İbrahim Sûresi 37. Ayet

رَبَّـنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ رَبَّـنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ  ...

“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
2 إِنِّي ben
3 أَسْكَنْتُ yerleştirdim س ك ن
4 مِنْ (bazısını)
5 ذُرِّيَّتِي çocuklarımdan ذ ر ر
6 بِوَادٍ bir vadiye و د ي
7 غَيْرِ olmayan غ ي ر
8 ذِي sahibi
9 زَرْعٍ ekin ز ر ع
10 عِنْدَ yanında ع ن د
11 بَيْتِكَ senin evinin ب ي ت
12 الْمُحَرَّمِ mukaddes ح ر م
13 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
14 لِيُقِيمُوا kılsınlar diye ق و م
15 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
16 فَاجْعَلْ artık kıl ج ع ل
17 أَفْئِدَةً gönüllerini ف ا د
18 مِنَ birtakım
19 النَّاسِ insanların ن و س
20 تَهْوِي meylettir ه و ي
21 إِلَيْهِمْ onlara
22 وَارْزُقْهُمْ ve onları rızıklandır ر ز ق
23 مِنَ (çeşitli)
24 الثَّمَرَاتِ meyvalarla ث م ر
25 لَعَلَّهُمْ umulur ki
26 يَشْكُرُونَ şükrederler ش ك ر
 

Hz. İbrâhim’in, güvenli kılmasını Allah’tan istediği şehir Mekke’dir. Allah Teâlâ önceki âyetlerde (28-34) genel olarak insanlığa verdiği nimetleri hatırlatmıştı. Burada da, Hz. İbrâhim’in duasını kabul etmek suretiyle özel olarak Mekkeliler’e vermiş olduğu nimetleri hatırlatmakta ve bu nimetlere şükretmelerinin gereğine dikkatlerini çekmektedir. Ayrıca Allah’ın verdiği sayısız ve sınırsız nimetlerin şükrünü yerine getiren bir kulun yani Hz. İbrâhim’in Allah’a karşı tutumu, kulluğu, O’na nasıl yalvarıp yakardığı ve O’ndan istedikleri dile getirilmekte, kurtuluşun, Allah’ın birliği ilkesine dayanan Hz. İbrâhim çizgisinde olduğuna işaret edilmektedir.

 35. âyette “putlar” diye çevirdiğimiz esnâm (tekili sanem) kelimesi, Allah’tan başka kendisine ilâhî güç veya nitelikler yakıştırılarak tapınma duygusu içerisinde değer verilen ve şirke vasıta kılınan herşeyi ifade eder. “Putlar”dan maksat, onları yapanlar, puta tapmayı icat edip uygulayanlardır. Bu mânada putlar (putperestlik) birçok insanın sapmasına yol açmıştır. Can ve mal güvenliğinin bulunmadığı bir yerde dinî ve dünyevî görevler yerine getirilemeyeceği için Hz. İbrâhim öncelikle beldenin güvenli kılınmasını, sonra da insanlığı mânevî felâketlere sürükleyen putperestlikten hem kendisini hem de soyundan gelenleri korumasını yüce Allah’tan niyaz etmiştir. İbrâhim aleyhisselâm bu şirk vasıtalarından korunan müminleri kendi dininin mensuplarından ve kurtuluşa erenlerden saymış, kendisine karşı gelip isyan edenler hakkında ise, “Sen çok bağışlayan, pek esirgeyensin” diyerek onları Allah’ın af ve bağışına havale etmiştir. Bu durum Hz. İbrâhim’in şefkat ve merhametinin enginliğini göstermektedir.

 Hz. İbrâhim’in Hâcer’den İsmâil adında bir oğlu olmuştu; Hz. İbrâhimAllah’tan aldığı bir işaretle Hacer ve oğlu İsmâil’i Mekke’ye götürüp Kâbe yakınlarında tarıma elverişli olmayan, çorak bir vadiye yerleştirdi. Bu esnada Hz. İbrâhim bu vadinin yerleşim merkezi ve güvenli bir belde haline gelmesi için Allah’a dua etti (Bakara 2/126). Müfessirlere göre İbrâhim bu âyetlerde bildirilen duasını da Mekke yerleşim merkezi haline geldikten ve İsmâil ile birlikte Kâbe’yi inşa ettikten sonra yapmıştır (İbn Kesîr, I, 252). Allah Hz. İbrâhim’in duasını kabul ederek Mekke’yi güvenli bir şehir haline getirmiş ve dünyanın muhtelif yerlerinde yetiştirilen ürünlerin gerek hac ve umre gibi ibadetler, gerekse panayır vb. ticarî vesilelerle buraya getirilmesini sağlamıştır (krş. Kasas 28/57; Ankebût 29/67; Mekke ve Kâbe hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/96). 

