اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْحَمْدُ | hamdolsun |
|
2 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
3 | الَّذِي |
|
|
4 | وَهَبَ | lutfeden |
|
5 | لِي | bana |
|
6 | عَلَى |
|
|
7 | الْكِبَرِ | ihtiyarlık çağımda |
|
8 | إِسْمَاعِيلَ | İsma’il’i |
|
9 | وَإِسْحَاقَ | ve İshak’ı |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | رَبِّي | Rabbim |
|
12 | لَسَمِيعُ | işitendir |
|
13 | الدُّعَاءِ | du’ayı |
|
Hz. İbrâhim’in, güvenli kılmasını Allah’tan istediği şehir Mekke’dir. Allah Teâlâ önceki âyetlerde (28-34) genel olarak insanlığa verdiği nimetleri hatırlatmıştı. Burada da, Hz. İbrâhim’in duasını kabul etmek suretiyle özel olarak Mekkeliler’e vermiş olduğu nimetleri hatırlatmakta ve bu nimetlere şükretmelerinin gereğine dikkatlerini çekmektedir. Ayrıca Allah’ın verdiği sayısız ve sınırsız nimetlerin şükrünü yerine getiren bir kulun yani Hz. İbrâhim’in Allah’a karşı tutumu, kulluğu, O’na nasıl yalvarıp yakardığı ve O’ndan istedikleri dile getirilmekte, kurtuluşun, Allah’ın birliği ilkesine dayanan Hz. İbrâhim çizgisinde olduğuna işaret edilmektedir.
35. âyette “putlar” diye çevirdiğimiz esnâm (tekili sanem) kelimesi, Allah’tan başka kendisine ilâhî güç veya nitelikler yakıştırılarak tapınma duygusu içerisinde değer verilen ve şirke vasıta kılınan herşeyi ifade eder. “Putlar”dan maksat, onları yapanlar, puta tapmayı icat edip uygulayanlardır. Bu mânada putlar (putperestlik) birçok insanın sapmasına yol açmıştır. Can ve mal güvenliğinin bulunmadığı bir yerde dinî ve dünyevî görevler yerine getirilemeyeceği için Hz. İbrâhim öncelikle beldenin güvenli kılınmasını, sonra da insanlığı mânevî felâketlere sürükleyen putperestlikten hem kendisini hem de soyundan gelenleri korumasını yüce Allah’tan niyaz etmiştir. İbrâhim aleyhisselâm bu şirk vasıtalarından korunan müminleri kendi dininin mensuplarından ve kurtuluşa erenlerden saymış, kendisine karşı gelip isyan edenler hakkında ise, “Sen çok bağışlayan, pek esirgeyensin” diyerek onları Allah’ın af ve bağışına havale etmiştir. Bu durum Hz. İbrâhim’in şefkat ve merhametinin enginliğini göstermektedir.
Hz. İbrâhim’in Hâcer’den İsmâil adında bir oğlu olmuştu; Hz. İbrâhimAllah’tan aldığı bir işaretle Hacer ve oğlu İsmâil’i Mekke’ye götürüp Kâbe yakınlarında tarıma elverişli olmayan, çorak bir vadiye yerleştirdi. Bu esnada Hz. İbrâhim bu vadinin yerleşim merkezi ve güvenli bir belde haline gelmesi için Allah’a dua etti (Bakara 2/126). Müfessirlere göre İbrâhim bu âyetlerde bildirilen duasını da Mekke yerleşim merkezi haline geldikten ve İsmâil ile birlikte Kâbe’yi inşa ettikten sonra yapmıştır (İbn Kesîr, I, 252). Allah Hz. İbrâhim’in duasını kabul ederek Mekke’yi güvenli bir şehir haline getirmiş ve dünyanın muhtelif yerlerinde yetiştirilen ürünlerin gerek hac ve umre gibi ibadetler, gerekse panayır vb. ticarî vesilelerle buraya getirilmesini sağlamıştır (krş. Kasas 28/57; Ankebût 29/67; Mekke ve Kâbe hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/96).
