وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | أَرْسَلْنَا | biz gönderdik |
|
3 | رُسُلًا | elçiler |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | قَبْلِكَ | senden önce |
|
6 | وَجَعَلْنَا | ve verdik |
|
7 | لَهُمْ | onlara |
|
8 | أَزْوَاجًا | eşler |
|
9 | وَذُرِّيَّةً | ve çocuklar |
|
10 | وَمَا | değildir |
|
11 | كَانَ | mümkün |
|
12 | لِرَسُولٍ | hiçbir elçinin |
|
13 | أَنْ |
|
|
14 | يَأْتِيَ | getirmesi |
|
15 | بِايَةٍ | bir ayet |
|
16 | إِلَّا | olmadan |
|
17 | بِإِذْنِ | izni |
|
18 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
19 | لِكُلِّ | her |
|
20 | أَجَلٍ | sürenin |
|
21 | كِتَابٌ | bir yazısı (vardır) |
|
Müşrikler peygamberin insan üstü varlık olacağını sanıyor, Hz. Muhammed’in eş ve çocukları olduğu için onun peygamberliğine itiraz ediyorlardı. Oysa Kur’ân-ı Kerîm beşerî özellikler bakımından peygamberlerin insan üstü varlıklar olmadığını, onların da birer insan olduğunu (İbrâhim 14/11; Kehf 18/110; Fussılet 41/6), eş ve çocukları bulunmasının peygamber olmaya engel teşkil etmediğini haber vermektedir. Mûcizeye gelince o da peygamberin elinde değil, Allah’ın kudretinde olup ancak onun ezelî ilminde belirlediği zaman meydana gelir. Müşriklerin istediği mûcizenin hemen gelmemesi onun hiç gelmeyeceğini göstermez. Allah’ın hikmet ve takdiri onun ne zaman gerçekleşmesini gerektiriyorsa o zaman gerçekleşir.
“Süreli her şeyin bir kaydı vardır” meâlindeki cümlede yer alan kayıt kelimesinin âyetteki karşılığı “kitap”tır. Buradaki kitabı “şeriat vahyi” olarak anlayıp âyeti, “Allah’ın takdir ettiği her süre için gönderdiği bir kitap vardır” şeklinde yorumlayanlar da olmuştur (Şevkânî, III, 99-100; Esed, II, 494).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 296-297
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
قَدْ tahkik harfidir.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olup mahallen merfûdur.
رُسُلاً mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.
مِنْ قَبْلِ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar.
Ayette قَبْلَ muzâf olup başına harf-i cer geldiği için mecrur olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَا fiili atıf harfi وَ ile اَرْسَلْنَا fiiline matuftur. جَعَلْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olup mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru جَعَلْنَا fiiline müteallıktır.
اَزْوَاجاً mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.
ذُرِّيَّةًۜ atıf harfi وَ ile اَزْوَاجاً ‘e matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لِرَسُولٍ car mecruru mahzuf كَانَ ‘in haberine müteallıktır.
اَنْ masdar harfidir. يَأْتِيَ mansub muzari fiildir.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi) denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
أن ve masdar-ı müevvel, كَانَ ‘in ismi olup mahallen merfudur. بِاٰيَةٍ car mecruru يَأْتِيَ fiiline müteallıktır.
اِلَّا istisna edatıdır. بِاِذْنِ car mecruru mahzuf müstesnaya müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh;
a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları üçe ayrılır:
1. Muttasıl istisna
2. Munkatı’ istisna
3. Müferrağ istisna
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ
لِكُلِّ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اَجَلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كِتَابٌ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ
وَ istînâfiyye, لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Cümlede car-mecrur لَهُمْ , siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
اَرْسَلْنَا - جَعَلْنَا fiillerindeki نَا zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, C. 2, S. 467)
وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
Kasemin cevabına وَ ’la atfedilen cümle, menfi كَانَ ’nin dahil olduğu, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
ما كانَ terkibi, olumsuzlukta mübalağaya delalet eder. (Âşûr)
لِرَسُولٍ car mecruru, كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi اَنْ ve müspet muzari fiil sıygasındaki يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ‘nin muahhar ismidir. بِاِذْنِ اللّٰهِۜ , failin halinden istisna edilen, mahzuf müstesnaya müteallıktır.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasrla, resullerin mucize göstermelerinin Allah’ın iznine bağlı olduğu, Allahın izni olmadan bunun mümkün olmayacağı kesin bir dille ifade edilmiştir. Kasr-ı mevsûf ales sıfattır.
بِاٰيَةٍ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.
اَرْسَلْنَا رُسُلاً (Peygamberler gönderdik) cümlesinde, iştikak-ı cinas vardır.
اَرْسَلْنَا رُسُلاً ile بِاِذْنِ اللّٰهِۜ ifadeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı İltifat Sanatı)
الإتْيانُ göstermekten, الإذْنُ ise yaratmaktan istiaredir. (Âşûr)
لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ
Beyânî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car-mecrur لِكُلِّ اَجَلٍ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. كِتَابٌ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyhin ve اَجَلٍ ’in nekre gelişi, tazim ifade eder.
Ayetteki كِتَابٌ sözcüğü ile hem kesin olarak belirlenmiş ecel hem de bildiğimiz kitap kastedilir.
كِتَابٌ sözcüğü, لِكُلِّ اَجَلٍ ifadesi ile sonraki ayetin başında bulunan يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ ifadesi arasına girmiştir. Cümlenin baş tarafı, kendisiyle kesin olarak belirlenmiş ecel”in kastedildiğini ifade ederken, son tarafı bildiğimiz kitabı ifade eder. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Her bir vadenin yazılmış bir hükmü vardır, yani Allah’ın hükme bağladığı her bir işin Allah nezdinde yazılmış, yazı ile tespit edilmiş bir hali vardır. Bunu Hasen ifade etmiştir. Ayette takdim ve tehir olduğu da söylenmiştir. Mana; “Her bir yazının bir vadesi vardır” şeklindedir. Bu açıklamayı Ferrâ’ ve Dahhâk yapmıştır ki Yüce Allah’ın yazmış olduğu her bir işin bilinen bir vakti, belli bir süresi vardır, demektir. Bunun bir benzeri de Yüce Allah’ın: “Her bir haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır” (el-En’âm, 6/67) ayetidir. (Kurtubî)
رُسُلاً - اٰيَةٍ - كِتَابٌ ve اَزْوَاجاً - ذُرِّيَّةًۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لِكُلِّ أجَلٍ كِتابٌ ve يَمْحُوا اللَّهُ ما يَشاءُ ويُثَبِّتُ وعِنْدَهُ أُمُّ الكِتابِ cümleleri tezyîldir. (Âşûr)