Ra'd Sûresi 31. Ayet

وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ اَفَلَمْ يَايْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟  ...

Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur’an olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah’ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah’ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ eğer olsaydı
2 أَنَّ
3 قُرْانًا bir Kur’an ق ر ا
4 سُيِّرَتْ yürütüldüğü س ي ر
5 بِهِ kendisiyle
6 الْجِبَالُ dağların ج ب ل
7 أَوْ yahut
8 قُطِّعَتْ parçalandığı ق ط ع
9 بِهِ kendisiyle
10 الْأَرْضُ arzın ا ر ض
11 أَوْ yahut
12 كُلِّمَ konuşturulduğu ك ل م
13 بِهِ kendisiyle
14 الْمَوْتَىٰ ölülerin م و ت
15 بَلْ hayır
16 لِلَّهِ Allah’a aittir
17 الْأَمْرُ işler ا م ر
18 جَمِيعًا bütün ج م ع
19 أَفَلَمْ
20 يَيْأَسِ hala anlamadılar mı? ي ا س
21 الَّذِينَ kimseler
22 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
23 أَنْ
24 لَوْ şayet
25 يَشَاءُ dileseydi ش ي ا
26 اللَّهُ Allah
27 لَهَدَى hidayet verirdi ه د ي
28 النَّاسَ insanlara ن و س
29 جَمِيعًا bütün ج م ع
30 وَلَا ve
31 يَزَالُ geri durmaz ز ي ل
32 الَّذِينَ kimselere
33 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
34 تُصِيبُهُمْ isabet etmesi ص و ب
35 بِمَا yüzünden
36 صَنَعُوا yaptıkları işler ص ن ع
37 قَارِعَةٌ bir bela ق ر ع
38 أَوْ yahut
39 تَحُلُّ konar ح ل ل
40 قَرِيبًا yakınına ق ر ب
41 مِنْ
42 دَارِهِمْ yurtlarının د و ر
43 حَتَّىٰ kadar
44 يَأْتِيَ gelinceye ا ت ي
45 وَعْدُ va’di و ع د
46 اللَّهِ Allah’ın
47 إِنَّ şüphesiz
48 اللَّهَ Allah
49 لَا
50 يُخْلِفُ caymaz خ ل ف
51 الْمِيعَادَ sözünden و ع د
 
