ ile يُسْقٰى - بِمَٓاءٍ ve الْاَرْضِ - قِطَعٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazir, صِنْوَانٌ - غَيْرُ صِنْوَانٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ
وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِ cümlesindeki وَ atıf harfidir. …وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَعْضٍ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اِنَّ ,ف۪ي ذٰلِكَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ, tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ yine ayette bahsi geçen konuları net bir şekilde dikkatlere sunmak ve değerini yüceltmek içindir. İktidâb ifade eder.
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde de istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يَعْقِلُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
قَوْمٍ ve لَاٰيَاتٍ kelimelerindeki tenvin tazim ifade eder.
اٰيَاتٍ (ayetler) umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)
Son cümle bir önceki ayetin son cümlesiyle bir kelime hariç aynıdır. Bu reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıdır. Amaç cümledeki kavramı muhataba belletmek, ilgisini çekmektir.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
“İşte bunlarda hiç şüphesiz aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.”
Bu hallerin, manalara delaleti, daha önce zikredilenlerden daha zahir olduğu için bunların ayetler olmaları, sadece aklı kullanmak şartına bağlanmıştır, işte bundan dolayıdır ki her akıl sahibi için gayet açık olan hatta birbirinden üstün kılınmaları farklılığından başka bir şey zikredilmemiştir. Halbuki farklılık, diğer özelliklerde ve keyfiyetlerde de asgarî bir düşünme ile anlaşılmaktadır. Sanki bunda düşünmeye bile hacet yoktur.
Bu kelam, müşriklerin gerçek akıl sahipleri olmadıklarına tarizdir. (Ebüssuûd)