Nahl Sûresi 108. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ  ...

İşte onlar, Allah’ın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ onlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 طَبَعَ mühürlediği ط ب ع
4 اللَّهُ Allah’ın
5 عَلَىٰ üzerini
6 قُلُوبِهِمْ kalbleri ق ل ب
7 وَسَمْعِهِمْ ve kulaklarını س م ع
8 وَأَبْصَارِهِمْ ve gözlerini ب ص ر
9 وَأُولَٰئِكَ ve işte
10 هُمُ onlardır
11 الْغَافِلُونَ gafiller غ ف ل
 
Dinden sapmanın temelindeki ahlâkî ve psikolojik sebebin âhireti, yani Allah’ın huzurundaki mutlak sorumluluğu, kusursuz yargılanmayı dışlayan bir dünya düşkünlüğü olduğunu göstermesi, dünya tutkusuyla hidayet arasındaki zıtlığa işaret etmesi bakımından din psikolojisine ışık tutan ifadenin ardından 108. âyette bu şekildeki bir dünya tutkusunun, insanın mânevî hayatına ve yargılarına verdiği zararlar dile getirilmektedir. Her şey yüce Allah’ın kesin hükümleri, O’nun koyduğu düzen çerçevesinde gerçekleşmekte; insan bir kere kalbini inkâra açıp dünya hayatını âhirete tercih edince bunun ardından 108. âyetteki tabiriyle “gaflet”, yani düşüncesizlik ya da sağlıksız düşünme süreci başlamakta; artık onun gönlü, kulağı ve gözü mühürlenmekte; başka bir ifadeyle o kişi, âhiret kurtuluşu için kendisine lâzım olan şeylere zihnen ve ruhen kapalı hale gelmektedir. Görüldüğü gibi bu birkaç âyet, bütün karmaşık inkâr olaylarının “sehl-i mümtenî” kabilinden bir anlatımıdır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 444
 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۚ 

 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ  cümlesi,  الْقَوْمَ ’in hali olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  طَبَعَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

طَبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.

عَلٰى قُلُوبِهِمْ  car mecruru  طَبَعَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَمْعِهِمْ  ve اَبْصَارِهِمْ  kelimeleri, atıf harfi وَ la  قُلُوبِهِمْ e matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْغَافِلُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

غَافِلُونَ  kelimesi sülâsî mücerredi olan  غفل  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۚ 

 

Ayet öncesindeki  الْقَوْمَ  kelimesinin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişileri tahkir ve sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  cümlesi,  müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlenin ism-i işaret ile başlıyor oluşu, arkadan gelen sıla cümlesindeki manayı mükemmel bir şekilde temyiz etmek içindir. Bu ise, kavlen ve itikaden iman etmelerinden sonra tekrardan küfre dönmüş olmakla vasıflandırılmalarından dolayıdır. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

قُلُوبِهِمْ - سَمْعِهِمْ - اَبْصَارِهِمْۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

 

Cümle  وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasr ifade eder.

Haberin  الْ  takısıyla marife olması muhataplar tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğuna işaret ederek kasr ifade eder. Gafil  olmak onlara hasredilmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Onlar sadece gafildir. الْغَافِلُونَ , harf-i tarifle marife gelerek, onların gaflette kemâl derece oldukları ifade edilmiştir. İddiaî, hakiki kasrdır. Mübalağa için gelmiştir. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, müsnedin marife olması, fasıl zamiri ve isim cümlesi olmak üzere üç  tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Gaflet onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'ani'l Kerim)

اُو۬لٰٓئِكَ onların azaba uğramalarının sebebine dikkat çekmek ve tehdit maksadıyla gelmiştir. Ayetteki tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.