وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | ve işte |
|
2 | أَنْزَلْنَاهُ | biz onu indirdik |
|
3 | حُكْمًا | bir hüküm olarak |
|
4 | عَرَبِيًّا | arapça |
|
5 | وَلَئِنِ | ve eğer |
|
6 | اتَّبَعْتَ | uyarsan |
|
7 | أَهْوَاءَهُمْ | onların keyiflerine |
|
8 | بَعْدَمَا | sonra |
|
9 | جَاءَكَ | sana gelen |
|
10 | مِنَ | -den |
|
11 | الْعِلْمِ | ilim- |
|
12 | مَا | artık yoktur |
|
13 | لَكَ | senin için |
|
14 | مِنَ |
|
|
15 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
16 | مِنْ | hiçbir |
|
17 | وَلِيٍّ | dost |
|
18 | وَلَا | ne de |
|
19 | وَاقٍ | bir koruyucu |
|
Hz. Peygamber ve yakın çevresinin Arap olması Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesinin başlıca sebeplerindendir (bilgi için bk. Yûsuf12/2); Allah her peygambere kendi kavminin diliyle hitap etmiş, vahyini onların diliyle göndermiştir ki peygamber Allah’ın emir ve yasaklarını kavmine rahatça anlatsın (İbrâhim 14/4). Kur’an’ın Arap dili ile indirilmiş olması onun sadece Araplar’a indirilmiş olduğunu ifade etmez. Nitekim bazı âyetler onun, bütün insanlığa hitap eden evrensel bir mesaj olduğunu göstermektedir (meselâ bk. Bakara 2/185; Âl-i İmrân 3/138; A‘râf 7/158; Sebe’ 34/28).
Bu âyette “dili Arapça olarak” değil, “hükmü Arapça olarak” denilmiştir. Hükmü dil olarak yorumlamak mümkün olmakla beraber, hakiki mânasına daha yakın olarak şöyle anlamak da mümkündür: Kur’an’da beşerî tasavvur, ihtiyaç ve kültür olarak Araplar’a hitap edilmiş, evrensel mesaja vasıta kılınan bu kültüre uygun bir kurgu yapılmıştır. Bu şekilde Araplar’ın kolayca anladıkları, içinde kendilerini buldukları, ihtiyaçlarını karşıladıkları Kur’an’ın evrensel mesajı da onlar aracılığı ile insanlığa ulaşmıştır.
Allah Teâlâ hikmetinin gereği olarak Kur’an’ı gönderip önceki kitapların bazı hükümlerini kaldırmış, bazılarını tekrarlamış, bu arada gerektiği kadar da yeni hükümler ve bilgiler göndermiştir. Bu sebeple Kur’an’dan önceki ilâhî kitapların hükümlerinden Kur’an’ın özüne ters düşen herhangi bir hükümle amel etmek câiz değildir (Bu konuda bk. Mâide 5/45).
Kur’an tercümelerinden hüküm çıkarmak isteyenlerin de metindeki mâna ve nüansların tercümede olabildiğince iyi bir şekilde aktarıldığından emin olmaları gerekir. Bunun için en azından tefsirlere bakmak ve uzmanlara danışmak kaçınılmazdır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 294-295
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili اَنْزَلْنَاهُ olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَنْزَلْنَاهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
حُكْماً hal olup fetha ile mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَرَبِياًّ kelimesi حُكْماً ‘in sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada عَرَبِياًّ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
اتَّبَعْتَ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olup mahallen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْوَٓاءَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَعْدَ zaman zarfı, اتَّبَعْتَ fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar.
Ayette بَعْدَ başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ الْعِلْمِ car mecruru جَٓاءَكَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır.
اتَّبَعْتَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru وَلِيٍّ ‘e müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. وَلِيٍّ lafzen mecrur muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
وَاقٍ kelimesi sülâsî mücerred olan وقي fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Bu ayet Rad suresi 36. ayetteki والَّذِينَ آتَيْناهُمُ الكِتابَ يَفْرَحُونَ بِما أُنْزِلَ إلَيْكَ cümlesine matuftur ve itiraziyyedir. (Âşûr)
كَذٰلِكَ , amili اَنْزَلْنَاهُ olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali (kullanımı), işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ [Bunun gibi, onu gönderdik] cümlesinde teşbih vardır. Bunlar mürsel, mücmel teşbihdir. (Safvetü't Tefasir)
اَنْزَلْنَاهُ fiilindeki نَا zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, C. 2, S. 467)
حُكْماً عَرَبِياًّ (Arapça bir hüküm) tabiri ile Kur’an’ın tümünün kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü Kur’an-ı Kerim hak ile batılı birbirinden ayırt eder ve hüküm de koyar. (Kurtubî)
Kur’an, hükmetmenin vasıtası olduğu için bunu iyice anlatmak için “hüküm” olarak isimlendirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Kur’an'ın tamamı hükümlerden ibaret olmadığı halde bu vasıfla zikredilmesi, onun hükümlerine riayet etmenin ve bu hükümlerin kesin olarak muhafazasının zorunluluğunu kuvvetle ifade etmek içindir.
