رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّـنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ
Hz. İbrâhim’in, güvenli kılmasını Allah’tan istediği şehir Mekke’dir. Allah Teâlâ önceki âyetlerde (28-34) genel olarak insanlığa verdiği nimetleri hatırlatmıştı. Burada da, Hz. İbrâhim’in duasını kabul etmek suretiyle özel olarak Mekkeliler’e vermiş olduğu nimetleri hatırlatmakta ve bu nimetlere şükretmelerinin gereğine dikkatlerini çekmektedir. Ayrıca Allah’ın verdiği sayısız ve sınırsız nimetlerin şükrünü yerine getiren bir kulun yani Hz. İbrâhim’in Allah’a karşı tutumu, kulluğu, O’na nasıl yalvarıp yakardığı ve O’ndan istedikleri dile getirilmekte, kurtuluşun, Allah’ın birliği ilkesine dayanan Hz. İbrâhim çizgisinde olduğuna işaret edilmektedir.
35. âyette “putlar” diye çevirdiğimiz esnâm (tekili sanem) kelimesi, Allah’tan başka kendisine ilâhî güç veya nitelikler yakıştırılarak tapınma duygusu içerisinde değer verilen ve şirke vasıta kılınan herşeyi ifade eder. “Putlar”dan maksat, onları yapanlar, puta tapmayı icat edip uygulayanlardır. Bu mânada putlar (putperestlik) birçok insanın sapmasına yol açmıştır. Can ve mal güvenliğinin bulunmadığı bir yerde dinî ve dünyevî görevler yerine getirilemeyeceği için Hz. İbrâhim öncelikle beldenin güvenli kılınmasını, sonra da insanlığı mânevî felâketlere sürükleyen putperestlikten hem kendisini hem de soyundan gelenleri korumasını yüce Allah’tan niyaz etmiştir. İbrâhim aleyhisselâm bu şirk vasıtalarından korunan müminleri kendi dininin mensuplarından ve kurtuluşa erenlerden saymış, kendisine karşı gelip isyan edenler hakkında ise, “Sen çok bağışlayan, pek esirgeyensin” diyerek onları Allah’ın af ve bağışına havale etmiştir. Bu durum Hz. İbrâhim’in şefkat ve merhametinin enginliğini göstermektedir.
Hz. İbrâhim’in Hâcer’den İsmâil adında bir oğlu olmuştu; Hz. İbrâhimAllah’tan aldığı bir işaretle Hacer ve oğlu İsmâil’i Mekke’ye götürüp Kâbe yakınlarında tarıma elverişli olmayan, çorak bir vadiye yerleştirdi. Bu esnada Hz. İbrâhim bu vadinin yerleşim merkezi ve güvenli bir belde haline gelmesi için Allah’a dua etti (Bakara 2/126). Müfessirlere göre İbrâhim bu âyetlerde bildirilen duasını da Mekke yerleşim merkezi haline geldikten ve İsmâil ile birlikte Kâbe’yi inşa ettikten sonra yapmıştır (İbn Kesîr, I, 252). Allah Hz. İbrâhim’in duasını kabul ederek Mekke’yi güvenli bir şehir haline getirmiş ve dünyanın muhtelif yerlerinde yetiştirilen ürünlerin gerek hac ve umre gibi ibadetler, gerekse panayır vb. ticarî vesilelerle buraya getirilmesini sağlamıştır (krş. Kasas 28/57; Ankebût 29/67; Mekke ve Kâbe hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/96).
37. âyetteki “İnsanların gönüllerini onlara meylettir” diye çevirdiğimiz cümle, “İnsanlardan bazılarının gönüllerini onlara meylettir” şeklinde de tercüme edilebilir. Bu takdirde sadece müminlerin gönüllerinin meylettirilmesi istenmiş olur. 39. âyet dikkate alındığında Hz. İbrâhim’in bu duayı, eşi Sâre’den olan oğlu İshak’ın dünyaya gelmesinden sonra yaptığı anlaşılmaktadır. Rivayete göre Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil doğduğu zaman doksan dokuz yaşında, İshak doğduğunda ise 112 yaşında bulunuyordu (İbn Kesîr, I, 252). Tevrat’ta bu bilgi 86 ve 100 yaş şeklinde geçer (Tekvîn, 16/6; 21/5). Hz. İbrâhim’in daha önce yapmış olduğu duasının kabul olunup (Sâffât 37/100) yaşlılığına rağmen kendisine bu iki çocuğun lutfedilmesini Allah’a hamd ve şükürle karşıladığı görülmektedir. (Hz. İbrâhim’in müşrik olan anne ve babasının affı için dua etmesi hakkında bk. Tevbe 9/114).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 321-322
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ
Nida harfi mahzuftur. رَبِّ münada olup mahallen mansubdur. Mahzuf olan mütekellim ي ‘sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ ‘dir.
اجْعَلْن۪ي sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir أنت ‘dir.
Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamir ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مُق۪يمَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الصَّلٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ ذُرِّيَّت۪ي atıf harfi وَ ‘la اجْعَلْن۪ي ‘deki mütekellim zamirine müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبَّـنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Nidanın cevabı تَقَبَّلْ مِنَّا cümlesidir.
تَقَبَّلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
دُعَٓاءِ mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Hazf edilen ي ise muzâfun ileyhtir .
Burada bir ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için kelimenin sonunda bulunan harfin harekesi esre gelmiştir.
مُق۪يمَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقَبَّلْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi قبل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّـنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin ve mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İtiraziyye olan رَبِّ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Nida harfi ve mütekellim zamiri mahzuftur.
Nida harfinin hazfi, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder.
Nidanın cevabına matuf olan وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ cümlesi de aynı üsluptadır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Ayetteki iki cümle de emir üslubunda olmasına karşın, emir anlamından çıkarak dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
دُعَٓاءِ kelimesinin sonundaki kesra, mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.
Ayette duaya geri dönüş vardır. Bu şekilde önceki konuya geri dönüş üslubuna istidrat sanatı denir.
Ayetin başındaki ifadenin takdiri, “Ya Rabbi, zürriyetimin bir kısmını da böyle yap” şeklindedir. Çünkü …مِنْ ذُرِّيَّت۪ي ifadesindeki مِنْ , kısmîlik içindir. Hz.İbrahim, bu kısmîliği ve ba’ziyeti, Cenab-ı Hakk’ın ona zürriyeti içinde bir grup kâfirin bulunacağını bildirmesiyle öğrenmişti ki bu da Cenab-ı Hakk’ın, “Zalimler ahdime eremez” (Bakara, 124) buyruğudur. (Fahreddin er-Râzî ve Beyzâvî)
وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ [Zürriyetimden de] sözü اجْعَلْن۪ي ‘deki mansub zamire matuftur. (Beyzâvî)
رَبِّ ile başlayan duanın رَبَّـنَا ile devam etmesi iltifat sanatıdır.
Buradaki emir fiiller تَقَبَّلْ [Kabul et] ve اجْعَلْن۪ي [Ver] dua manasındadırlar. (Ebüssuûd İrşad, V,45)
Ayette, "رَبِّ" denilmesi, bu konuda asıl önderin kendisi olduğunu, neslinin ise kendisinin tabileri olduklarını ve onların zikrinin kendisinin münasebetiyle olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)