Nahl Sûresi 104. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۙ لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...

Allah’ın âyetlerine inanmayanları, Allah elbette doğru yola iletmez. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseleri
3 لَا
4 يُؤْمِنُونَ inanmayan(ları) ا م ن
5 بِايَاتِ ayetlerine ا ي ي
6 اللَّهِ Allah’ın
7 لَا
8 يَهْدِيهِمُ doğru yola iletmez ه د ي
9 اللَّهُ Allah
10 وَلَهُمْ onlar için vardır
11 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
12 أَلِيمٌ acıklı ا ل م
 
Müşriklerin bazıları Hz. Peygamber’in kendisine Allah tarafından vahyedildiğini bildirdiği sözleri kendisinin uydurduğunu söylerken bazıları da bunları ona başka bir insanın öğrettiğini ileri sürmüşlerdi. Bu kişinin Ehl-i kitap’tan Bel‘am isimli Mekkeli bir kılıç ustası veya Yaîş ya da Cebr isimli bir hıristiyan köle olduğu gibi çeşitli rivayetler vardır. Ancak bu rivayetler tahminden öte bir değer taşımamaktadır. Bir rivayette İranlı Selmân’ın da ismi zikredilmekle birlikte Selmân Medine döneminde müslüman olduğu için bu rivayet asılsızdır. Âyetten anlaşıldığına göre bu kişinin kim olduğu o zaman bilindiği için burada isminin verilmesine gerek görülmemiş, bununla birlikte onun bir Arap olmadığı bildirilmiş; Arapça’nın en güzel örneği olan Kur’an gibi bir edebiyat şaheserinin, insanlığın din ve dünyasına ışık tutacak değerde bir hikmet kaynağının bir yabancı tarafından dikte edilmesinin imkânsızlığı ifade edilerek iddianın saçmalığı ortaya konmuştur. 104. âyette bu şekilde âyetleri inkâr edenlerin hidayetten mahrum kaldıkları ve şiddetli bir azapla cezalandırılacakları bildirilirken, 105. âyette Hz. Peygamber’in öğretisinin onun kendi uydurması olduğunu ileri süren Mekke müşrikleri ve genel olarak tarihin başka döneminde İslâm vahyi için benzer iddiada bulunanlar kastedilerek, yalancılık ve sahtekârlığın ancak böylesi inançsızlara yakışır bir davranış olduğu bildirilmiş; dolayısıyla asıl iftiracı ve yalancıların imandan nasip almamış kimseler olduğu ifade edilmiştir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 442
 

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۙ لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

بِاٰيَاتِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ  cümlesi  اِنَّ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْد۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  آمن ’dir.

İf’al babı fiile  tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’un sıfatı olup merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَل۪يمٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۙ لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile  tekid edilen ayet, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut, zem makamında olması sebebiyle de istimrar (devamlılık) ifade eder.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahir amacına matuftur. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  لَا يُؤْمِنُونَ, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin, muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette lafza-i celâle iltifat vardır.

يَهْد۪يهِمُ - اللّٰهُ -  يُؤْمِنُونَ -  بِاٰيَاتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetlerin  اللّٰهُ  lafzına izafesi, ayetlerin tazim ve tekrimine  işarettir.

اللّٰهُ  lafzının cümlede iki kez geçmesi, onun kudret ve celâlini hissettirmek içindir. Lafzın tekrarında ayrıca ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

آمن  fiili emniyette olmak, emin kılmak manasındadır.  بِ  harf-i ceriyle inanmak manasına gelir. Fiilin harf-i cerle farklı mana kazanması olan tazmin sanatıdır. 


 وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَل۪يمٌ  ile sıfatlanan  عَذَاب , muahhar mübtedadır. Kelimedeki tenvin bu azabın tahayyül edilemeyecek evsafta olduğunun işaretidir. Kesret, nev ve tazim ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bundan önce o müşriklerin şüpheleri temizlendikten ve eleştirileri reddedildikten sonra bu kelam da Allah'ın ayetlerini inkâr edip Resulullah'a iftira atanlara ve bunu insanlardan öğrendiğini iddia edenlere, büyük bir tehdit ve azap vaadidir. (Ebüssuûd)

اَل۪يمٌ  sıfattır. Mevsufuna ait bir özelliği bildirme yoluyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

Allah’ın ayetlerine inanmayanlara ait; “hidayete eremeyecek olmaları” ve “elim bir azaba duçar olmaları” şeklinde iki farklı özellik açıklanmıştır. Bu taksim sanatıdır.

Ayet itiraziyye cümlesi veya kâfirlerin bütün konuştuklarını hikaye etmek ve hallerini özetlemek amacıyla ta'liliyye cümlesi olarak gelmiştir. Bu yüzden öncesine atfedilmemiştir. (Âşûr)