وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَضَىٰ | ve emretti |
|
2 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
3 | أَلَّا |
|
|
4 | تَعْبُدُوا | tapmamanızı |
|
5 | إِلَّا | başkasına |
|
6 | إِيَّاهُ | kendisinden |
|
7 | وَبِالْوَالِدَيْنِ | ve anaya babaya |
|
8 | إِحْسَانًا | iyilik etmenizi |
|
9 | إِمَّا |
|
|
10 | يَبْلُغَنَّ | ulaşırsa |
|
11 | عِنْدَكَ | senin yanında |
|
12 | الْكِبَرَ | ihtiyarlık çağına |
|
13 | أَحَدُهُمَا | ikisinden birisi |
|
14 | أَوْ | yahut |
|
15 | كِلَاهُمَا | her ikisi |
|
16 | فَلَا | sakın |
|
17 | تَقُلْ | deme |
|
18 | لَهُمَا | onlara |
|
19 | أُفٍّ | Öf! |
|
20 | وَلَا | ve |
|
21 | تَنْهَرْهُمَا | onları azarlama |
|
22 | وَقُلْ | söyle |
|
23 | لَهُمَا | onlara |
|
24 | قَوْلًا | bir söz |
|
25 | كَرِيمًا | güzel |
|
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَضٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. رَبُّكَ fail olup lafzen merfudur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ masdar harfidir. لَّا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَعْبُدُٓوا fiili ن ’nun hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i cer ile birlikte قَضٰى fiiline müteallıktır.
اِلَّٓا hasr edatıdır. Munfasıl zamir اِيَّاهُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالْوَالِدَيْنِ car mecruru mahzuf أحسنوا fiiline müteallıktır. الْوَالِدَيْنِ kelimesi müsenna olduğu için ى ile mecrurdur.
اِحْسَاناً mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olup fetha ile mansubdur.
اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا
اِمَّا lafzında, şart harfi olan إنْ harfi, مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا , zaid olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ da fiili tekid etmektedir.
اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)
يَبْلُغَنَّ şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki ن , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
عِنْدَكَ mekân zarfı, يَبْلُغَنَّ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْكِبَرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَحَدُهُمَٓا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كِلَاهُمَا atıf harfi اَوْ ile اَحَدُهُمَٓا ’ya matuf olup müsennaya mülhak olduğu için elif ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَقُلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَهُمَٓا car mecruru تَقُلْ fiiline müteallıktır.
اُفٍّ kelimesi أتضجر manasında olup isim fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
اُفٍّ kelimesi hoşlanmama ve sıkılma ifade eden bir isim fiildir. Lisanu'l Arap'ta; “insanın hoşlanmadığı bir şey olduğunda veya bir şeyden sıkıldığında çıkardığı sestir” deniyor. Nahivcilere göre تَضَجَّرْتُ - اَتَضجَّرُ manasında isim-fiildir. İbn-i Hacib’de اُفٍّ isim fiil اُفًّا şeklinde tenvinlenince masdar olur, aksi durumda ne masdar olur ne de isim fiil olur" diyor. İbn-i Malik, اُفٍّ ’nin on kullanım şekli olduğunu, İbn-i Hacib on bir kullanım şekli olduğunu ve Kamusu'l Muhit ise kırk kullanım şekli olduğunu belirtmiştir. (Dr. Ali Yılmaz, Arapçada İsim Fiiller)
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَنْهَرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Muttasıl zamir هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
لَهُمَا car mecruru قُلْ fiiline müteallıktır.
قَوْلاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَر۪يماً kelimesi قَوْلاً ’nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ cümlesi önceki cümleye atfedilmiştir. (Âşûr)
Bu hükümler ve emirlere ihtimam için cümleye قَضٰى fiili ile başlanmıştır. (Âşûr)
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبُّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca müsnedün ileyh konumundaki bu izafet, Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar harfi أَنْ ve akabindeki menfi muzari fiil cümlesi تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ , masdar tevilinde, takdir edilen بِ harf-i ceriyle birlikte قَضٰى fiiline müteallıktır.
