لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ
لِ harfi يَكْفُرُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يُشْرِكُونَ fiiline müteallıktır.
يَكْفُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte يَكْفُرُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْنَاهُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتَيْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٰتَيْنَاهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَتَمَتَّعُوا۠
فَ istînâfiyyedir. تَمَتَّعُوا۠ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَمَتَّعُوا۠ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi متع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
فَ ta’liliyyedir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ
Ayet, önceki ayetin devamı olarak fasılla gelmiştir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَكْفُرُوا cümlesi, لِ ile birlikte önceki ayetteki يُشْرِكُونَ fiiline müteallıktır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ifadenin başındaki لِ 'ın hangi lâm'ı olduğu hususunda şu iki izah yapılmıştır:
a. Bu, كَئْ “için” anlamına gelen lâm'dır. Buna göre mana, “Onlar, bu sıkıntıyı kendilerinden kaldırma işinde Allah'a, başkasını ortak koşarak müşrik oldular.” şeklinde olur. Onların bu ortak koşmadan maksatları ise bu nimetlerin, Allah'tan olduğunu kabul etmemeleridir.
b. Bu lâm, akıbet lâm'ıdır. Bu, Cenab-ı Hakk'ın tıpkı “Bunun üzerine firavunun adamları onu ileride yitik olarak aldı. Çünkü akıbet kendi başlarına bir düşman ve bir dert olsun diye onu aldılar.” (Kasas Suresi, 8) ayetinde olduğu gibidir. Yani “Bu yalvarış ve yakarışlarının neticesi bu küfür ve nankörlük olmuştur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Buradaki küfür, nimeti inkârdır. Bu yüzden Allah Teâlâ’nın بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ [onlara verdiğimiz nimetlerden] sözüyle ilişkilidir. Nimeti inkâr, onların şirk sebebi değildir. Çünkü onlar daha önce de şirk koşuyorlardı. Lakin kendilerindeki zararın giderilmesi peşi sıra şirk koşmuşlardır. Bu durum yani peşisıralık; yapılan iş ile bu işin sebebinin peşisıralığına benzetilmiştir. Vech-i şebeh, beklemeksizin nimeti inkârda acele etmeleridir. Lam-ı ta’lil bu mukayese için müsteardır. İstiare-i tebeiyye temlihiyye tehekkümiyedir. Kur'an’da buna benzer ifade çoktur. Nahivcilerin çoğu bu lamı akıbet lamı olarak isimlendirir. (Âşûr)
Mecrur mahaldeki مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte يَكْفُرُوا fiiline müteallıktır. Sılası olan اٰتَيْنَاهُمْ, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
Sıkıntıyı kaldırma nimetine karşılık sanki onlar şirkleriyle nimete nankörlük etmek istemişlerdir ya da onun Allah’tan olduğunu inkâr etmek istemişlerdir.
Bu ifadeden, Allah’a şirk koşmanın, onun verdiği nimetleri inkâr ve onlara nankörlük olduğu anlaşılmaktadır. (Ebüssuûd)
فَتَمَتَّعُوا۠
فَ istînâfiyyedir. فَتَمَتَّعُوا۠ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubuna gelmiş olmasına rağmen tehdit ve tehaddi manası taşıması sebebiyle vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
فَتَمَتَّعُوا۠ kelimesi meçhul olarak ve ُلِيَكْفُرُوا kelimesine atıfla, يَ harfiyle فَيمَتَّعُوا۠ şeklinde de okunmuştur ki “Nankörlük etsinler ve yaşatılsınlar.” şeklinde düşünülebilir. Ayrıca, aradan çekilip kendi haline bırakma anlamında bir emir de söz konusu olabilir yani ُلِيَكْفُرُوا ’daki لِ, böylece ta’lil anlamında değil, emir lâmıdır. (Keşşâf)
فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ [Faydalanın, ileride göreceksiniz] cümlesi tehdit ifade eder. (Safvetu’t Tefasir)
فَتَمَتَّعُوا۠ [Öyleyse bir süre faydalanın.] cümlesi de tehdit emridir, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. En ağır tehdittir. Meçhul sıygası ile فَيُتَمَتََّعُ da okunmuştur ki o zaman لِيَكْفُرُوا ’ya atfedilmiş olur. Buna göre emir لِ ’nın tehdit için gelen lâm,b فَ ’nin de cevap için olması caiz olur. (Beyzâvî)
فَتَمَتَّعُوا۠ emri, tehdit içindir. Burada doğrudan doğruya onlara hitap edilmesi, ilâhi gazabın son haddini ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
فَ ta’liliyyedir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, ve tecessüm ifade etmiştir. Müstakbel harfi سَوْفَ tehdit makamında tekid ifade eder.
Tesvif harfi سَوْفَ ’den murad, tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ harfinin mazi fiili tekidi gibi -müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf Suresi, 123)
سَوْفَ, ahirette bileceklerine işarettir. İlimden maksat ise başlarına gelecek azabı tadacakları gerçeğidir.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ [Yakında bilecekler.] haber cümlesi muktezâ-i zâhirin hilafına olarak tehdit içeren manaya sahip olduğu için lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ [Yakında bilecekler] cümlesi, kâfirlerin akıbetini belirten bir haber cümlesidir. Yani yaptıklarının sonucunu anlayacaklar demektir. Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Mef’ûlun hazfi, korku uyandırmak içindir. (Âşûr)
يَعْلَمُونَ ibaresinde, tağlîb yoluyla müennesler de kastedilmiştir.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ [Yakında anlayacaksınız.] cümlesinde icaz-ı kasr vardır. Cenab-ı Hakk onların davranışları neticesinde başlarına neler geleceğini muhatabın muhayyilesine bırakarak az lafızla çok şey ifade etmiştir.
Bu ayetteki تَعْلَمُونَ [bileceksiniz] ifadesinin benzerleri çeşitli ayetlerde geçmektedir. (Hicr Suresi, 3; Furkan Suresi, 12; Ankebut Suresi, 66; Saffat Suresi, 170; Zuhruf Suresi, 89; Tekâsür Suresi, 3-4) Bunların çoğunda tertip, kendilerine gizli olan, inkâr ettikleri veya şüpheye düştükleri gelecek olan o günün hakikatinin kendilerine beyanı şeklindedir.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
يَكْفُرُوا ile تَعْلَمُونَ kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.