قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Musa) dedi ki |
|
2 | لَقَدْ | andolsun |
|
3 | عَلِمْتَ | sen biliyorsun ki |
|
4 | مَا |
|
|
5 | أَنْزَلَ | indirmez |
|
6 | هَٰؤُلَاءِ | bunları |
|
7 | إِلَّا | başkası |
|
8 | رَبُّ | Rabbinden |
|
9 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
10 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
11 | بَصَائِرَ | kanıtlar olarak |
|
12 | وَإِنِّي | şüphesiz ben de |
|
13 | لَأَظُنُّكَ | seni görüyorum |
|
14 | يَا فِرْعَوْنُ | Fir’avn |
|
15 | مَثْبُورًا | mahvolmuş |
|
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli mukadder kasemin cevabı olan لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
عَلِمْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
İsm-i işaret هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. رَبُّ fail olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi و ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. بَصَٓائِرَ hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ى mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اَظُنُّكَ fiili اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. اَظُنُّكَ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur.
يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً itiraziyye cümlesidir. يَا nida harfidir. فِرْعَوْنُ münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.
مَثْبُوراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَثْبُوراً kelimesi sülâsî mücerred olan ثبر fiilinin ism-i mef’ûludur.قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Mütekellim Hz. Musa, muhatap Firavundur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mahzuf kasemin cevabı, قَدْ ve لَ ile tekid edilmiş …لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Aynı zamanda قَالَ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesi عَلِمْتَ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Kasr, fiille fail arasındadır. اَنْزَلَ maksûr/sıfat, رَبُّ maks’ûrun aleyh/mevsuftur.
İnkâr ve vehim içinde olan Firavuna karşı Musa (as), bu mucizeleri Rabbinden başkasının getiremeyeceği hususunu ما nefy harfi ve إلا hasr edatıyla oluşan kasr üslubuyla belirtmiştir.
Mef’ûl konumundaki işaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ile Allah’ın indirdiği ayetlere işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّ السَّمٰوَاتِ izafetinde السَّمٰوَاتِ ’nin Rabb ismine muzâfun ileyh olması, onun tazimine işaret eder.
بَصَٓائِرَۚ haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Ayetteki بَصَٓائِرَۚ “apaçık hüccetler olarak” demektir. Bunlar sanki, akılların basiretleri (gözleri)dir. Bu hususta sözün özü şudur: Mucize, âdetin (alışılmışın) üstünde olan bir iş olup bunu yapan kimse, bunu iddia ettiği şeyin tasdik edilmesi için yapar. Hz. Musa’nın (as) mucizeleri, her iki özelliği de taşır. Çünkü onlar da harikulade işlerdir. Akıl açıkça bir değneğin büyük bir yılana dönüşmesine, sonra da sihirbazların onca ip ve değneklerini yutmasına, daha sonrada eski haline gelip bir sopa olmasına ancak Allah'ın kādir olacağına şehadet eder. Binaenaleyh böylesi fiilleri ancak Allah Teâlâ yapar. Denizin ikiye ayrılması, dağın onların tepesine kaldırılıp bir şemsiye gibi tutulmasında söylenecek söz de aynıdır. Binaenaleyh bütün bunları göklerin ve yerin Rabbinin indirdiği (yaptığı) sabit olur.
Mucizelerin ikinci özelliği de Allah Teâlâ'nın bunları, Hz. Musa’nın peygamberliğinin doğru olduğunu göstersin diye yaratmış olmasıdır. Ayetteki, “Andolsun ki bunları göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini biliyorsun.” cümlesi ile kastedilen budur. Bunlar birer basiret yani Hz. Musa'nın doğruyu söylediğine delil olan şey olarak indirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelamda Hz. Musa, firavunun zannına karşı kendi zannını beyan etmiştir. Ama iki zan arasında çok fark vardır. Nasıl olmasın ki, Firavunun zannı apaçık bir bühtandır; Hz Musa'nın zannı ise kesin olanı talim etmektir. (Ebüssuûd)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nâzîr sanatları vardır.
وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً
Cümle وَ ’la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan لَاَظُنُّكَ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümleye dahil olan tekid lamı diye isimlendirilen bu edatın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ’nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur'an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
يَا فِرْعَوْنُ itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayette hal konumundaki مَثْبُوراً [helak olmuş] demektir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tnâb sanatıdır.
مَثْبُوراً Helak olmak, yok olmak, demektir. İnsanın, gelen bir musibet esnasında, veyl ve sübûr kelimelerini diline dolaması, yaygın bir iştir. Nitekim Cenab-ı Hak, “Onlar orada, ey helak (sübûr) diye bağırırlar. Onlara denir ki: Bugün bir kere helak (sübûr) çağırmayın, birçok helak çağırın.” (Furkan Suresi, 13-14) buyurmuştur. Bil ki Firavun, Musa'yı meshûr (büyülenmiş) olarak niteleyince Hz. Musa (as) da “Sen de mesbûrsun” yani “Bu mucizeler, ayetler çok net, açık ve kesindir. Onların Allah katından olduğu ve Allah'ın onları, beni peygamberlik iddiamda doğrulamam için indirdiğine hiçbir akıllı şüphe etmez. Sen ise bunları kabul etmiyorsun. Binaenaleyh seni bu inkâra sürükleyen, hasedin, inadın, zulmün, cahilliğin ve dünya sevgindir. Böyle olan herkesin akıbeti ise helak ve yokluktur.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
مَثْبُوراً (Helak olmuş) - مَسْحُوراً (Büyülenmiş) (101. ayet) kelimeleri arasında cinâs-ı nâkıs vardır. Zira bazı harfler değişmiştir. (Safvetü’t Tefasir)
اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُوراً (Ey Musa! Seni büyülenmiş bir kimse olarak görüyorum.) sözüne karşılık Musa’nın (as), وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً (Ey Firavun! Ben de senin helak olmuş bir kimse olduğuna inanıyorum.) (101.ayet) sözü arasında güzel mukabele sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
Bu cümleler arasında ayrıca reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.