Rivayete göre Resûlullah Mekkeli müşriklere İslâm’ı anlattığı bir gün müşrikler, “Mekke’nin şu dağlarını buradan kaldır da yerimiz genişlesin veya araziyi parçalara ayırıp içinden ırmaklar akıtarak tarıma elverişli hale getir; yahut atalarımızdan ölmüş olan falan ve falan şahısları dirilt de senin bu söylediklerinin doğru olup olmadığını onlara soralım” demişler; bunun üzerine bu âyet indirilerek onların isteklerine göre mûcizeler gösterilse dahi iman etmeyeceklerine işaret edilmiştir (Taberî, XIII, 152-153; Râzî, XIX, 52-53). Nitekim bir başka âyet-i kerîmede bu durum açıkça ifade buyurulmuştur (En‘âm 6/111). Yüce Allah gönderdiği peygamber vasıtasıyla bu tür mûcizeleri göstermekten âciz olmamakla birlikte peygamberin gönderilmesinden ve Kur’an’ın indirilmesinden maksat bu talepleri karşılamak değil, insanları hidayete erdirmek, kalpleri Allah’ın zikri ile huzura kavuşturmak, aklın önüne ışık tutmaktır.
 Âyetteki şart cümlesinin cevabı meâlimizde “yine inanmazlardı” şeklindedir. Cevap, “O yine bu Kur’an olacaktı” diyenler de vardır. Buna göre onların istedikleri mûcize gerçekleştirilseydi yine bu Kur’an’la gerçekleştirilirdi, ancak onlar mûcizeleri görür de Kur’an’a yine de inanmazlardı. Çünkü onlar bu tür mûcizeleri gerçeği bulmak için değil, peygamberle alay etmek için istiyorlardı ve Kur’an’ın muhtevasını kabule hazır değillerdi.
 Âyetin “yerin parçalandığı” diye tercüme ettiğimiz kısmını, “kendisiyle mesafe alındığı” veya “kendisiyle uzak mesafenin yakınlaştırıldığı” şeklinde anlayanlar da olmuştur. Kureyşliler Suriye ve Filistin’e ticaret kervanları gönderiyorlardı; fakat Mekke ile bu bölgeler arasındaki mesafe uzun, yollar elverişsiz, iklim kurak, arazi ise çoraktı; ticaret kervanları yollarda sıkıntı çekiyordu. Bu sebeple müşrikler Hz. Süleyman’ın rüzgâr vasıtasıyla iki aylık yolu bir günde gitmesine (Sebe’ 34/12) benzer bir mûcize ile Hz. Peygamber’in de bu mesafeyi kısaltıp yakınlaştırmasını istemişlerdir (Taberî, XIII, 152-153; İbn Kesîr, IV, 382). Oysa onların teklif ettiği bu olağan üstü şeyler peygamberin değil, Allah’ın elindedir. O dilese bu tür mûcizeleri de gösterir; ancak inkârda ısrar edenlerin kalpleri katılaşmış olduğu için hiçbir mûcizeye inanmazlar.
 Müşriklerin mûcize getirilmediği için iman etmediklerini zannedip üzülen müminlerin üzüntülerini gidermek maksadıyla yüce Allah, “Müminler hâlâ anlamadılar mı ki Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi?” meâlindeki soruyu sormuştur. Şüphe yok ki Allah istese inkârcıları doğru yola iletir, kimse buna engel olamaz; ancak O’nun bu anlamdaki istemesi zorlama olacağından sorumluluğu ortadan kaldırır. Halbuki Allah insanları sorumlu kılmak için onlara akıl, irade ve tercih yeteneği vermiştir. Onların, tercihlerini inkâr yönünde kullanmalarına rağmen Allah onları zorla hidayete erdirmez. Yaptıkları kötülükler yüzünden ölünceye kadar başlarına musibetler gelecek veya yurtlarının yakınına felâketler inecek de sürekli olarak korku içinde yaşayacaklardır. 
Felâket onların yurtlarının yakınına inecektir” cümlesindeki felâket, “savaşta yenilgi, öldürülme, esirlik veya kuraklık, kıtlık” gibi anlamlarla açıklanmıştır (Şevkânî, III, 95-96). Bu cümledeki fiil hem üçüncü tekil şahsın müennesi hem de ikinci tekil şahıs için kullanıldığından, bu cümlede “Sen onların yurtlarının yakınına ineceksin” şeklinde Hz. Peygamber’e hitap edildiği de düşünülebilir. Bu takdirde âyet hicretin 6. yılında Mekke yakınlarında yapılmış olan Hudeybiye Antlaşması’na işaret etmiş olur.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 290-291
 
جبل Cebele : جَبَلٌ dağ demektir. Çoğulu جِبالٌ şeklinde gelir. Büyüklük anlamı düşünülerek büyük topluluğa da جِبِلٌّ denmiştir. Yine Kuran-ı Kerim’de geçen جِبِلَّةٌ sözcüğü cibilliyet yani üzerlerine bina edilmiş oldukları halleri anlamındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki isim türeviyle toplam 41 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cibilliyet ve Cebel-i Târık’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel , mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri; ثبت  (sabit oldu) şeklindedir.

قُرْاٰناً  kelimesi  اَنَّ ‘in ismi olup lafzen mansubdur.

سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ  cümlesi  اَنَّ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur. 

سُيِّرَتْ  fetha üzere mebni,meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  

بِ  sebebiyyedir.  بِهِ  car mecruru  سُيِّرَتْ  fiiline müteallıktır.  الْجِبَالُ  naib-i fail olarak lafzen merfûdur. 

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri;  لما آمنوا (İman etmezlerdi.) veya  لكان هذا القرآن  (Bu Kur’an … olurdu) şeklindedir.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُطِّعَتْ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

بِهِ  car mecrur  قُطِّعَتْ  fiiline müteallıktır.  الْاَرْضُ  naib-i fail olarak lafzen merfûdur.

اَوْ  atıf harfidir.  كُلِّمَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.

بِهِ  car mecruru  كُلِّمَ  fiiline müteallıktır.  الْمَوْتٰى  naib-i fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

سُيِّرَتْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef'il babındandır. babındadır. Sülâsîsi  سير ’dir.   

