رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِۚ فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | رَبِّ | Rabbim |
|
2 | إِنَّهُنَّ | şüphesiz onlar |
|
3 | أَضْلَلْنَ | şaşırttılar |
|
4 | كَثِيرًا | birçoğunu |
|
5 | مِنَ | -dan |
|
6 | النَّاسِ | insanlar- |
|
7 | فَمَنْ | artık kim |
|
8 | تَبِعَنِي | bana uyarsa |
|
9 | فَإِنَّهُ | şüphsiz o |
|
10 | مِنِّي | bendendir |
|
11 | وَمَنْ | ve kim |
|
12 | عَصَانِي | bana karşı gelirse |
|
13 | فَإِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
14 | غَفُورٌ | bağışlayansın |
|
15 | رَحِيمٌ | esirgeyensin |
|
Hz. İbrâhim’in, güvenli kılmasını Allah’tan istediği şehir Mekke’dir. Allah Teâlâ önceki âyetlerde (28-34) genel olarak insanlığa verdiği nimetleri hatırlatmıştı. Burada da, Hz. İbrâhim’in duasını kabul etmek suretiyle özel olarak Mekkeliler’e vermiş olduğu nimetleri hatırlatmakta ve bu nimetlere şükretmelerinin gereğine dikkatlerini çekmektedir. Ayrıca Allah’ın verdiği sayısız ve sınırsız nimetlerin şükrünü yerine getiren bir kulun yani Hz. İbrâhim’in Allah’a karşı tutumu, kulluğu, O’na nasıl yalvarıp yakardığı ve O’ndan istedikleri dile getirilmekte, kurtuluşun, Allah’ın birliği ilkesine dayanan Hz. İbrâhim çizgisinde olduğuna işaret edilmektedir.
35. âyette “putlar” diye çevirdiğimiz esnâm (tekili sanem) kelimesi, Allah’tan başka kendisine ilâhî güç veya nitelikler yakıştırılarak tapınma duygusu içerisinde değer verilen ve şirke vasıta kılınan herşeyi ifade eder. “Putlar”dan maksat, onları yapanlar, puta tapmayı icat edip uygulayanlardır. Bu mânada putlar (putperestlik) birçok insanın sapmasına yol açmıştır. Can ve mal güvenliğinin bulunmadığı bir yerde dinî ve dünyevî görevler yerine getirilemeyeceği için Hz. İbrâhim öncelikle beldenin güvenli kılınmasını, sonra da insanlığı mânevî felâketlere sürükleyen putperestlikten hem kendisini hem de soyundan gelenleri korumasını yüce Allah’tan niyaz etmiştir. İbrâhim aleyhisselâm bu şirk vasıtalarından korunan müminleri kendi dininin mensuplarından ve kurtuluşa erenlerden saymış, kendisine karşı gelip isyan edenler hakkında ise, “Sen çok bağışlayan, pek esirgeyensin” diyerek onları Allah’ın af ve bağışına havale etmiştir. Bu durum Hz. İbrâhim’in şefkat ve merhametinin enginliğini göstermektedir.
Hz. İbrâhim’in Hâcer’den İsmâil adında bir oğlu olmuştu; Hz. İbrâhimAllah’tan aldığı bir işaretle Hacer ve oğlu İsmâil’i Mekke’ye götürüp Kâbe yakınlarında tarıma elverişli olmayan, çorak bir vadiye yerleştirdi. Bu esnada Hz. İbrâhim bu vadinin yerleşim merkezi ve güvenli bir belde haline gelmesi için Allah’a dua etti (Bakara 2/126). Müfessirlere göre İbrâhim bu âyetlerde bildirilen duasını da Mekke yerleşim merkezi haline geldikten ve İsmâil ile birlikte Kâbe’yi inşa ettikten sonra yapmıştır (İbn Kesîr, I, 252). Allah Hz. İbrâhim’in duasını kabul ederek Mekke’yi güvenli bir şehir haline getirmiş ve dünyanın muhtelif yerlerinde yetiştirilen ürünlerin gerek hac ve umre gibi ibadetler, gerekse panayır vb. ticarî vesilelerle buraya getirilmesini sağlamıştır (krş. Kasas 28/57; Ankebût 29/67; Mekke ve Kâbe hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/96).
37. âyetteki “İnsanların gönüllerini onlara meylettir” diye çevirdiğimiz cümle, “İnsanlardan bazılarının gönüllerini onlara meylettir” şeklinde de tercüme edilebilir. Bu takdirde sadece müminlerin gönüllerinin meylettirilmesi istenmiş olur. 39. âyet dikkate alındığında Hz. İbrâhim’in bu duayı, eşi Sâre’den olan oğlu İshak’ın dünyaya gelmesinden sonra yaptığı anlaşılmaktadır. Rivayete göre Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil doğduğu zaman doksan dokuz yaşında, İshak doğduğunda ise 112 yaşında bulunuyordu (İbn Kesîr, I, 252). Tevrat’ta bu bilgi 86 ve 100 yaş şeklinde geçer (Tekvîn, 16/6; 21/5). Hz. İbrâhim’in daha önce yapmış olduğu duasının kabul olunup (Sâffât 37/100) yaşlılığına rağmen kendisine bu iki çocuğun lutfedilmesini Allah’a hamd ve şükürle karşıladığı görülmektedir. (Hz. İbrâhim’in müşrik olan anne ve babasının affı için dua etmesi hakkında bk. Tevbe 9/114).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 321-322
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِۚ
Nida harfi mahzuftur. رَبِّ münada olup mahallen mansubdur. Mahzuf olan mütekellim ي ‘sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُنَّ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَضْلَلْنَ fiili اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَضْلَلْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
كَث۪يراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ النَّاسِ car mecruru كَث۪يراً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
تَبِعَن۪ي şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki نَ vikayedir. Mütekellim zamiri ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.Aynı zamanda مَنْ ‘in haberidir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. مِنّ۪ي car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
عَصَان۪ي şart fiili olup mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki نَ vikayedir. Mütekellim zamiri ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Aynı zamanda مَنْ ‘in haberidir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ kelimesi ise اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِۚ
İtiraziyye olan رَبِّ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Nida harfi, mütekellim zamiri ve nidanın cevabı mahzuftur.
