İbrahim Sûresi 19. Ayet

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ  ...

Allah’ın, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 أَنَّ şüphesiz
4 اللَّهَ Allah
5 خَلَقَ yarattı خ ل ق
6 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
7 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
8 بِالْحَقِّ hak ile ح ق ق
9 إِنْ eğer
10 يَشَأْ dilerse ش ي ا
11 يُذْهِبْكُمْ sizi götürür ذ ه ب
12 وَيَأْتِ ve getirir ا ت ي
13 بِخَلْقٍ bir halk خ ل ق
14 جَدِيدٍ yepyeni ج د د
 
Hz. Peygamber’in şahsında insanlığa hitap edilerek zorba toplumları yok edip yerlerine başkalarını yerleştirmenin zor olduğunu düşünen inkârcılara cevap verilmekte, başkalarının yardımına muhtaç olmaksızın gökleri, yeri ve bunların üzerinde yaşayan varlıkları hikmetli olarak yaratmış olan Allah Teâlâ’nın dilediğini yapma, onları yok edip yerine başka varlıklar getirme gücüne sahip olduğu ifade edilmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 313
 
جدّ Cedde : ّجَدٌ aslen düz bir araziyi kat’ etmek/keser gibi aşıp gitmektir. Bu fiil salt kat’ etme, kesme anlamı düşünülerek onarmak için elbiseyi kesmek manasında kullanılır. Ancak zamanla yeni inşâ edilen herşey için de kullanılır olmuştur. Fâtır, 35/27 ayetinde geçen جُدَدٌ kelimesi جُدَّةٌ ün çoğulu olup apaçık güzel yol/çokça gidilip gelinen yol demektir. Ayrıca جَدٌ İlahi feyiz ve Allah’ın insana tahsis ettiği baht ve talihler olarak adlandırılmıştır. Yine bu isim babanın babası ve annenin babasıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ced, ecdâd, ciddi, ciddiyet, cadde, müceddede, müceddid ve Nizam-ı Cedid’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ

 

İstifham harfidir. لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَرَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ  , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen  أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329) 
اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)

 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel ,  تَرَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  تَرَ  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اَنَّ ‘in ismi olarak lafzen mansubdur. 

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ  cümlesi  اَنَّ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

السَّمٰوَاتِ  mefûlun bih olarak kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ ‘la  السَّمٰوَاتِ ‘a matuftur.

بِالْحَقّ  car mecruru  خَلَقَ ‘deki   failin veya mef’ûlun bihin mahzuf haline müteallıktır.

 

 اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَشَأْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir.Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

يُذْهِبْكُمْ  fiili,  فَ  harfi bitişmeksizin şartın cevabıdır. 

يُذْهِبْ  meczum muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَأْتِ  fiili atıf harfi  وَ ‘la  يُذْهِبْكُمْ  fiiline matuftur.

يَأْتِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

بِخَلْقٍ  car mecruru  يَأْتِ  fiiline müteallıktır.  جَد۪يدٍ  kelimesi  خَلْقٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَت dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, taaccüp ve kınama manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir.  اَنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesi,  تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Ayetteki görme, kalp görmesidir. Yani kalbinle idrak etmez misin ki, Allah (cc) gökleri ve yeri hikmet ile ve yaratılması gerektiği şekilde yaratmıştır. O, dilerse sizi tamamen yok eder ve sizin yerinize, sizinle onlar arasında hiçbir alâka bulunmayan yepyeni bir halk yaratır.(Ebüssuûd)

اَنَّ ’nin haberi olan  خَلَقَ السَّمٰوَاتِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ifade Kur’an’ın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâgi Tefsîri, S. 343)

Allah'ın (cc) zikredilen şeylere muktedir olduğunu, gökleri ve yeri bu harika nizam üzere yaratmaya muktedir olduğu delili üzerine bina etmesi, istidlal yolunu göstermek içindir. Zira bu gibi muazzam cisimleri yaratmaya muktedir olan kuvvet, bu halkı başka bir halkla değiştirmeye daha kolaylıkla muktedir olur. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)


اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karînesi olmadan gelen  يُذْهِبْكُمْ  cümlesidir.  Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

يَشَأْ  fiilinin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍ  cümlesi şartın cevabına matuftur. 

بِخَلْقٍ  ibaresinin tenkirinden murad; kimsenin anlayamayacağı, bilemeyeceği bir yaratış olması ve tazim içindir.

Bu ayetteki  بِالْحَقِّۜ  tabiri “Cenab-ı Hak, bunu boşuna değil tam aksine sahih, doğru bir maksat için yaratmıştır” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin ilk cümlesindeki  اللّٰهَ  isminden bu cümlede gaib zamire iltifat edilmiştir.

جَد۪يدٍ  kelimesi,  خَلْقٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

يُذْهِبْ  [giderir] ile  يَأْتِ  [getirir] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

خَلْقٍ  ve  بِالْحَقِّۜ arasında cinas-ı nakıs,  خَلَقَ  ve  خَلْقٍ  arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.