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ 

 

 بَلْ  idrâb harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrab (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلّٰهِ  ifadesinde yer alan  ل  harfi, hem mülkiyeti, sahipliği hem de mutlak egemenliği ifade eder. Mutlak egemenliği elinde bulunduran Allah, kullarına zulmetmeyi asla istemez. Ancak hakimiyetleri noksan olan idareciler zulmeder. Ama Yüce Allah mutlak egemenliğe sahip olduğundan kullarına zulmetmez. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an , Ali İmran ,109) 

الْاَمْرُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  جَم۪يعاً  kelimesi الْاَمْرُ ‘nun hali olup fetha ile mansubdur.

جَم۪يعاً  kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren hal olur. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَفَلَمْ يَايْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ 

 

Hemze, istifhâm harfi  فَ  atıf harfidir. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَايْـَٔسِ  meczum muzari fiildir. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَايْـَٔسِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  هَدَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

النَّاسَ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.  جَم۪يعاً  hal olup fetha ile mansubdur.

جَم۪يعاً  kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren hal olur. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَزَالُ  nakıs, merfû muzari fiildir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ismi mevsûl,  لَا يَزَالُ ‘un ismi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlu sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 تُص۪يبُهُمْ  fiili  لَا يَزَالُ  fiilinin haberi olarak mahallen mansubdur. 

تُص۪يبُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تُص۪يبُ  fiiline müteallıktır.

صَنَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

قَارِعَةٌ  kelimesi  تُص۪يبُ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. 

تَحُلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ‘dir. 

قَر۪يباً  zaman zarfı,  تَحُلُّ  fiiline müteallıktır.

مِنْ دَارِهِمْ  car mecruru  قَر۪يباً ‘e müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَأْتِيَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  تَحُلُّ  fiiline müteallıktır.  

يَأْتِيَ  mansub muzari fiildir.  وَعْدُ  fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.

تُص۪يبُهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَا يُخْلِفُ cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا nefy harfi olup olumsuzluk anlamındadır.

يُخْلِفُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir.  الْم۪يعَادَ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.

 

وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ

 

وَ   istînâf, لَوْ  şart harfidir. Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki  قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ   cümlesi, masdar teviliyle takdiri  ثبت  (sabit oldu) olan fiilin faili konumundadır. 

ثبت  fiiliyle birlikte masdar-ı müevvel cümlesi,  şart cümlesidir. Takdiri  …لكان هذا القرآن  [Bu Kur’an … olurdu] olan şartın cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Burada kastedilen, Kur’an-ı Azim'in yüce şanını belirtmek ve kâfirlerin fikirlerinin bozuk olduğunu beyan etmek olabilir. Nitekim o kâfirler, Kur’an'ın yüce şanını takdir edemediler ve onu mucize kabilinden bile saymadılar. Bunun için de Kur’an'dan başka, Mûsa'ya (as) verilen mucizelerden istediler. Yahut bundan kastedilen, o kâfirlerin kibir ve inattaki aşırılıklarını ve dalalet ile fesattaki ısrarlarını beyan etmektir. (Ebüssuûd) 

Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قُرْاٰناً , tekid harfi  اَنَّ ’nin ismidir. Kelimedeki tenvin tazim çindir.

اَنَّ ’nin haberi olan  سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil sıygasında olması hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder. 

اَنَّ ’nin haberine matuf olan   قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ  cümlesi ve  اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ  cümlesi aynı üslupla gelmiştir.

Üç cümledeki fiiller meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olmuştur.

بِهِ ‘deki  بِ , sebebiyyedir. Özellikle  كُلِّمَ  fiilinin müzekker gelmesi ölülerin içinde gerçek müzekkerlerin olmasındandır. Tağlîb sanatı üslubuyla müennesler de kastedilmiştir.

Bu ayetteki,  لَوْ  (eğer) edatının cevabı, sözün gelişinden anlaşıldığı için hazf edilmiştir. Zeccâc şöyle demiştir: “Burada hazf edilen cevap şudur: “Eğer o kendisiyle dağların yürütüldüğü bir Kur’an olsaydı, (onlar buna yine de iman etmezlerdi).” Bu Cenab-Hakk’ın, “Eğer biz onlara melekleri indirseydik ve ölüler de kendileriyle konuşsaydı” (En’âm, 111), (onlar yine iman edecek değillerdi)” ayeti gibidir” demiştir.