 37. âyetteki “İnsanların gönüllerini onlara meylettir” diye çevirdiğimiz cümle, “İnsanlardan bazılarının gönüllerini onlara meylettir” şeklinde de tercüme edilebilir. Bu takdirde sadece müminlerin gönüllerinin meylettirilmesi istenmiş olur. 39. âyet dikkate alındığında Hz. İbrâhim’in bu duayı, eşi Sâre’den olan oğlu İshak’ın dünyaya gelmesinden sonra yaptığı anlaşılmaktadır. Rivayete göre Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil doğduğu zaman doksan dokuz yaşında, İshak doğduğunda ise 112 yaşında bulunuyordu (İbn Kesîr, I, 252). Tevrat’ta bu bilgi 86 ve 100 yaş şeklinde geçer (Tekvîn, 16/6; 21/5). Hz. İbrâhim’in daha önce yapmış olduğu duasının kabul olunup (Sâffât 37/100) yaşlılığına rağmen kendisine bu iki çocuğun lutfedilmesini Allah’a hamd ve şükürle karşıladığı görülmektedir. (Hz. İbrâhim’in müşrik olan anne ve babasının affı için dua etmesi hakkında bk. Tevbe 9/114).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 321-322

 

رَبَّـنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ 

 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي ’dır.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ي  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَسْكَنْتُ  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَسْكَنْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ ذُرِّيَّت۪ي  car mecruru  mahzuf mef’ûlun mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri; بعضا من ذريتيّ (Zürriyetimden bazısı) şeklindedir.

Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِوَادٍ  car mecruru  اَسْكَنْتُ  fiiline müteallıktır.  وَادٍ  mahzuf  ى  üzerine mukadder kesra ile mecrurdur. 

وَادٍ  kelimesi ism-i mankustur.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksûr isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَيْرِ  kelimesi  وَادٍ ‘in sıfatıdır.  ذ۪ي  muzâfun ileyh olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Cer alameti  ى  harfidir.

زَرْعٍ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عِنْدَ  mekân zarfı,  وَادٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.

بَيْتِكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْمُحَرَّمِ  kelimesi  بَيْتِكَ ‘nin sıfatıdır.

الْمُحَرَّمِ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.

      

رَبَّـنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ 

 

Cümle itiraziyyedir.  Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi,  يُق۪يمُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte اَسْكَنْتُ  fiiline müteallıktır.

يُق۪يمُوا  fiili  نْ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ   mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن تكرمهم فاجعل  şeklindedir.

اجْعَلْ  sükun  üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

اَفْـِٔدَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنَ النَّاسِ  car mecruru  اَفْـِٔدَةً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.

تَهْو۪ٓي  fiili, اجْعَلْ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

تَهْو۪ٓي  fiili,  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

اِلَيْهِمْ  car mecruru  تَهْو۪ٓي  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf  harfidir.  ارْزُقْهُمْ  sükun  üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الثَّمَرَاتِ  car  mecruru  ارْزُقْهُمْ  fiiline müteallıktır.  الثَّمَرَاتِ  kelimesi  kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

 لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ

 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

يَشْكُرُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olup mahallen merfûdur.

يَشْكُرُونَ  fiili  نَ ‘un subutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

رَبَّـنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Yeni bir dua bölümünün başlangıcıdır. Nida üslubu; yalvarma manasını kuvvetlendirmek içindir. Önceki cümleyle aynı şekilde başlaması şeklinde o cümleyi tekid etmiştir. Ondan farklı olarak burada Rabb ismine çoğul mütekellim zamiri izafe edilmiştir. (Âşûr)

رَبَّـنَٓا  kelimesinden önceki nida harfi mahzuftur. Münada mütekellim zamirine muzâf olduğunda nida hazf edilebilir. 

Nidanın cevabı ise  اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي  şeklindeki  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir, sübut ifade eder. Lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümle haber üslubunda geldiği halde, dua manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

مِنْ ذُرِّيَّت۪ي  ibaresindeki  مِنْ , ba’z içindir. Mef’ûl hazf edilmiştir. Îcâz-ı hazif sanatı vardır.

بَيْتِكَ  izafetinde muzâfın şanı söz konusudur.

رَبَّـنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي  [Ey Rabbimiz, ben, zürriyetimden bazısını yerleştirdim] ibaresi,  بعض ذُرِّيَّت۪ي  yahut  ذريتا من ذُرِّيَّت۪ي  demektir ki mef’ûl hazf edilmiştir, o da İsmail ile ondan olanlardır. Çünkü onun yerleştirilmesi onların da yerleştirilmesidir.

بَيْتِكَ  için sıfat olan  الْمُحَرَّمِۙ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ  ifadesinde isnadın  بِوَادٍ  olması aklî mecazdır.

Burada Hz İbrahim’den aktarılan seslenişte, Allah’a yaptığı işi haber verirken  اِنّ۪ٓ tekid edatını kullanmış ve muktezâ-i zâhire muğayir bir üslup tercih etmiştir. Ancak Hz. İbrahim’in haberi tekid edatıyla pekiştirerek vermesi muhatapta gördüğü bir şüphe sebebiyle değil, çocuklarını ıssız bir vadide terk etmenin kendi ruhunda bıraktığı üzüntüyü belirtmek üzere içinde bulunduğu ruh halinin ifadelerine yansımasıdır. Bu yönüyle haber muktezâ-i zâhirden çıksa da muktezâ-i hale muğayir değildir. (Nida Sultan Çelikkaya ,Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Cümlenin başında nidanın tekrar edilmesi ve vasıta kılınması, namazın edasına son derece önem verildiğini, onların o susuz ve bitkisiz vadiye iskân edilmelerinden nihaî amacın bu üstün maksat ve talep olduğunu belirtmek içindir. Bütün bunlar da ancak bu şekilde hasıl olabilen duasının icabetine ve dileğinin verilmesine zemin hazırlamak içindir.(Ebüssuûd)


رَبَّـنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ 

 

Cümle tekid için gelmiş, itiraz cümlesidir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif  sanatı vardır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitligayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.

Nida harfi ve nidanın cevabı mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı   لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ  cümlesi, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte  اَسْكَنْتُ  fiiline müteallıktır. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ifadede masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi; açık masdarın, olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Oysa bu isteğin, bir kere gerçekleşmesi manası murad edilmemiştir. Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir. 

Takdiri  … إن تكرمهم  [Onlara ikram etmek istersen ….yap ] olan, mahzuf şartın cevap cümlesidir.  ف۪  karinesiyle gelen cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle emir üslubunda geldiği halde dua manası taşıyarak vaz edildiği anlamın dışında anlam yüklenmiştir. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

رَبَّـنَا  sözünün tekrarı yalvarışı tekid etmektedir.

رَبَّـنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ [Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar diye] ifadesindeki  لِ  harfi,  كي manasınadır, o da  اَسْكَنْتُ ‘ ye müteallıktır yani onları bu kıraç, ihtiyaç görecek hiçbir şeyi olmayan vadiye sırf Beyt’inin yanında namaz kılsınlar diye yerleştirdim. Nidanın tekrar edilmesi, oraya yerleştirilmelerinden tek maksadın bu olmasındandır. Duadan kastedilen de ona muvaffak kılınmalarıdır. Allah’tan onları buna (namaza) muvaffak kılmasını istedi. (Beyzâvi, Âşûr)

اَفْـِٔدَةً ’deki tenvin tazim içindir.

Cümle haber üslubunda geldiği halde dua manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

الثَّمَرَاتِ - زَرْعٍ - ارْزُقْهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  رَبَّـنَا  sözünün tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

هَوَى , aslında yıldızın düşmesi için kullanılır. Burada hızla yönelmek manasında müstear olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

 فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ  (Bir kısım insanların kalplerini onlara meylettir) cümlesi hakkında Şerîf er-Radî şöyle der: Bu, güzel istiarelerdendir.  اَلْهُوِيَ  kelimesinin aslı,   هُبوط  gibi, üstten aşağıya inmektir. Bundan maksat şudur: Kalpler onlara şevkle koşar ve sevgiyle uçar. Eğer  تحسن إليهم  [ onlara sevgi duyar.]  deseydi, bu  تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ ‘in ifade ettiği manayı vermezdi. Çünkü bu fiilin ifade ettiği şefkat, bir yerde ikâmet eden kimseden de meydana gelebilir. (Safvetü't Tefasir)


 لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.  اِنّ۪ٓ ’nin kardeşlerinden olan  لَعَلَّ ’nin dahil olduğu cümle, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

Cümle inşâî formda geldiği halde haber manası taşımaktadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724);  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad takvalı olmaya teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)