Kasr üslubuyla tekid edilen masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ cümlesinde topluma hitap edilmiştir. Çünkü bu yasaklama insanların hepsini kapsar. Bu müşriklere tarizdir. (Âşûr)
تَعْبُدُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
لَّٓا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, fiille mef’ûl arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Atıfla gelen وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur بِالْوَالِدَيْنِ ‘nin müteallakı, takdiri أحسنوا [Güzel davranın] olan fiil mahzuftur. Mef’ûlu mutlak اِحْسَاناًۜ ’in amili de bu mahzuf fiildir.
بِالوالِدَيْنِ terkibi إحْسانًا sözüne müteallıktır. بِ harf-i ceri tadiye içindir. (Âşûr)
وبِالوالِدَيْنِ terkibinin müteallıkına takdimi ihtimam içindir. الوالِدَيْنِ ’deki tarif, Allah’tan başkasına ibadet etmeyen her mükellefin anne babasını ifade eden istiğrak içindir. (Âşûr)
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
قَضٰى fiilinin burada mecazî manası emretti demektir. Bu emir, emr-i cazim yani kat’i emir, vasiyet etti manasına gelir. Ayetin irşat boyutuna baktığımızda insanın yaratılışında ve birçok nimetlerle ayakta duruşunda bu nimeti kendisine bahşeden nimet sahibi Allah’a minnettar olması gerektiği emredilir. Onun varlığında sebeb-i hakiki Allah’tır ve sebeb-i zahir ise anne babasıdır. Bu sebeple Allah’a itaatten sonra anne ve babaya iyilikte bulunulması emredilmektedir. Ayette اِحْسَاناًۜ kelimesi nekre gelmiştir, tazim ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Nihayetu’l Îcâz fî Dîrâyeti’l-İ‘câz)
Ayetin metnindeki قَضٰى [hüküm] fiili yerine, diğer bir kıraatte tavsiye fiili zikredilmektedir. Yani Rabbin kesin olarak emretti ki kendisinden başkasına ibadet etmeyin. Zira ibadet tazimin son derecesidir. Bu itibarla ibadet, ancak son derece azamet ve ihsan sahibi olan Allah'a yaraşır. Bu ifade, mezkûr ahiret için çalışmanın izahı gibidir. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Fakat mana olarak hitap bütün mükellefleri kapsamaktadır.
اَنْ ’in müfessire ve لَا ’nın nahiye olması da caizdir. اِمَّا ’daki إنْ şartıyedir, مَّا ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden nûn'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvi)
Bil ki Allah Teâlâ, önce kendisine ibadet etmeyi emretmiş, peşinden de ana babaya itaati emretmiştir. Kendisine ibadet etmeyi emretmesiyle ana babaya itaati emretmesi arasındaki münasebeti birkaç yönden izah edebiliriz:
Birinci Vecih: İnsanın var olmasının gerçek sebebi, Allah Teâlâ'nın onu yaratıp var etmesidir. Var oluşunun zahirî sebebi ise onun anne babasıdır. Böylece Cenab-ı Hak, ilk önce pek çok sebebe tazim edilip saygı duyulmasını, bunun peşinden de zahirî sebebe tazim edilmesini emretmiştir.
İkinci Vecih: Hz. Peygamberin (sav) “Allah'ın emrine saygı duymak, mahlûkata karşı da şefkat göstermek” şeklindeki hadisinden kastedilen de budur. Kendilerine en fazla şefkat duyulması gereken mahluk ise ana babadır. Çünkü onların, o insana karşı inâm ve lütufları son derece fazladır. O halde “Rabbin, ‘kendinden başkasına kulluk etmeyin…’ diye hükmetti.” buyruğu, Allah'ın emrine itaat edip tazîm göstermeye; “Ana ve babaya iyi muamele edin.” buyruğu da Allah'ın mahlûkatına şefkatli davranmaya bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
مَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً
Beyânî istinaf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
Vuku bulması nadir durumlarda kullanılan إِنْ şart harfi, مَا tekid ifade eden zaid harftir. Şart cümlesi يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا , müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir.