لَوْ ’in cevabının hazfı îcâz-ı haziftir. Bu îcâz biçimi, Kur’an-ı Kerim’in önemli üslup özelliklerindendir. Mahzufa delalet eden bir karînenin bulunması şartıyla ibaredeki bir kelimenin, cümlenin veya daha fazla ifadenin hazf edilmesine denir. (Kazvînî, Îzâh, s. 145; es-Sa’îdî, 123-125) Böylece sözü uzatmamak için bir kısım hazf edilerek asıl önemli olan şey ilk etapta zikredilmiş ve muhatabın dikkati o yöne çekilmiş olur.

Beyzâvî: “ لَوْ  şartının cevabı hazf edilmiştir. Bunun nedeni de Kur’an’ın şanını yüceltmek ya da kâfirlerin inkâr hususunda inat ve kararlılıklarını mübalağalı bir ifadeyle anlatmaktır” diyerek mahzuf için şu iki vechi takdir eder: لكان هذا القرآن  (elbette bu Kur’an olurdu), ya da  لما آمنوا به  (yine de ona inanmazlardı). (Beyzâvî, III, 329-330, Beydâvî, Nâsırüddîn Ebû Sa’îd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şîrâzî, Envâru’tTenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, ve Meahu Hâşiyetu’l-Kâzerûnî, I-V, nşr. eş-Şeyh ‘Abdülkadir ‘İrfan el-‘Aşşâ Hassûne, Dâru’l-Fikr, Beyrût 1416/1996)


 بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İdrâb harfi  بَلْ ’in dahil olduğu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

Sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِلّٰهِ  lafzı mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْاَمْرُ  muahhar mübtedadır. Manevi tekid olan  جَم۪يعاًۜ , mübtadayı tekid maksadıyla gelen tnâbtır.

Cümledeki takdim kasr ifade eder. Kasr, haberle mübteda arasındadır. İşlerin hepsi Allah’a kasredilmiştir.  لِلّٰهِ  maksûrun aleyh/mevsuf,  الْاَمْرُ  maksûr/sıfattır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandıran lafza-i celâlin, mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Bu ayet, birinci türden kabul edilebilecek olan bir üslûbu ḥakîm sanatıdır. Muhataplar Muhammed’in (sav)  لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ  şeklinde karşılık vereceğini beklemedikleri halde bu yanıt onların arzusu olan dağların yürütülmesi, ölülerin konuşturulması vb. şeylerin de içinde olduğu her işi elinde tutanın Allah olduğunu onlara bildirmektedir. (Âşûr)


اَفَلَمْ يَايْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ 

 

Cümle, takdiri  أغفلوا عن كون الأمر لله فلم يعلموا.. [İşin Allah'a ait olduğunu gözardı ettiler ve …. bilmiyorlardı] olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Hemze inkâri istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle ikrar ve ikaz manası taşımaktadır. İstifham anlamından çıktığı için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümlede tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celalin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

يَايْـَٔسِ  fiilinin faili konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Cümledeki  اَنْ , tahfif edilmiş  اَنَّ ’dir. Şan zamiri mahzuftur.  يَشَٓاءُ اللّٰهُ  şart cümlesi muzari fiil sıygasında, cevap cümlesi  لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ , mazi fiil sıygasında gelmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil olan  لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ  cümlesi, terkibi aynı zamanda  اَنَّ ’nin haberidir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Manevi tekid  جَم۪يعاًۜ , mef’ûl olan  النَّاسَ ’yi tekid maksadıyla gelen ıtnâbtır.

اَنَّ  ve akabindeki cümle masdar teviliyle,  يَايْـَٔسِ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Zeccâc bu ayetin manası için: “iman edenler, Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdireceğini bildikleri için bu kâfirlerin imanından ümitlerini kestiler” şeklindedir, demiştir. Bunun izahı şöyledir: Bir şeyin olmadığını bilmek, onun gerçekleşmesinden, meydana gelmesinden ümit kesmeyi gerektirir. Bu mülâzemet (bir yere veya bir kimseye bağlanmak) güzel bir mecaz yapmayı gerektirir. İşte bundan dolayı  يَايْـَٔسِ  lafzının, “bilmek” manasında kullanılması güzel olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