رَبِّ kelimesinden önceki nida harfi mahzuftur. Münada mütekellim zamirine muzafsa nida hazf edilebilir. Mütekellim ي ’sı kesra şeklinde yazılır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ kaçınma, uzak durma talebinin sebebi olarak gelmiştir. Sübut ifade eder. Faide-i lazım-ı haber inkârî kelamdır.
Cümle haber üslubunda geldiği halde, dua manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
Hz İbrahim, Allah’ın bilgisi dahilndeki bir haberi verirken اِنّ۪ٓ tekid edatı kullanmış ve muktezâ-i zâhirin hilafına bir üslup tercih etmiştir. Ancak Hz. İbrahim’in haberi tekid edatıyla pekiştirerek vermesi, verdiği haberin kendi ruhunda bıraktığı üzüntüyü ve taaccübü belirtmek üzere içinde bulunduğu ruh halinin yansımasıdır. Bu yönüyle haber muktezâ-i zâhirden çıksa da muktezâ-i hale muğayir değildir.
Mef’ûl olan كَث۪يراً ‘deki tenkir, kesret ve tahkir ifade eder.
İbrahim (as)’ın اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ sözü lâzım-ı faidei haberdir. Cümlenin müsnedinin fiil cümlesi olarak gelmesiyle hükmü takviye ve اِنَّ ile tekid içermesi muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Bu, İbrahim (as)’ın, putlar sebebiyle insanların dalalete düşmüş olmalarından çok müteessir olduğunun ve üzüldüğünün göstergesidir.
اضلا الاصنام ibaresi istiaredir. Çünkü gerçekte putlar kimseyi saptırmaz; sadece akıl noksanlığından ve şüphe yoğunluğundan dolayı o putlar yüzünden insanlar saparlar. Ancak sapma putlar yüzünden olduğu için saptırmanın onlara isnad edilmesi caiz olmuştur. Bu tıpkı فتنني جمال فلالنة (Falanca kadının güzelliği beni fitneye düşürdü [avladı]) diyenin sözüne benzer. Gerçekte onun güzelliği yüzünden fitneye düşen şahsın kendisidir. Onun güzelliği yüzünden fitne meydana geldiği için fitneye düşürme eyleminin güzelliğe nispet edilmesi güzel olmuştur. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Bu ifadeler, eylemlerin gerçek öznelere değil de sebeplere isnad edilmesine (sebebiyye alakası) dayalı akli/isnadi mecaza ilişkin isabetli açıklamalardır.
Bütün mezhepler, buradaki اَضْلَلْنَ “Baştan çıkardılar, saptırdılar” ifadesinin, mecazî bir ifade olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü putlar cansız varlıklardır. Cansızlar ise hiçbirşey yapamazlar. Fakat onlara tapmada bir saptırma (dalalet) söz konusu olduğu için bu saptırma işi mecazen onlara nispet edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelam, İbrahim'in (as) duasının illeti mahiyetindedir. Başında nidanın gelmesi, ona itina gösterildiğini ve kabule icabet isteğini izhar etmek içindir. (Ebüssuûd)
فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ
فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan مَنْ تَبِعَن۪ي , faide-i haber ibtidaî kelam isim cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasındaki تَبِعَن۪ي cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. مِنّ۪ي car-mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ عَصَان۪ي [Kim bana tabi olursa bendendir kim asi olursa…] sözünün devamında beklenen ifade söylenmeden rabbin Gafûr ve Rahîm olduğu dile getirilmiştir. Bu üslup bedî’ sanatlarından ihtibâktır.
İhtibâk bir belâgat terimi olarak; “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831; Hacımüftüoğlu, İ’câz ve Belâgat Deyimleri, s. 82.)
وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi مَنْ عَصَان۪ي , isim cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan عَصَان۪ي cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah’ın رَح۪يمٌ ve غَفُورٌ şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın arasında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Her ikisi de mübalağa sıygasındadır.
مَنْ تَبِعَن۪ي cümlesiyle, مَنْ عَصَان۪ي cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
عَصَان۪ي - تَبِعَن۪ي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَضْلَلْنَ - عَصَان۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
İbrahim'in (as) kendisine uymamayı kendisine karşı gelmek olarak ifade etmesi, bu davetinin sürekli olacağını ve kendisine uymayanların isyanlarından dolayı uymadıklarını, yoksa onlara davet erişmediğinden olmadığını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)