وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | يُؤَاخِذُ | cezalandırsaydı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | النَّاسَ | insanları |
|
5 | بِظُلْمِهِمْ | yaptıkları (her) haksızlıkla |
|
6 | مَا |
|
|
7 | تَرَكَ | bırakmazdı |
|
8 | عَلَيْهَا | üzerinde (yeryüzünde) |
|
9 | مِنْ | hiçbir |
|
10 | دَابَّةٍ | canlı |
|
11 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
12 | يُؤَخِّرُهُمْ | onları erteler |
|
13 | إِلَىٰ | -ye kadar |
|
14 | أَجَلٍ | bir süre- |
|
15 | مُسَمًّى | takdir edilen |
|
16 | فَإِذَا | zaman |
|
17 | جَاءَ | geldiği |
|
18 | أَجَلُهُمْ | süreleri |
|
19 | لَا | asla |
|
20 | يَسْتَأْخِرُونَ | geri kalmazlar |
|
21 | سَاعَةً | bir sa’at (dahi) |
|
22 | وَلَا | ne de |
|
23 | يَسْتَقْدِمُونَ | ileri geçerler |
|
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
يُؤَاخِذُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُؤَاخِذُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِ harf-i ceri sebebiyyedir.
بِظُلْمِ car mecruru يُؤَاخِذُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen مَا تَرَكَ عَلَيْهَا cümlesi şartın cevabıdır.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَرَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلَيْهَا car mecruru تَرَكَ fiiline müteallıktır. مِنْ harf-i ceri zaiddir.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَٓابَّةٍ kelimesi lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُؤَاخِذُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
Mufâale babı فِي ile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik - ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. يُؤَخِّرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru يُؤَخِّرُهُمْ ‘a müteallıktır. مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ ’in sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
مُسَمًّىۚ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludür.
يُؤَخِّرُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi أخر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
جَٓاءَ اَجَلُهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَجَلُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَأْخِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.
سَاعَةً mef’ûlu bih olup fetha ile mansubdur.
Şartın cevabı, لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ’dur. لا يَسْتَقْدِمُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَسْتَقْدِمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَسْتَأْخِرُونَ ve يَسْتَقْدِمُونَ fiilleri, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsîleri, أخر ve قدم ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ
وَ, atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ şart cümlesidir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Bu kelam, “Zaten Azîz ve Hakîm ancak O'dur” cümlesinin sarih ifadesi olup onların işledikleri çirkinliklerin son haddine vardığını bildirmektedir. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يُؤَاخِذُ fiiline müteallık olan بِظُلْمِهِمْ ’deki بِ harfi, sebebiyyet içindir.
النَّاسَ ’ın marifeliği tüm insanları kapsadığından cins içindir. (Âşûr)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber talebî kelamdır.
مِنْ دَٓابَّةٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. مِنْ ise tekid ifade eden zaid harftir.
Olumsuz cümlede zaid مِنْ harfi, cümleyi “hiçbir” manası vererek tekid eder.
يُؤَاخِذُ - تَرَكَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, دَٓابَّةٍ - النَّاسَ kelimeleri arasında ise îhâm-ı tezat sanatı vardır.
Ayetteki “Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden muaheze edecek olsaydı.” ifadesindeki “insanlar” sözü ile ya ilâhi cezayı hak etmiş bütün günahkârlar, yahut da geçen ayetlerde bahsedilen müşrikler ve Allah'ın kızları bulunduğunu söyleyen kimseler kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
لَوْ [eğer] edatı, bir şeyin bulunmaması sebebiyle diğer şeyin de olmayacağını ifade etmek için kullanılır. O halde [Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden muaheze etseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı] ayeti Allah Teâlânın, zulümleri sebebiyle insanları muaheze etmediğini, yeryüzünde canlılar bıraktığını gösterir.
عَلَيْهَا kelimesindeki zamir, الارض (yeryüzü) kelimesine aittir. Halbuki bu isim daha önce geçmemiştir. Ancak ne var ki bu ayette geçen دَٓابَّةٍ kelimesi, الارض (yeryüzü) kelimesine delalet eder. Çünkü دَٓابَّةٍ ancak yeryüzünde debelenip hareket edebilir. Çoğu kez الارض kelimesi her ne kadar lafzan geçmese bile kinaye yoluyla ifade edilir. Çünkü Araplar yeryüzünü kastederek “Onun üzerine, falan gibisi yoktur.” veya “Orada falancadan daha iyi kimse yoktur.” derler ve bu ifadelerde zamirle yetinirler. (Fahreddin er-Râzî)
مِنْ دَٓابَّةٍ [Hiçbir canlı] ayeti delil teşkil etmektedir. Çünkü canlı دَٓابَّة ancak yer üzerinde hareket eder. Anlam ise kâfir bir canlı bırakmaz, şeklindedir. O halde bu özel bir anlam taşımaktadır. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Eğer o küfürleri sebebi ile babaları helak edecek olsaydı, elbetteki onların çocukları da olmazdı.
Yaratıklar arasında zulme sapmamış müminler de bulunduğu halde yüce Allah nasıl olur da herkesi helak eder, diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir: Allah zalimin helakını intikam ve ceza olarak takdir eder, müminin helakına karşılık ise ahirette sevap ve mükâfat verir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
لٰكِنْ istidrak harfidir. لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
لٰكِنْ ’in kasr ifade etmesi için öncesinde nefy veya nehyin geçmiş bulunması, atfedilen nesnenin müfred olması ve ayrıca لٰكِنْ ’in başında وَ bulunması şarttır. (TDV İslam Ansiklopedisi)
اَجَلٍ ’deki tenvin nev ve kıllet ifade eder.
مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
فَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اِذَا zaman zarfı olup müteallakı لَا يَسْتَأْخِرُونَ fiilidir.
Şart cümlesi جَٓاءَ اَجَلُهُمْ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)
فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ [Artık ecelleri geldiği zaman] ayetinin artık kıyamet günü geldiği zaman … anlamında olduğu söylenmiştir. (Kurtubî)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ cümlesi şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi tezattır.
Süre geldiğinde ondan ileri gitmek (o süreden geride kalmak) tasavvur edilemediği halde bunun zikredilmesi, süreden geri kalmanın imkânsız şeylerden olduğunu bildirmek konusunda, manayı daha kuvvetli olarak ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
اَجَلٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً cümlesi ile وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يُؤَخِّرُهُمْ - يَسْتَقْدِمُونَ arasında tıbâk-ı îcab, يُؤَخِّر - لَا يَسْتَأْخِرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatları vardır.
يُؤَخِّرُهُمْ - يَسْتَأْخِرُونَ arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, اَجَلٍ - اَجَلُهُمْ kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَجَلٍ - سَاعَةً ve دَٓابَّةٍ - النَّاسَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.