سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سُبْحَانَ | eksiklikten uzaktır |
|
2 | الَّذِي | O (Allah) ki |
|
3 | أَسْرَىٰ | yürüttü |
|
4 | بِعَبْدِهِ | kulunu |
|
5 | لَيْلًا | gecenin bir vaktinde |
|
6 | مِنَ |
|
|
7 | الْمَسْجِدِ | Mescid-i |
|
8 | الْحَرَامِ | Haram’dan |
|
9 | إِلَى |
|
|
10 | الْمَسْجِدِ | Mescid-i |
|
11 | الْأَقْصَى | Aksa’ya |
|
12 | الَّذِي | öyle ki |
|
13 | بَارَكْنَا | bereketli kıldığımız |
|
14 | حَوْلَهُ | çevresini |
|
15 | لِنُرِيَهُ | kendisine göstermemiz için |
|
16 | مِنْ | bir bölümünü |
|
17 | ايَاتِنَا | ayetlerimizden |
|
18 | إِنَّهُ | gerçekten |
|
19 | هُوَ | O |
|
20 | السَّمِيعُ | işitendir |
|
21 | الْبَصِيرُ | görendir |
|
Bu ayet-i kerimede, hicretten bir yıl kadar önce meydana gelen Isra ve Mirac olayina işaret edilmektedir. Allah Teala'nin Resul-i Ekrem'i bir gece Mekke'deki Kabe'den alıp Kudus'teki Mescid-i Aksa'ya götürmesi Mirac'in birinci basamağı olup Isra diye adlandırılmakta, oradan alıp göklere çıkarmasına danMirac denmektedir. Peygamber alehisselam bu yolculuğu Cebrail'in eşliğinde ve ayağını gözünün gördüğü en son noktaya basan Burak adlı bir binitin sırtında yapmiş, Mescid-i Aksa'da iki rekat namaz kıldıktan sonra göklere yükselmiştir.Bu yolculukta göğün çeşitli katlarinda bazı peygamberlerle görüşmüş, Cennet'i ve Cehennem'i görmüş, Cenab-ı Hakk'ın huzuruna çıkarak ondan beş vakit namaz emrini amıştır. (Buhari,Salat 1,Bed'ül-halk 6 ;Enbiya 5; Tevhid 37;Müslim, Iman 259-272)
سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ
سُبْحَانَ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, يسبّح (tesbih eder.) şeklindedir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَسْرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
بِعَبْدِه۪ car mecruru اَسْرٰى fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَيْلاً zaman zarfı, اَسْرٰى fiiline müteallıktır. مِنَ الْمَسْجِدِ car mecruru اَسْرٰى fiiline müteallıktır. الْحَرَامِ kelimesi الْمَسْجِدِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. اِلَى الْمَسْجِدِ car mecruru اَسْرٰى fiiline müteallıktır.
الْاَقْصَا kelimesi الْمَسْجِدِ ’nin ikinci sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, الْمَسْجِدِ ’nin üçüncü sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası بَارَكْنَا حَوْلَهُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
بَارَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
حَوْلَهُ mekân zarfı, بَارَكْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, نُرِيَهُ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَسْرٰى fiiline müteallıktır. نُرِيَهُ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
مِنْ اٰيَاتِنَا car mecruru نُرِيَهُ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra 3) Lam-ı cuhûddan sonra 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسْرٰى sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi سري ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
بَارَكْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi برك ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl ( ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri ): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri)” denir.
Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَل۪يمُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ kelimesi ikinci haberdir.
السَّم۪يعُ - الْبَص۪يرُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Kuran Surelerinin ilk ayetleri surenin içeriğiyle olan anlam bağlantısı yönüyle berâat-i istihlâl sanatının en güzel örnekleridir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, يسبّح [tesbih eder.] olan fiil mahzuftur. سُبْحَانَ kelimesi bu mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır.
Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelamdır.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan …اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Az sözle çok anlam ifade eden بِعَبْدِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عَبْدِ şan ve şeref kazanmıştır. عَبْدِ, Hz. Peygamberden kinayedir.