Kur’an'ın Arapça olduğu vasfının belirtilmesi, onun eski semavi kitaplardan farklı olduğu bir yönünün de bu olduğuna işaret etmek içindir. Üstelik hikmetin gereği budur; çünkü ancak Arapça olmasıyla anlaşılması ve îcâzının idraki kolay olur. (Ebüssuûd)
حُكْماً kelimesi اَنْزَلْنَاهُ fiilindeki gaib zamirden hal olarak mansubdur. Takdiri; حكماً بين الناس عربياً şeklindedir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
عَرَبِياًّۜ , ikinci hal veya حُكْماً ’nin sıfatıdır.
وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟
وَ istînâfiyyedir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. لَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2) Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.
3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Şartın cevabının ve kasemin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ cümlesi itiraziyyedir. (Âşûr)
Muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
لَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ (Sen onların arzularına uysa) cümlesi, hakta sebatı sağlamak için yapılan teşvik ve tahrik kabilindendir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Bakara / 145)
Zuhaylî’nin açıklamasına göre burada Allah Teâlâ varsayım yoluyla “şayet onların hevalarına uyarsan” buyurdu. Yani eğer kıble Kâbe’ye döndürüldükten sonra -Beyt-i Makdis’deki kıblelerine yönelmek gibi- onların görüşlerine uyarsan ve onlara güzel görünmeye çalışırsan, Allah’a karşı sana yardım edecek, seni Allah’ın cezalandırmasından koruyup, ona engel olacak ve seni o azaptan kurtaracak kimse olmaz. Bu ayet, aslında إياك أعني واسمعي يا جارة (kızım sana söylüyorum gelinim sen anla) kabilinden Müslümanlara bir ta‘rîzdir. Aynı şekilde hak dini tanıyıp bildikten sonra dalalet ehlinin yoluna uyan ilim sahiplerine şiddetli bir tehdit vardır. Yine bu ayet, kâfirlerin ümitlerini kesip boşa çıkarmakta ve müminleri dinlerinde sebat etmeye teşvik etmektedir. Resulullah’a (sav) hitap edilmiş, ümmeti kast edilmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Sana ilim geldikten sonra cümlesindeki ilim, vahiyden kinayedir.
Kasemin cevabı olan مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟ cümlesi, menfi isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ Burada zamir makamında Allah kelimesinin zikredilmesi, ilâhî mehabeti arttırmak içindir.
Ezherî diyor ki: "Ulûhiyet vasfı, mâbud, hâlik, râzık ve müdebbir olmak vasıflarından üstündür." (Ebüssuûd)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكَ mahzuf habere müteallıktır. Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu وَلِيٍّ muahhar mübtedadır.
وَلِيٍّ kelimesine مِنْ harfinin dahil olması umumi olarak olumsuzluğu tekid içindir. (Âşûr)
Zaid harfler ve isim cümlesi olmak üzere birden fazla unsurla tekid edilen bu cümlede ayrıca müsnedin takdimi, kasr ifade eder.
وَلِيٍّ ’e tezâyüf sebebiyle atfedilmiş olan وَلَا وَاقٍ۟ ’daki ney harfi لَا , zaiddir. Olumsuzluğu tekid için gelmiştir.
الوَلِيِّ (dost) ve النَّصِيرِ (yardımcı) kelimelerinin olumsuzluğu, şartın cevabı olup cevaptan yani azap ve cezadan kinayedir. (Âşûr)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اَنْزَلْنَاهُ ile مِنَ اللّٰهِ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger)/Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, olumsuz isim cümlesi ve zaid harfler sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَلِيٍّ kelimesi, yardımcı, dost, koruyucu manalarını kapsayan bir kelime olduğu halde bir de وَاقٍ۟ (koruyucu) buyurulması umumdan sonra husus babında ıtnâbdır. Ayrıca nefy edatının tekrarı ve takdim kasrı bu konudaki hükmün son derece kesin olduğunun delaletidir.
Bu gibi uyarılar, kâfirlerin umutlarını kesmek ve müminleri dinde sebata teşvik etmek içindir. (Ebüssuûd)
وَلِيٍّ - وَاقٍ۟ ve الْعِلْمِۙ - حُكْماً kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَا ayette bir kez ismi mevsûl bir kez de nefy edatı olarak gelmiştir. Aralarında tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.