يَايْـَٔسِ  fiili,  يوقن  ve  يعلم  anlamındadır. Bu fiil sadece masdariyye  أنَّ  ile birlikte kullanılır. Araştırdıktan sonra matlubun hasıl olmadığından emin olmak anlamındaki  يأْس ‘den müştaktır. Kelime ilim manası da taşıdığı için lüzum alakasıyla mecazı mürsel yoluyla mutlak yaqîn manasında kullanılmıştır. Bu kullanım o kadar yaygındır ki hakikat gibi olmuştur. (Âşûr)


 وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  nakıs fiil  لَا يَزَالُ ’nun ismidir. Sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

لَا یَزَالُونَ fiili gelecekte de bunu yapmaya devam edeceklerine delalet eder. (Âşûr)

Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

زَالَ  fiili,  لَا یَزَالُ  ve  مازَالَ  şeklinde kullanılır. Vahidî, bunun masdarı bulunmayan bir fiil olduğunu söylemiştir. Bunun ism-i fail ve ism-i mef’ûl sıygaları kullanılmaz. Fiiller arasında bunun benzerleri pek çoktur. Mesela,  عَسى  fiili de böyledir. Bu fiilin de masdarı ve muzarisi yoktur.  لَا یَزَالُونَ “Onlar bu işlerine devam ederler" manasına gelir. Çünkü  زَوَالْ  olumsuzluk ifade eder. Buna bir de  لا  ve  ما  gibi nefy ifade eden harfleri getirdiğin zaman bu, nefyi nefyetmek olur. Böylece de bu müspet manaya delil olur. (Fahreddin er-Râzî)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu, bahsi geçen kişileri tahkir içindir

تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ  cümlesi, istimrar fiillerinden olan  لَا يَزَالُ ‘nun haberidir. İstimrar fiiline ilave olarak müsnedin muzari fiille gelişi, onların bu fiili yapmağa devam etmekte ısrarcı olduklarını belirtir. 

Mecrur mahaldeki masdar harfi ve akabindeki  صَنَعُوا قَارِعَةٌ  cümlesi, masdar teviliyle  تُص۪يبُهُمْ  fiiline müteallıktır. Sılası olan  صَنَعُوا قَارِعَةٌ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

بِمَا صَنَعُوا  ibaresindeki  بِ  sebebiyyedir.

قَارِعَةٌ  kelimesinin tenkiri, başlarına gelecek şeyin korkuçluğunu ortaya koyar ve bilinemeyecek derecede bir ceza olduğunu ifade eder.

Onların yaptıklarının sarih olarak beyan edilmemesi, korkunçluğunu veya müstehcenliğini zımnen belirtilmesi içindir. (Ebüssuûd)  

 تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil cümlesi formunda gelerek ...تُص۪يبُهُمْ  cümlesine  اَوْ  atıf harfiyle atfedilmiştir.

Gaye ve cer harfi  حَتّٰى ’nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ  cümlesi, mecrur mahalde  تَحُلُّ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَعْدُ اللّٰهِۜ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması  وَعْدُ  için tazim ifade eder.

الْجِبَالُ - الْاَرْضُ , الْمَوْتٰىۜ - النَّاسَ , الْم۪يعَادَ۟ - حَتّٰى  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı

 vardır.

اٰمَنُٓوا - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  يُخْلِفُ - وَعْدُ  kelimeleri arasında ise  tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Allah lafzı ayette mehabet ve haşyet duygularını artırmak için üç kez,  جَم۪يعاًۜ  ve  الَّذ۪ينَ  ikişer kez tekrarlanmış. Bu tekrarlarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَعْدُ  kelimesi  موعود ‘un yani vadedilen şey anlamındadır. İsm-i mef’ûl yerine masdar kullanılmıştır. (Âşur)

وَعْدُ  kelimesinde irsâd vardır.

“Allah’ın vaadi gelinceye kadar” ibaresindeki vaadden maksat ölüm, kıyamet veya Mekke’nin fethidir. (Beyzâvî)

Vaadin gelişi, vukuu manasında mecazdır. (Âşur)


اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟

 

Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Tekid için gelmiş tezyîl cümlesidir. (Âşûr)

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, zamandan bağımsız olarak sübut ifade etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi haberin önemini de vurgulamak ve zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟  cümlesi,  حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ  için tezyîl cümlesidir.(Âşûr)