Bu ayetteki اَسْرٰى fiili zaten gece yürüyüşü anlamına gelmekte olup, لَيْلاً zarfındaki nekrelik taklîl ifade eder. Yani bunun gecenin bir bölümünde meydana gelip gecenin tamamında olmadığını gösterir. (Ömer Özbek, Arap Dili ve Belâgatında Itnâb Üslûbu)
لَيْلاً kelimesindeki nekrelik tazim ifade eder. (Âşûr)
Ayetteki ikinci mevsûl الْاَقْصَا için sıfattır. Sılası olan بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ
cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sebep bildiren masdar ve cer harfi لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde بَارَكْنَا fiiline müteallıktır.
مِنْ اٰيَاتِنَا ’deki مِنْ, ba'diyet ifade eder.
Az sözle çok anlam ifade eden اٰيَاتِنَاۜ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette gaibden mütekellime iltifat edilmiştir.
Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ gaib zamiriyle başladıktan sonra etrafını mübarek kıldığımız buyurarak iltifat sanatıyla mütekellim zamirine geçmiş, daha sonra yine gaib zamirine dönmüştür. Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar indindeki yüce mekânına işaret vardır. Ayrıca bunun Peygamber Efendimize gösterilen en büyük ayet olduğuna ve İsra’nın amacının da bu olduğuna delalet eder. Yine Allah Teâlâ’nın azametini hissettirmek için sonunda gaib zamirine dönülmüştür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zuhaylî’ye göre surenin سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى ifadesi ile başlaması berâat-i istihlâldir. Çünkü isra hadisesi harikulade bir olaydır. Bu sebeple Allah Teâlâ’nın kemâl-i kudretine ve noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna işaret etmek için sure bu ifadelerle başlamıştır. Yani kulu Muhammed’i (s.a.) gecenin bir kısmında Mekke-i Mükerreme'deki Mescid-i Haram’dan Beyt-i Makdis’teki Mescid-i Aksa’ya götürüp aynı gece beldesine geri döndüren Allah’ı her türlü çirkinlikten tenzih ederim. Müşriklerin iddia ettiği gibi ortağı veya çocuğu olmak kabilinden her türlü acizlik ve noksan sıfatlardan O’nu berî kılar, O’nun son derece kemâl-i kudret sahibi olduğunu tasdik ederim. O, nice akla hayale gelmeyen ilginç şeyleri gerçekleştirmeye kādirdir. Dolayısıyla Peygamberinin şerefine şeref katmak, kadrini yüceltmek için ve O’nun daimi bir mucizesi olması kastıyla kulunu çok kısa bir zamanda bu kadar uzak bir yere geceleyin götürmesinde bir tuhaflık yoktur. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Evet, Resulullah (s.a.) Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya geceleyin götürüldü. Burası Beytu'l-Makdis yani Kudüs'tür. Çünkü o zaman ondan başka Mescid bulunmuyordu. “çevresini mübarek-bereketli kıldığımız” ifadesiyle burada anlatılmak istenen şey, din ve dünya ile ilgili bereket ve mübarek oluşudur. Çünkü burası, bütün peygamberlerin -Allah'ın selamı üzerlerine olsun- ibadet merkezidir, vahyin indiği yerdir. Akar sular ve ırmaklarla, meyve veren türlü ağaçlarla çevrelenmiş bir yerdir.
Hz. Muhammed’e (s.a.), bizim birliğimize, O’nun da peygamberliğinin doğruluğuna delalet eden ayetlerimizi göstermek için çünkü gökleri ve oradaki ayetleri görmekle bu gerçeği daha huzurlu olarak anlamış olacaktır. (Nesefî)
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
اِنَّ ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ, isim cümlesi formunda gelmiştir. هُوَ ’nin fasıl zamiri olduğu da söylenmiştir. اِنَّهُ ’daki هُ, şan zamiridir.
Müsnedin yani السَّم۪يعُ ve الْبَص۪يرُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemâl derecede sadece Allah’a aittir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. İzafî kasr olup kasr-ı kalptir. (Âşûr)
Cümledeki هُوَ fasıl zamiri, kasr manasını tekid eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.