وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | eğer |
|
2 | تَعْجَبْ | şaşacaksan |
|
3 | فَعَجَبٌ | şaşmak lazım |
|
4 | قَوْلُهُمْ | onların şu sözlerine |
|
5 | أَإِذَا | zaman mı? |
|
6 | كُنَّا | biz olduğumuz |
|
7 | تُرَابًا | toprak |
|
8 | أَإِنَّا | gerçekten biz mi? |
|
9 | لَفِي | içinde (olacağız) |
|
10 | خَلْقٍ | bir yaratılış |
|
11 | جَدِيدٍ | yeniden |
|
12 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
13 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
14 | كَفَرُوا | inkar eden(lerdir) |
|
15 | بِرَبِّهِمْ | Rablerini |
|
16 | وَأُولَٰئِكَ | ve onlar (bulunanlardır) |
|
17 | الْأَغْلَالُ | halkalar |
|
18 | فِي |
|
|
19 | أَعْنَاقِهِمْ | boyunlarında |
|
20 | وَأُولَٰئِكَ | ve onlar |
|
21 | أَصْحَابُ | halkıdır |
|
22 | النَّارِ | ateş |
|
23 | هُمْ | onlar |
|
24 | فِيهَا | orada |
|
25 | خَالِدُونَ | sürekli kalacaklardır |
|
Bunca deliller bu evreni yaratan bir gücün varlığını göstermesine rağmen, Allah’ın inkâr edilmesi nasıl şaşırtıcı ise öldükten sonra dirilmeye inanmamak da o kadar şaşırtıcıdır. Şüphe yok ki evreni ve hayatı yaratan Allah, ölümden sonra hayatı yeniden yaratacak güce sahiptir. Âyet-i kerîme Allah’ın kudret ve hikmetini inkâr eden o kâfirlerin mantıkî tutarsızlığına işaret ve âhiretteki durumlarını tasvir etmekte, boyunlarına takılan halkalarla güdüleceklerini ve cehenneme sürüleceklerini haber vermektedir. Âyet mecaz olarak alındığı takdirde inkârcıların, tabuların ve şartlanmışlıkların tutsağı olduklarını ifade eder. Bu anlamı destekleyen başka âyetler de vardır (meselâ bk. Yâsîn 36/8).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 273-274
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. تَعْجَبْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
عَجَبٌ şartın cevabı olup mukaddem haber olup lafzen merfûdur.
قَوْلُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hemze istifham harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
كُنَّا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
نَّا muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تُرَاباً kelimesi كُنَّا ’nın haberi olarak fetha ile mansubdur.
Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
نَّا muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي خَلْقٍ car mecruru اِنَّ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
جَد۪يدٍ kelimesi خَلْقٍ ’nın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.
Burada sıfat müfred olan sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ mübtedanın haberi mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِرَبِّهِمْۚ car mecruru كَفَرُوا fiiline müteallıktır.
اُو۬لٰٓئِكَ atıf harfi وَ ’la birinci ism-i işarete matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. الْاَغْلَالُ kelimesi ikinci mübteda olarak lafzen merfûdur.
ف۪ٓي اَعْنَاقِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْۚ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
اُو۬لٰٓئِكَ atıf harfi وَ ile ikinci ism-i işarete matuftur.
اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ النَّارِۚ haber olarak lafzen merfûdur.
النَّارِ muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.
هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru خَالِدُونَ ’a müteallıktır.
خَالِدُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
خَالِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin çoğul ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ
وَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şartın cevabı olarak فَ karinesiyle gelen cümle فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ, mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَجَبٌ, mukaddem haberdir. Muahhar mübteda olan قَوْلُهُمْ, izafet terkibi ile gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Şart manalı zaman zarfı اِذَا ’nın dahil olduğu şart cümlesi ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. قَوْلُهُمْ için mekulü’l-kavl yerinde, ondan bedeldir.
Şart cümlesi كَان ’nin dahil olduğu كُنَّا تُرَاباً, şart manalı müstakbel zaman zarfı إِذَا’nın muzâfun ileyhidir. İsim cümlesidir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, اِذَا ile alakalı mana için tefsiriyyedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍ car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Ayetteki iki istifham cümlesi de soru anlamından çıkarak, inkâr ve tahkir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 124)
خَلْقٍ جَد۪يدٍ ifadesinde istiare vardır. Çünkü onun aslı ‘kesmek’ anlamındaki جد ’nin masdarından türetilmiştir. Nitekim bez/kumaş, dokunduğu tezgâhtan kesildiği vakit veya giyecek kişinin giymesi için biçildiği zaman قَدْ جُدَّ اَلْثَوْبُ فهوجَدِيدٌ (Kumaş yeni biçilmiştir, o yeni biçilendir) denir. Allahu a’lem, burada ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ (ayeti) ile kastedilen, yeniden yaratılıp mükâfat ve ceza göreceği yere iade edilmesi haliyle insanın, dokuma işlemi bittikten sonra dokuma tezgâhından kesilen bez/kumaş gibi olacağının anlatılmasıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Kâfirlerin sözlerinin istifham kalıbıyla gelmiş olması, onların gerçekten soru sordukları anlamına gelmez. Onların asıl maksatları alay etmek ve küçümsemektir. İstifham gerçek manasında olmadığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Bu ayetin tefsirinde Zemahşerî, inkârcıların bu sözlerini bir düşünce ucûbesi (tuhaflık timsali) olarak değerlendirmektedir. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 493 Ra’d Suresi, 5 ve Âşûr)
“Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacağız?” Bu kelam, onların azgınlık ve inkârlarda çok ileri gittiklerini apaçık bildirmektedir. (Ebüssuûd)
اِذَا ’nın âmili mahzuftur, ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍ kavli, bunu göstermektedir. (Beyzâvî)
تَعْجَبْ - عَجَبٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ
Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ifade eder.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِرَبِّهِمْ izafeti, Rabb ismine muzâfun ileyh olan هُمْ zamirini yani onları tahkir içindir.