37. âyetteki “İnsanların gönüllerini onlara meylettir” diye çevirdiğimiz cümle, “İnsanlardan bazılarının gönüllerini onlara meylettir” şeklinde de tercüme edilebilir. Bu takdirde sadece müminlerin gönüllerinin meylettirilmesi istenmiş olur. 39. âyet dikkate alındığında Hz. İbrâhim’in bu duayı, eşi Sâre’den olan oğlu İshak’ın dünyaya gelmesinden sonra yaptığı anlaşılmaktadır. Rivayete göre Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil doğduğu zaman doksan dokuz yaşında, İshak doğduğunda ise 112 yaşında bulunuyordu (İbn Kesîr, I, 252). Tevrat’ta bu bilgi 86 ve 100 yaş şeklinde geçer (Tekvîn, 16/6; 21/5). Hz. İbrâhim’in daha önce yapmış olduğu duasının kabul olunup (Sâffât 37/100) yaşlılığına rağmen kendisine bu iki çocuğun lutfedilmesini Allah’a hamd ve şükürle karşıladığı görülmektedir. (Hz. İbrâhim’in müşrik olan anne ve babasının affı için dua etmesi hakkında bk. Tevbe 9/114).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 321-322
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَۜ
İsim cümlesidir. اَلْحَمْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
وَهَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
عَلَى الْكِبَرِ car mecruru وَهَبَ fiiline müteallıktır. اِسْمٰع۪يلَ mef’ûlun bih olup kelime gayri munsarif olup tenvin almaz.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِسْحٰقَ kelimesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبّ۪ي kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup sonuna mütekellim ya’sı geldiği için takdiren mansubdur. Mütekellim zamir ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzhalakadır.
سَم۪يعُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الدُّعَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
سَم۪يعُ ismi mübalağa sıygasındadır.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَۜ
Ayetin ilk cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hz. İbrahim’in duasının devamıdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اَلْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur. لِلّٰهِ bu mahzuf habere müteallıktır.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah isminin zikri tecrîd sanatıdır.
لِلّٰهِ için sıfat konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
[Bana ihtiyarlığıma rağmen bağışlayan Allah’a hamd olsun] yani ben yaşlanmışken ve çocuktan ümit kesmişken bana veren Allah’a demektir. Bağışı yaşlılıkla kayıtlaması nimeti büyütmek ve ondaki mucizeyi ön plana çıkarmak içindir.
اَلْحَمْدُ - الدُّعَٓاءِ - وَهَبَ arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada ihtiyarlık kaydının zikredilmesi nimeti tazim, etmek ve şükrünü izhar etmek içindir. (Ebüssuûd)
Burada gelen ism-i mevsûlde hamdin kime yapılması gerektiğine ima vardır. عَلَى الْكِبَرِ ifadesindeki عَلى harfi mecazî istila ifade eder, مَعَ manasındadır. Yani hali buna uygun olmamasına rağmen Allah vermiştir, manasındadır. (Âşûr)
اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
İstînâfiyye olarak gelmiştir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi, Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma kastına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ [Şüphesiz Rabbim elbette duayı işitendir] yani kabul edendir, لَسَم۪يعُ kelimesi fiil gibi amel eden mübalağa kalıbındandır, mef’ûlüne yahut failine muzâftır. (Beyzâvî)
عَلَى الْكِبَرِ (ihtiyarlığıma rağmen) ifadesindeki عَلَى harfi ‘ile’ manasındadır. İbrahim (as) o duayı açık ve net olarak değil de kapalı ve rumuzlu bir biçimde yapınca, [Çünkü benim Rabbim, duayı elbette işitir] demiştir. Yani, “O, ister ben onu açıkça belirteyim isterse belirtmeyeyim maksadımı bilendir” demektir. “Duayı işitendir” ifadesi, melik, bir kimsenin sözüne değer verip onu kabul ettiği zaman söylenilen “Kral, falancanın sözünü duydu, dinledi” deyiminden alınmıştır. “Allah, kendisine hamdedeni duydu, (kabul etti)” ifadesi de böyledir. (Fahreddin er-Râzî)
Hibe edilenlerin İshak ve İsmail olarak sayılması taksim sanatıdır. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
السَّمِيعُ kelimesi kinaye olarak istenen şeyi kabul etti demektir. Mübalağa veya sıfat-ı müşebbehe sıygasında gelerek O’nun şanının bu olduğuna ve bunun çok tekrarlandığına delalet etmiştir. Bunun Allah Teâlâ’nın zâtî sıfatı olduğunu ifade eder. (Âşûr)