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesi فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. لَا تَقُلْ fiilinin mekulü’l-kavli اُفٍّ , muzari sıygada isim-fiildir.
Aynı üslupta gelen وَلَا تَنْهَرْهُمَا cümlesi, şartın cevabına, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. İki cümle, nehiy sıygasında olmak bakımından da mutabıktır.
Tezat sebebiyle …فَلَا تَقُلْ cümlesine atfedilen son cümle وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. كَر۪يماً , mef’ûl olan قَوْلاً için sıfattır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ cümlesi ile وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Ayette لَا تَقُلْ ve قُلْ sözcükleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
كَر۪يماً - اِحْسَاناً ile اَحَدُهُمَٓا - كِلَاهُمَا ve اُفٍّ - تَنْهَرْهُمَا kelime gruplarında mürâât-ı nazîr, قُلْ - قَوْل - قَوْلاً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Sözün kerim olmakla vasıflanması, aklî mecazdır.
Allah Teâlâ, اِحْسَانًاۜ بِالْوَالِدَيْنِ değil, tam aksine بِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۜ buyurmuştur. Binaenaleyh “ana baba” ifadesinin önce zikredilmesi, onlara alabildiğince itina göstermek gerektiğine delalet eder.
Cenab-ı Hak, اِحْسَانًا şeklinde nekre buyurmuştur. Bir şeyi nekre, belirsiz getirmek, o şeyin yüceliğine (tefhîm ve tazîm) delalet eder. Buna göre ayetin manası “Rabbin, ana babanıza, büyük ve mükemmel bir şekilde iyilikte bulunmanızı emretti.” şeklinde olur. Bu böyledir; zira, onların sana karşı olan lütuf ve iyilikleri, hadsiz bir dereceye varınca, senin de onlara yapacak olduğun lütuf ve ihsanının bu şekilde olması gerekir. Sonra her ne olursa olsun, bu iyilikte bir denklik de bulunamaz. Çünkü onların sana olan iyilik ve lütufları, herhangi bir maksat ve gaye gözetilmeksizin yapılmıştır. Meşhur olan bir darb-ı meselde şöyle denilmektedir: “İyiliği ilk başlatanın iyiliğine denk olan bir iyilik yapılamaz.” (Fahreddin er-Râzî)
“Öf” demekten men etmek, kovmaktan ve azarlamaktan men etmeye haydi haydi delalet eder. Öyle ise Cenab-ı Hak, öf demekten menetmeyi zikredince bunun peşi sıra “azarlamaktan” men etmeyi zikretmesi abes olur. Ama biz, Cenab-ı Hakk'ın önce azarlamaktan men etmeyi, sonra da öf demekten men etmeyi zikretmiş olduğunu farz etsek bu daha uygun ve manidar olmuş olurdu. Çünkü azarlamaktan men etmek, öf demekten men etmeyi de gerektirir. Öyleyse “Allah'ın ayetteki bu sırayı gözetmiş olmasının sebebi nedir?” denilirse biz deriz ki: Hak Teâlâ'nın, “Onlara ‘öf!’ (bile) deme” hitabı ile insanın az veya çok canının sıkıldığını göstermesinden men edilmesi kastedilmiştir. Ama “Onları azarlama” hitabı ile ise reddetmek ve yalanlamak suretiyle onların sözlerine ve görüşlerine karşı muhalefet etmekten men etme manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Kuş, uçmak ve yükselmek istediğinde kanatlarını açar, ama uçmamak ve yükselmemek istediğinde, kanatlarını kapatır. İşte bu açıdan, kanatları indirme ifadesi alçalma, tevazu gösterme manasında bir kinaye olur. (Fahreddin er-Râzî)