Kehf Sûresi 26. Ayet

قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْۜ مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَداً  ...

De ki: “Kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na aittir. O, ne güzel görür; O, ne güzel işitir! Onların, O’ndan başka hiçbir dostu da yoktur. O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلِ de ki ق و ل
2 اللَّهُ Allah
3 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
4 بِمَا ne kadar
5 لَبِثُوا kaldıklarını ل ب ث
6 لَهُ O’nundur
7 غَيْبُ gaybı غ ي ب
8 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
9 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
10 أَبْصِرْ ne güzel görendir ب ص ر
11 بِهِ onu
12 وَأَسْمِعْ ne güzel işitendir س م ع
13 مَا yoktur
14 لَهُمْ onların
15 مِنْ
16 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
17 مِنْ hiçbir
18 وَلِيٍّ yardımcısı و ل ي
19 وَلَا ve
20 يُشْرِكُ O ortak etmez ش ر ك
21 فِي
22 حُكْمِهِ kendi hükmüne ح ك م
23 أَحَدًا kimseyi ا ح د
 
Müfessirler bu âyetleri birbirinin tamamlayıcısı olarak ele almışve bunların tefsiri hakkında iki farklı görüş belirtmişlerdir:
 
 a) 25. âyet, daha önce Ashâb-ı Kehf’in sayıları hakkında farklı şeyler söyleyenlerin sözüdür. İnsanlar onların sayıları hakkında ihtilâf ettiklerigibi, kaldıkları süre hakkında da farklı rakamlar söylemişlerdir. Kimileri,“Onlar mağaralarında üç yüzyıl kalmışlardır” derken, bazıları da dokuz yıl daha ekleyerek “Üç yüz dokuz yıl kaldılar”demişlerdir. İbn Mes‘ûd’un, âyetin başına “ve kalû” (ve dediler ki) cümlesini ilâve ederek okuması da bu görüşü destekler. Buna göre Allah, Ashâb-ı Kehf’in sayısını da mağarada kaldıkları süreyi de bildirmemiştir. Nitekim 26. âyette bu bilginin sadece Allah katında olduğu belirtilmiştir. Ashâb-ı Kehf’in kendileri de birbirlerine, “Rabbiniz kaldığınız müddeti daha iyi bilir” demişlerdi (âyet 19).
 
 Bize göre, âyetlerin sıralanışı ve birbirini tamamlayan işaretleri bu yorumun isabetli olduğunu gösteriyor. 
 
 b) 25. âyet Allah’ın sözüdür. Bu takdirde Ashâb-ı Kehf mağarada üç yüz dokuz yıl kalmışlardır. Bir tefsire göre Ehl-i kitap da Ashâb-ı Kehf’in mağarada üç yüzyıl uyuduklarını söylemiştir. Buna göre âyetteki üç yüzyıldan sonra “dokuz da ilâve ettiler” ifadesi, Araplar’ın kullandığı 309 sayısının ay yılına, Ehl-i kitabın söylediği 300 sayısının ise güneş yılına denk olduğuna işaret edebilir. Bu takdirde 26. âyet onların mağarada kaldıkları süreyi belirterek insanların bu konudaki ihtilâflarını ortadan kaldırmış ve Allah’ın konuyu herkesten daha iyi bildiğini vurgulamış olur. Zira göklerde ve yerde gizli olan şeyleri bilen Allah, onların mağarada ne kadar uyuduklarını da bilir. Onun görmesi de işitmesi de sonsuzdur. Göklerdekilerin de yerdekilerin de ondan başka sahibi yoktur. O hükümranlığına hiç kimseyi ortak etmez.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 548-549
 

قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلِ  sükun üzere mebni emir fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

Mekulü’l-kavl,  اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ ’dır.  قُلِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ’ya müteallıktır. İsmi-i mevsûlun sılası  لَبِثُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

لَبِثُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.


 لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

İsim cümlesidir.  لَهُ  car mecruru  mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. 

غَيْبُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler harekeler hareke ile îrablanır.

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.


  اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  اَبْصِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  بِه۪  car mecruru   اَبْصِرْ  fiiline müteallıktır.  وَاَسْمِـعْ  fiili atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

اَبْصِرْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi بصر ’dir.

اَسْمِـعْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَداً

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مِنْ دُونِه۪  car mecruru  وَلِيٍّۘ ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  وَلِيٍّۘ  lafzen mecrur,  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُشْرِكُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

ف۪ي حُكْمِه۪ٓ  car mecruru  يُشْرِكُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

 

قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette, mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اللّٰهُ اَعْلَمُ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek, mübalağa ifade etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَعْلَمُ ’ya müteallık olan mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا ’nın sılası olan  لَبِثُواۚ , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder.  (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

Car mecrur  بِمَا , haber olan  اَعْلَمُ ’ya müteallıktır.  اَعْلَمُ ’nun ism-i tafdil vezninde olması müteallık almasını mümkün kılmıştır.


 لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandırlar.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Cümledeki takdim kasr ifade etmiştir. Mübteda olan  غَيْبُ kelimesinin, haber makamında olan  لَهُ nun müteallakına olan kasrıdır.  غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  maksûr, لَهُ  maksûrun aleyhtir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

السَّمٰوَاتِ‘tan sonra الْاَرْضِۜ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında, Allah’ın kudretini bildirmede tekid amacına matuf ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. غَيْبُ - اَعْلَمُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْۜ 

 

 

Mekulü’l-kavle dahil olan cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اَبْصِرْ بِه۪ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fail makamındaki  ه۪  zamirindeki  بِ , tekid ifade eden zaid harftir.

Cümle emir üslubunda geldiği halde, taaccüp ve mübalağa kastı taşıdığı ve haber manalı olduğu için vaz edildiği anlamdan ayrılmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Aynı üsluptaki  وَاَسْمِـعْۜ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır.

اَبْصِرْ  ve  اَسْمِـعْ  emir sıygası üzere gelmiş mazi fiillerdir. Bu; haber manasında taaccüp sıygasıdır.  بِ  harfi faille beraberliği ifade eder.

اَبْصِرْ - اَسْمِـعْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır.

اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِـعْ  şeklinde taaccüp sıygası ile ifade etmesi, işin kulak ve gözle idrak edilemeyecek kadar ince olduğunu göstermek içindir. (Beyzâvî)

Cenab-ı Hak [O, ne güzel görür ne güzel işitir.] buyurmuştur. Bu sıygalar taaccüp için kullanılan ifadeler olup mana bakımından ise “O, ne güzel görür ne güzel işitir!” anlamındadır.

Ayette, önce görmenin zikredilmiş olması, sadedinde olduğumuz şeyin, görülenler kabilinden olmasından dolayı olmalıdır. (Ebüssuûd) 


مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ

 


Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

Sübut ifade eden menfi isim cümlesidir. İsim cümlesi, zaid harf ve takdim kasrı olmak üzere birden fazla unsurla tekid edilen, faide-i haber inkârî kelamdır. (Kasr iki tekid yerindedir.)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مَا لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Cümledeki takdim kasr ifade etmiştir. Onlara Allah’tan başka hiç bir yardımcı olmadığı tekitli bir dille ifade edilmiştir. 

مِنْ دُونِه۪  izafeti, gayrının tahkiri içindir. 

وَلِيٍّۘ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Muahhar mübteda  وَلِيٍّۘ ’deki  مِنْ  harfi zaiddir. Bu zaid harf kelimeye hiçbir manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَا لَهُمْ [Onlar için yoktur] ibaresindeki  zamir gökler ve yer halklarına racidir. (Beyzâvî)

مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ  sözündeki çoğul zamir de kendileriyle konuşan müşriklere işaret etmektedir.  مِنْ  zaid harfi, olumsuz nekraya dahil olduğunda umumi olumsuzluk yoluyla ilâhlarının dostluğunu geçersiz kılar. (Âşûr)

 

وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَداً

 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle mekulü’l-kavle dahildir. Ta’lil cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. 

حُكْمِه۪ٓ  kelimesinin Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması hükmün kadri ve kıymetini yüceltmek içindir. Hükmün şanı içindir.

ف۪ي حُكْمِه۪ٓ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır.

Bu cümlede Kazvînî harfin dahil olduğu kelimeyi yani  حُكْمِ ’ü  zarfa benzetir. Câmi’ her ikisinde de mevcut olan mutlak irtibat ve alakadır. Bu teşbihe delalet eden şey, de  ف۪ي   harfidir. Bu harf, müşebbehün bihin levazımından olan zarftır. Cumhur ise nimetle sahibi arasında hasıl olan irtibatı, zarfla mazrûf arasındaki irtibata benzetir. Bundan yola çıkarak; müşebbehün bihin fertlerinden olan  ف۪ي  lafzını, müşebbehin fertlerinden biri yaparak istiareyi kurar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Mef’ûl olan  اَحَداً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.