وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
2 | أَخْرَجَكُمْ | sizi çıkardı |
|
3 | مِنْ | -ndan |
|
4 | بُطُونِ | karınları- |
|
5 | أُمَّهَاتِكُمْ | annelerinizin |
|
6 | لَا |
|
|
7 | تَعْلَمُونَ | bilmezken |
|
8 | شَيْئًا | hiçbir şey |
|
9 | وَجَعَلَ | ve verdi |
|
10 | لَكُمُ | size |
|
11 | السَّمْعَ | işitme |
|
12 | وَالْأَبْصَارَ | ve gözler |
|
13 | وَالْأَفْئِدَةَ | ve gönüller |
|
14 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
15 | تَشْكُرُونَ | şükredersiniz |
|
وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. اَخْرَجَكُمْ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. اَخْرَجَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlu bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ بُطُونِ car mecruru اَخْرَجَكُمْ fiiline müteallıktır.
اُمَّهَاتِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ fiili ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَخْرَجَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi).
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ‘dir.
لَكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline müteallıktır. السَّمْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الْاَبْصَارَ - الْاَفْـِٔدَةَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
Terecci, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir, لَعَلَّ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur.
تَشْكُرُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olup mahallen merfûdur. تَشْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ cümlesi, mübtedanın haberidir.
لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاً cümlesi اَخْرَجَكُمْ ‘deki mef’ûlun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ cümlesi … اَخْرَجَكُمْ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Her iki cümlede de fiiller mazi sıygada gelerek hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
السَّمْعَ - الْاَبْصَارَ - الْاَفْـِٔدَةَۙ - بُطُونِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ’nın, kulak, göz ve gönül yapma/kılma fiilini anne karnından çıkma fiilinden sonra zikretmesinin, bu uzuvların doğumdan sonra yaratılma durumunu belirtmesi söz konusu olamayacağına göre, işitme ile öğüt alma, görme ile basiret, gönül ile de feraset yetileriyle donattığı kastıyla olması muhtemeldir.
Bu ayette müfred kelimeyle cemi kelime aynı cümlede bir araya gelmiştir. İfadeye dikkat ettiğimizde الْسَّمْعَ kelimesi tekil geldiği halde الَْأبْصَارَ وَالَْفْئِدَة kelimelerinin çoğul geldiğini görüyoruz. Muktezâ-i zâhire göre üç kelimenin de tekil ya da üçünün de çoğul olarak gelmesi gerekirdi. Öyleyse neden yalnızca الْسَّمْعَ kelimesi tekil olarak kullanılmıştır? Bunun cevabı duyu merkezleri ve kalp hususundaki ilmi araştırmalardadır. Beyinde işitme duyusu merkezi yalnızca bir tanedir. Bu sebeple işitmeyi ifade eden الْسَّمْعَ kelimesi tekil olarak kullanılmıştır. Ama beyindeki görme ve kalbe bağlı merkezler pek çok olup sınırlı değildir. Bu sebeple الْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ kelimeleri الْسَّمْعَ kelimesinin aksine çoğul gelmiştir. Dolayısıyla tekil-çoğul kelimelerin bu şekilde birlikte kullanılışı muktezâ-i zâhire aykırı olsa da durumun bir gereğidir. Muktezâ-i hale uygun olan kullanım bahsi geçtiği gibi الْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ kelimelerinin çoğul gelmesi ise, söz konusu kelimeler niçin وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً [Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur] (İsra /36) ayetinde tekil gelmiştir? diye sorulabilir. İki ayetin siyakına bakıldığında ikisi arasındaki belaği fark anlaşılacaktır. Dikkat edildiğinde ikinci ayetin idrak ile elde edilen ilimden bahsettiği görülür. İlim, duyma ve görme duyuları yoluyla idrake aktarılır. Oradan da kalbe intikal eder. Zira kişinin duygularının ve fikirlerinin merkezi kalptir. Ayette السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَاد duyma ve görme duyusu ile kalp idrake gönderilecek ilmin araçları olarak sunulmuştur.. İlim de idrak da tekil kelimelerdir. Ayetteki duyma ve görme duyuları ile kalbin idrak ve ilimle bağlantısı olması ve bu iki kelimenin de tekil olması dolayısıyla الَْبْصَارَ وَالَْفْئِدَة kelimeleri de durumun muktezâsı olarak tekil gelmek zorundadır. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
اُمَّهَاتِكُمْ kelimesinin aslı, اُمَّاتِكُمْ 'dur. هَ ilave edilmesi şâzdır, zaiddir.
الْاَفْـِٔدَةَ kelimesi فُؤَاد kelimesinin çoğuludur. Zeccâc şöyle demektedir: فُؤَاد kelimesi, cemi kesretle çoğul yapılmaz. فئيدان şeklinde de kullanılmaz." Ben derim ki belki de bu kelime, "Kulak ve göz çoktur. Fakat gönül azdır" hususuna dikkat çekmek için cem-i kıllet vezninde çoğul yapılmıştır. Çünkü gönül, hakiki bilgiler ve yakînî ilimler için yaratılmıştır. Halbuki insanların pek çoğu böyle değillerdir. Tam aksine onlar, birtakım behimî fiiller ve vahşi hayvanlara mahsus sıfatlarla haşir neşirdirler. Binaenaleyh, böylece sanki onların gönülleri gönül olmamış olur. Bundan dolayı, bu kelimenin çoğulunda, cem-i kıllet kalıbı getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ [Size kulaklar, gözler ve gönüller verdi] onunla bilgi öğreneceğiniz araçlar ve duyular verdi, bu sayede eşyanın özünü anlar, hissin tekrarı ile eşyalar arasında farkı ayırt edersiniz. Sonunda gerçek bilgiye ulaşır, tecrübe sonunda ilim kazanma yollarını öğrenirsiniz. (Beyzâvî)
Müfessirler bu ifadeye, “Allah size, Allah’ın va’z u nasihatlarını duyasınız diye kulak; delillerini göresiniz diye göz; Allah’ın alametini akledesiniz, düşünesiniz diye gönül verdi” manasını vermiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette kulaklar, gözlerden önce zikredilmiştir. Çünkü kulak vahyi telakki yoludur. Yahut kulak idraki göz idrakinden önce hasıl olduğu içindir. (Ebüssuûd)
الأفْئِدَةُ kelimesi الفُؤادِ kelimesinin çoğuludur. Aslında kalp demektir. Ama çoğunlukla akıl manasında kullanılır ki burada da bu manadadır. Kulak ve göz idrak için en önemli azalardır. Çünkü en önemli cüzler ve zaruri ilimler bunlar vasıtasıyla idrak edilir. (Âşûr)
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ’nin haberi olan تَشْكُرُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub, لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)