مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَثَلُ | durumu |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(lerin) |
|
4 | بِرَبِّهِمْ | Rablerini |
|
5 | أَعْمَالُهُمْ | işleri |
|
6 | كَرَمَادٍ | küle benzer |
|
7 | اشْتَدَّتْ | savurduğu |
|
8 | بِهِ | onu |
|
9 | الرِّيحُ | rüzgarın |
|
10 | فِي |
|
|
11 | يَوْمٍ | bir günde |
|
12 | عَاصِفٍ | fırtınalı |
|
13 | لَا |
|
|
14 | يَقْدِرُونَ | ele geçiremezler |
|
15 | مِمَّا | şeylerden |
|
16 | كَسَبُوا | kazandıkları |
|
17 | عَلَىٰ |
|
|
18 | شَيْءٍ | hiçbir şeyi |
|
19 | ذَٰلِكَ | işte |
|
20 | هُوَ | o |
|
21 | الضَّلَالُ | sapıklıktır |
|
22 | الْبَعِيدُ | derin |
|
مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ
İsim cümlesidir. مَثَلُ kelimesi mübteda olup aynı zamanda muzâftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِرَبِّهِمْ car mecruru كَفَرُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri; فيما يتلى عليكم (Size okunan şeydedir.) şeklindedir.
اَعْمَالُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَرَمَادٍ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
اشْتَدَّتْ fiili, رَمَادٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. اشْتَدَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
الرّ۪يحُ fail olup lafzen merfûdur. ف۪ي يَوْمٍ car mecruru اشْتَدَّتْ fiiline müteallıktır. عَاصِفٍ kelimesi يَوْمٍ sıfatı olup lafzen mecrurdur.
لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَقْدِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceri ile birlikte شَيْءٍ ‘in mahzuf haline müteallıktır. İsmi mevsûlun sılası كَسَبُوا cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَسَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلٰى شَيْءٍ car mecruru يَقْدِرُونَ fiiline müteallıktır.
ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ cümlesi ذٰلِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الضَّلَالُ haber olup lafzen merfûdur. الْبَع۪يدُ ise الضَّلَالُ kelimesinin sıfatıdır.مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda olan مَثَلُ , müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘ye muzâf olmuştur. Mazi fiil sıygasıyla gelen sıla cümlesi كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur.
Takdiri; ... فيما يتلى عليكم [Size okunan şeydedir.] şeklindedir.
اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede كَرَمَادٍ ’nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ cümlesi, رَمَادٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
الرّ۪يحُ deki marifelik cins içindir. (Âşûr)
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Sibeveyhî şöyle demiştir: “Ayetin takdiri, “ve size okunanlar arasında, o kâfirlerin misâli de vardır”
Ayetteki كَرَمَادٍ kelimesi de, mukadder bir suâlden dolayı, müstenef bir cümledir. Buna göre o soruyu soran sanki, “Onların misalleri nasıldır?” demiş de, “onların amelleri…. kül gibidir” denilmiştir.
Bu ifadede, esme işi, güne nispet edilmiştir. Bu, o günün ihtiva ettiği şey, yani rüzgâr veya rüzgârlar sebebiyledir.
Bu ayet aslında az önce geçen: “İnat eden her zorba ise zarara uğradı” (İbrahim, 14/15) ayeti ile ilişkilidir. Onların amelleri boşa çıkmış olacak ve kabul edilmeyecektir, demektir. Kül ise bir şeyin yanmasından sonra geriye kalandır. Şanı Yüce Allah bu ayet-i kerime ile inkâr eden kâfirlerin amellerinin misalini vermektedir. Fırtınalı bir günde şiddetli rüzgarın külü savurduğu gibi Yüce Allah ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍ (fırtınalı bir amellerini yok edecektir. (Kurtubî)
Bu mesel ile bu ameller arasındaki "vech-i şebeh" (benzeşme yönü) şudur: Şiddetli bir rüzgârın, külü her tarafa uçurup o külden herhangi bir eser ve iz kalmayacak bir biçimde, onu darmadağın etmesidir. Burada da böyledir, zira onların küfürleri, amellerini boşa çıkarmış, o amellerden onların yanında herhangi bir iz, herhangi bir eser kalmayacak bir biçimde, onların amellerini yakıp kül etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
günde) ibaresinde geçen asf rüzgârın şiddetle esmesidir. Zamanın onunla nitelenmesi mübalağa içindir. Tıpkı نهاره سائم (gündüzü oruçlu) ve ليله قائم (gecesi namazlı) sözleri gibi. عَاصِفٍۜ kelimesi rüzgâra değil güne isnad edilmiştir. Mecazî isnad vardır.
