İbrahim Sûresi 38. Ayet

رَبَّـنَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي وَمَا نُعْلِنُۜ وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ  ...

“Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
2 إِنَّكَ şüphesiz sen
3 تَعْلَمُ bilirsin ع ل م
4 مَا şeyi
5 نُخْفِي bizim gizlediğimiz خ ف ي
6 وَمَا ve şeyi
7 نُعْلِنُ açığa vurduğumuz ع ل ن
8 وَمَا ve
9 يَخْفَىٰ gizli kalmaz خ ف ي
10 عَلَى
11 اللَّهِ Allah’a
12 مِنْ hiçbir
13 شَيْءٍ şey ش ي ا
14 فِي
15 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
16 وَلَا ve ne de
17 فِي
18 السَّمَاءِ gökte س م و
 

Hz. İbrâhim’in, güvenli kılmasını Allah’tan istediği şehir Mekke’dir. Allah Teâlâ önceki âyetlerde (28-34) genel olarak insanlığa verdiği nimetleri hatırlatmıştı. Burada da, Hz. İbrâhim’in duasını kabul etmek suretiyle özel olarak Mekkeliler’e vermiş olduğu nimetleri hatırlatmakta ve bu nimetlere şükretmelerinin gereğine dikkatlerini çekmektedir. Ayrıca Allah’ın verdiği sayısız ve sınırsız nimetlerin şükrünü yerine getiren bir kulun yani Hz. İbrâhim’in Allah’a karşı tutumu, kulluğu, O’na nasıl yalvarıp yakardığı ve O’ndan istedikleri dile getirilmekte, kurtuluşun, Allah’ın birliği ilkesine dayanan Hz. İbrâhim çizgisinde olduğuna işaret edilmektedir.

 35. âyette “putlar” diye çevirdiğimiz esnâm (tekili sanem) kelimesi, Allah’tan başka kendisine ilâhî güç veya nitelikler yakıştırılarak tapınma duygusu içerisinde değer verilen ve şirke vasıta kılınan herşeyi ifade eder. “Putlar”dan maksat, onları yapanlar, puta tapmayı icat edip uygulayanlardır. Bu mânada putlar (putperestlik) birçok insanın sapmasına yol açmıştır. Can ve mal güvenliğinin bulunmadığı bir yerde dinî ve dünyevî görevler yerine getirilemeyeceği için Hz. İbrâhim öncelikle beldenin güvenli kılınmasını, sonra da insanlığı mânevî felâketlere sürükleyen putperestlikten hem kendisini hem de soyundan gelenleri korumasını yüce Allah’tan niyaz etmiştir. İbrâhim aleyhisselâm bu şirk vasıtalarından korunan müminleri kendi dininin mensuplarından ve kurtuluşa erenlerden saymış, kendisine karşı gelip isyan edenler hakkında ise, “Sen çok bağışlayan, pek esirgeyensin” diyerek onları Allah’ın af ve bağışına havale etmiştir. Bu durum Hz. İbrâhim’in şefkat ve merhametinin enginliğini göstermektedir.

 Hz. İbrâhim’in Hâcer’den İsmâil adında bir oğlu olmuştu; Hz. İbrâhimAllah’tan aldığı bir işaretle Hacer ve oğlu İsmâil’i Mekke’ye götürüp Kâbe yakınlarında tarıma elverişli olmayan, çorak bir vadiye yerleştirdi. Bu esnada Hz. İbrâhim bu vadinin yerleşim merkezi ve güvenli bir belde haline gelmesi için Allah’a dua etti (Bakara 2/126). Müfessirlere göre İbrâhim bu âyetlerde bildirilen duasını da Mekke yerleşim merkezi haline geldikten ve İsmâil ile birlikte Kâbe’yi inşa ettikten sonra yapmıştır (İbn Kesîr, I, 252). Allah Hz. İbrâhim’in duasını kabul ederek Mekke’yi güvenli bir şehir haline getirmiş ve dünyanın muhtelif yerlerinde yetiştirilen ürünlerin gerek hac ve umre gibi ibadetler, gerekse panayır vb. ticarî vesilelerle buraya getirilmesini sağlamıştır (krş. Kasas 28/57; Ankebût 29/67; Mekke ve Kâbe hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/96). 