Rabb isminin kâfirlere ait zamire muzâf olmasında, Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini, onun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını hatırlatma, sapkınlıklarında ne kadar ileri gittikleri konusunda ikaz vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle tahkir manası içerir.
Müsnedin ism-i mevsûl oluşu tevcih ifadesinin yanı sıra onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir. اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ayette üç kere tekrar edilmesi bu anlamı kuvvetlendirir.
وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ
Cümle وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşan isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. الْاَغْلَالُ, ikinci mübtedadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ mahzuf habere müteallıktır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Aynı kişiler için tekrarlanan işaret ismi, tahkiri artırmak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
“Demir halkalar” ifadesiyle kastedilenin onların işleyegeldikleri kötü amelleri olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ ifadesinde ف۪ٓي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü boyun hakiki manada içine halka takılmaya müsait değildir. Boyun burada zarfa benzetilir. Boyunla halka arasındaki mutlak irtibat zarfla mazruf arasındaki irtibata benzetilmiştir. Câmi’ temekkün (yerleşme), sabitlik olmalıdır. Zarfların (müşebbehe bih) bir cüzü olan ف۪ٓي harfi müşebbeh olan ağaç gövdesinin bir cüzü olan içi için istiare olmuştur. Bilindiği gibi ف۪ٓي harfi zarfiyyedir. Halka boynun içine değil dışına takılır. Dolayısıyla burada على harfi olmalıydı. Böyle kendi manasında kullanılmayan harfin ne için tercih edildiğini araştırmak gerekir. Bu söz onların cezalarındaki mübalağayı gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi, Ta-Ha Suresi 71)
وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Mübteda ve haberden oluşan isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَصْحَابُ النَّارِۚ (Ateş ashabı) ifadesinde istiare vardır. Cehennemde kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.
اَاَصْحَابُ النَّارِۚ (Ateş ashabı) ibaresindeki اَصْحَابُ kelimesinin kökü صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir. اصحاب النار (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi, اُو۬لٰٓئِكَ için ikinci haberdir.
Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهَا amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, cehenneme has kılınmıştır.
خَالِدُونَ lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, ism-i mef’ûl ve masdarlar zamandan bağımsızdır. خلد aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak ‘kalıcı’ anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.
Onların ateş halkı ve orada ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.
Nâr ashabı olmalarının isim cümlesi şeklinde ifadesi sübut ve devam ifade eder. Yani ebedi kalacaklarını üslup açısından ifade eder. Ayrıca bu manayı tekid için arkadan ikinci haber olarak هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi gelmiştir.
Bu cümle, öncesine fasılla bağlanmıştır. Sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sanki ikinci cümle, birinci cümleyi açıklayan bir konuma konulmuştur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 501)
أُولَئِكَ أصْحابُ النّارِ ifadesindeki kasr üslubu dolayısıyla onların nâr içinde devamlı kalacakları ifade edilmiştir. Çünkü أصْحابُ kelimesi mülâzeme (yakınlık, yapışma, ayrılmama) manalarını ifade eder. هم فيها خالدون ifadesinin isim cümlesi olması da devamlılık ve sübuta delalet eder. (Âşûr, Araf Suresi 36)
Mümin Suresi 71. ayete iktibas vardır.
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesinde car mecrur amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Yani ateş azabı içinde ebedi kalıcı olanlar sadece kâfirlerdir. Diğer günahkârlar orada ebedi kalmayacaklardır. خَالِدُونَ maksûr/sıfat ف۪يهَا maksûrun aleyh/mevsuftur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Cenab-ı Hakk’ın, “İşte, içinde müebbet kalacakları ateşin yâranı da yine bunlar, bunlardır.” sözünden maksat “Ebedi, muhalled azap ile tehdit etmek”tir. Ehl-i sünnet alimlerimiz ise, bu ayeti, ebedî azabın ancak kâfirler için olduğu görüşüne delil getirerek şöyle demişlerdir: هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ifadesi, başkalarının değil sadece kâfirlerin ebedi azap ile mevsuf ve muttasıl olduklarını gösterir. Bu ise büyük günah sahiplerinin ebedi olarak cehennemde kalmayacaklarına delalet eder.” (Fahreddin er-Râzî)
Görüldüğü gibi burada da müsnedün ileyh olan ism-i işaret, haberin onlara ait olduğunu ve daha fazla izah için tekrarlanmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُو۬لٰٓئِكَ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.