Kehf Sûresi 104. Ayet

اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً  ...

(Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?”  (103 - 104. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onların
2 ضَلَّ boşa gider ض ل ل
3 سَعْيُهُمْ bütün çabaları س ع ي
4 فِي
5 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
6 الدُّنْيَا dünya د ن و
7 وَهُمْ ve kendileri de
8 يَحْسَبُونَ sanırlar ح س ب
9 أَنَّهُمْ kendilerinin
10 يُحْسِنُونَ iyi yaptıklarını ح س ن
11 صُنْعًا işlerini ص ن ع
 
İnsanlar, davranışlarında daima bir amaç gözetip ona göre çaba harcarlar. Meselâ kişinin hedefi Allah’ın rızâsını ve âhireti kazanmak ise bu hedefe ulaşmak için çaba gösterir ve ona göre çalışır. Eğer kişi yüce değerlerle ilgilenmeyip sadece dünyevî menfaat elde etmek istiyorsa gayretini de o yönde sarfeder.
 
 Allah’a ortak koşanlar tanrılarının kendilerini Allah’a yaklaştıracağını ve Allah katında küfür sayılan bu davranışlarının Allah’a itaat olduğunu sanmaktadırlar. Oysa Allah kendisine ortak koşanların amellerinin hiçbir değeri olmadığını bildirmiştir. Bu sebeple dünyada yapıp ettikleri boşa gitmiştir; âhirette Allah tarafından hiçbir değer verilmeyecektir. Hz. Peygamber’in hadisinde de bu hususa işaret edilmiştir: “Kıyamet gününde şişman ve iri cüsseli nice adamlar gelir ki Allah katında sivri sineğin kanadı kadar ağırlığı yoktur. (İsterseniz) ‘Biz kıyamet gününde onların amellerine değer vermeyeceğiz’ âyetini okuyunuz” (Buhârî, “Tefsîr”, 18/6). Bunlar âyetlerde belirtilen kötülükleri yaptıkları için cezaları cehennem olacaktır.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 584
 

اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا 

 

İsim cümlesidir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl önceki ayetteki  الْاَخْسَر۪ينَ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  ضَلَّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  سَعْيُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  سَعْيُهُمْ ‘deki zamirin haline müteallıktır.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الدُّنْيَا  kelimesi maksur isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ( ى ) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksûr isimler genellikle ( ى ) ile biter. Fakat çok az olarak (  ا  ) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى  –  اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً

 

 

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَحْسَبُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “  و  ve zamir” veya yalnız “  و  ” gelir. Bazen “  و  ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَحْسَبُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  يَحْسَبُونَ  fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحْسِنُونَ  kelimesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يُحْسِنُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

صُنْعاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يُحْسِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil افعال  babındandır. Sülâsîsi  حسن ’dir.

افعال  babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً

 

Önceki ayetteki  الْاَخْسَر۪ينَ ‘nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan …  ضَلَّ سَعْيُهُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107) Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَلَّذ۪ينَ ‘nin  اَخْسَر۪ينَ  isminden bedel veya atf-ı beyân olması da caizdir.

ضَلَّ سَعْيُهُمْ  ibaresinde  سَعْيُهُمْ  masdardır ve fiilin faili konumundadır. Masdar kalıbı ism-i fail kalıbı yerinde mübalağa amacıyla kullanılmıştır. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

ضَلالة السعي  ifadesinde istiare vardır. Çünkü  ألضلال ’in asıl anlamı (yolcunun doğru yoldan sapması) dır. Buna göre sanki kâfirlerin çabaları Allah Teâlâ’nın rızasına götüren yolun dışına yönlenmiş olması olduğu için yaptıklarının doğru yoldan ayrılmak ve sapmak diye nitelenmesi güzel düşmüştür. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

الضَّلالِ  kelimesinin  سَعْيِهِمْ  ibaresine isnad edilmesi mecâz-ı aklîdir. Mana  الَّذِينَ ضَلُّوا في سَعْيِهِمْ  (çabaları boşa gidenler) şeklindedir. (Âşûr)

السَّعْيُ ; Zorlayarak şiddetli yürümek demektir. Burada “ومَن أرادَ الآخِرَةَ وسَعى لَها سَعْيَها  [Kim de ahireti ister ve ona ulaşmak için gereği gibi çalışırsa] (İsra/19)  ayetinde olduğu gibi amel manasında mecazdır. (Âşûr)

فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya hayatı içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü hayat hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Dünya hayatına dalmadaki aşırılığı ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً  cümlesi,  سَعْيُهُمْ ’deki zamirden haldir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

Cümlenin müsnedi  يَحْسَبُونَ ‘nin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İhsan, yapılacak işleri layıkı veçhile (layık olduğu şekilde) yapmaktır. Bu, amellerin (işlerin) vasıf güzelliğidir ki bu güzellik zatî güzelliği gerektirmektedir. Yani onlar, o amellerini layık veçhile yaptıklarını sanıyorlardı; çünkü çaba harcayarak ve elde etmek için güçlüklerle katlanarak yaptıkları işleri beğeniyorlardı. (Ebüssuûd)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki  هُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً  cümlesi, masdar teviliyle iki mef’ûle müteaddi olan  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mefûlunun yerini almıştır. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan  يُحْسِنُونَ ‘nin, muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir.

Mef’ûl olan  صُنْعاً ’daki tenvin kesret ve nev ifade eder.

صُنْعاً  -  سَعْيُهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَحْسَبُونَ  يُحْسِنُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

يَحْسَبُونَ  -  يُحْسِنُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı musahhaf vardır. (Âşûr)

يَحْسَبُونَ  -  يُحْسِنُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)