 37. âyetteki “İnsanların gönüllerini onlara meylettir” diye çevirdiğimiz cümle, “İnsanlardan bazılarının gönüllerini onlara meylettir” şeklinde de tercüme edilebilir. Bu takdirde sadece müminlerin gönüllerinin meylettirilmesi istenmiş olur. 39. âyet dikkate alındığında Hz. İbrâhim’in bu duayı, eşi Sâre’den olan oğlu İshak’ın dünyaya gelmesinden sonra yaptığı anlaşılmaktadır. Rivayete göre Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil doğduğu zaman doksan dokuz yaşında, İshak doğduğunda ise 112 yaşında bulunuyordu (İbn Kesîr, I, 252). Tevrat’ta bu bilgi 86 ve 100 yaş şeklinde geçer (Tekvîn, 16/6; 21/5). Hz. İbrâhim’in daha önce yapmış olduğu duasının kabul olunup (Sâffât 37/100) yaşlılığına rağmen kendisine bu iki çocuğun lutfedilmesini Allah’a hamd ve şükürle karşıladığı görülmektedir. (Hz. İbrâhim’in müşrik olan anne ve babasının affı için dua etmesi hakkında bk. Tevbe 9/114).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 321-322

 

رَبَّـنَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي وَمَا نُعْلِنُۜ 

 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي ’dır.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تَعْلَمُ  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نُخْف۪ي ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

نُخْف۪ي  fiili,  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.

وَمَا نُعْلِنُ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 


 وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ

 

Cümle hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَخْفٰى  fiili, elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. 

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَخْفٰى   fiiline müteallıktır.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur,  يَخْفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  شَيْءٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.

لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

فِي السَّمَٓاءِ  kelimesi  atıf harfi  وَ ‘la  فِي الْاَرْضِ ‘ye matuftur.  

 

رَبَّـنَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي وَمَا نُعْلِنُۜ 

 

Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif  sanatı vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. 

Nidanın cevabı ise  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi olan  اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي , sübut ifade eder. Lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Tekid, bazen mütekellimin habere olan kesin inancını ifade etmek üzere gelir; ayette Hz. İbrahim'in Rabbine seslenişi aktarılmaktadır. Bu ifadesinde İbrahim Peygamber, her şeyden haberdar olan Rabbine hitap ederken durum zahiren ibtidaî haberi gerektirdiği halde tekid edatı kullanmış, haberi talebî formda aktarmıştır. Ancak söz konusu ifadede tekid, muhatabı ikna etmek üzere değil mütekellimin bu husustaki inancının kesinliğini yansıtmak üzere gelmiştir. Bu anlamda muktezâ-yı zâhire uygun gelmeyen haber, muktezâ-yı hale uygun olmaktadır.  (Nida Sultan Çelikkaya ,Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Ayette, "gizlediğimizi" kelimesinin, "açıkladığımızı" kelimesinden önce zikredilmesi, Allah'ın (cc) ilmine göre ikisinin bir olduğunu en anlamlı veçhile tespit etmek içindir. Sanki Allah'ın (cc) ilmi, açıktan önce gizliye taalluk etmektedir. Yahut sır ve gizlilik mertebesi, açık mertebesinden önce olduğu için gizli, önce zikredilmiştir. Zira açığa vurulacak her şey, mutlaka ondan önce gizlidir. Bu itibarla Allah'ın (cc) ilminin birinci haline taalluk etmesi, ikinci haline taalluk etmesinden öncedir. (Ebüssuûd)


 وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ

 

Hal konumundaki  وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ  cümlesi, menfi muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle, hâl-i müekkide olarak ıtnâbtır. Bu durumun sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.

İstiğrak harfi  مِنْ ’in dahil olduğu  شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre umum ifade eder.

وَلَا فِي السَّمَٓاءِ  nefî harfinin tekrar edilmesi hiç bir şeyin hiç bir yerde gizli kalmayacağını tekit etmektedir.

اِنَّكَ تَعْلَمُ  ile  اللّٰهِ  arasında muhataptan gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı İltifat Sanatı)

نُخْف۪ي  ile  نُعْلِنُ  lafızları arasında tıbâk-ı îcab,  الْاَرْضِ  ile  السَّمَٓاءِ  lafızları arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Bu, “Gaybın alimi olan Allah’a, herhangi bir yerde herhangi bir şey saklı kalmaz” demektir. مِنْ شَيْءٍ ’in…. Ifadesindeki  مِنْ , istiğrak ifade edip, buna göre sanki, “Allah’a, hiçbir şey saklı kalmaz” denilmek istenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

تَعْلَمُ - مَا يَخْفٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Yerin, gökten önce zikredilmesi, bize yakınlık itibarıyladır ki, bu, bizim ilmimize göre farklılık gerektirmektedir. (Ebüssuûd)