Ayet-i kerimedeki اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ ifadesi vech-i şebeh birçok unsurdan elde edildiği için teşbih-i temsîlîdir.
“Kâfirler, cehennem ateşinde karşılaşacakları azap bir yana, bir de dünyada işledikleri iyi işlerinin zayi olup boşa gitmesine ve ahirette kendilerine bir fayda vermemesine üzüleceklerdir. Allah, onların amelleri için şöyle misal vermiştir: Kâfirlerin; sadaka vermek, sıla-i rahim, ana babaya iyilik etmek gibi yaptığı iyi amellerin kıyamet gününde Allah’tan bunların sevaplarını talep ettikleri vakitte durumu, fırtınalı bir günde kuvvetli ve şiddetli rüzgârın/kasırganın savurduğu külün durumu gibidir. Dünyada yaptıkları bu amellerden hiçbir şey elde etmeye güç yetiremezler. Ancak sadece o fırtınalı günde o küllerden ne kadar toplayabilirlerse o kadarını elde edebilirler. Onların çalışmaları ve amelleri, herhangi bir temel ve bir istikamete mebni değildir. Bilakis haktan son derece uzaktır. Öyle ki bu amellerin kabul şartı olan imanı yitirdikleri için sevabını da kaybetmişlerdir.
İbn Âşûr da benzer açıklamalarla birlikte bu temsilin şöyle bir inceliği olduğunu zikreder. O da, temsil için kül birikintisine benzetmenin seçilmesidir. Çünkü kül, ilk muhatap konumundaki kâfirlerin en faziletli kabul ettikleri ve aralarında en yaygın olan misafir ağırlama amellerinin eseri idi. Öyle ki “külü çok” ifadesi onların dilinde cömertlikten kinaye olarak kullanılırdı. Dolayısıyla kâfirlere en çok güvendikleri amellerinin bile boşa çıkacağı temsil yoluyla en güzel şekilde anlatılmış olmaktadır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ve يَوْمٍ عَاصِفٍۜ ifadelerinin ikisi de istiaredir. اشتداد ‘ın Arap kelamındaki asıl anlamı ‘’hızla koşmaktır.’’ Nitekim Araplar اشْتَدَّ اَلْقَوْمُ (kavim hızla koştu) derler. Yüce Allah burada rüzgârın külü savurmadaki süratini uzun koşu yapan koşucunun süratine benzetmiştir. Diğer istiare de Allah Teâlâ’nın ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ [Şiddetle esen bir günde] sözüdür. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Bu kelâm, mukadder bir sualin cevabı mahiyetindedir. Sanki, peki onların sıla-ı rahim, köleleri azat etmek, fidye verip esirleri azat etmek, tehlikede olanları kurtarmak, konukları ağırlamak gibi iyi amelleri ne oldu da, sonuçları böyle kötü oldu? diye sorulmuş da buna cevap olarak denilmiş ki işte Rablerini inkâr edenlerin garip halleri şöyledir... işte onların sayılan iyi işleri, Allah'ı tanımak, O'na iman etmek ve O'na yönelmek temeli üzerine bina edilmediği için fırtına rüzgârlarının savurduğu bir kül yığınına benzetilmiştir. Yani onlar kıyamet gününde kazandıkları amellerin, mükâfat veya azabın hafifletilmesi gibi bir faydalı sonuç göremezler. Tıpkı, mezkûr kül yığını gibi yaptıkları havaya gider.
Kâfirlerin, putlar adına yaptıkları amellerin korkunç cezaları da olduğu halde burada yalnız, faydalı sonuçlarını görmeyeceklerinin beyan edilmesiyle iktifa edilmesi, onların putlara karşı olan inançlarının ve Allah (cc) katında kendilerine şefaatçi olacakları iddialarının bâtıl olduğunu sarahaten belirtmek ve bir de onlarla istihza etmek ve gazap beyan etmek içindir. (Ebüssuûd)
لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan كَسَبُوا cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu cümle, kulun kendi fiillerini kesbedeceğine delâlet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
عَاصِفٍ - الرّ۪يحُ ve كَفَرُوا - الضَّلَالُ ve كَسَبُوا - يَقْدِرُونَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
الضَّلَالُ mübtedanın haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğunu, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu kesin bir dille belirtilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede ذٰلِكَ ile dalalette olanların durumuna işaret edilmiştir.
ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
ذٰلِكَ sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir.
Zamir makamında gelen işaret ismi ذٰلِكَ bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir.
Uzağı işaret etmekte kullanılan ذٰلِكَ , son cümlenin müsnedün ileyhidir. Müsnedin nekra gelmesi gerekirken marife gelmesi mübalağa ifade eder. ‘Öyle bir dalalettir ki asıl sapkınlık odur’ manası vardır.