Kehf Sûresi 40. Ayet

فَعَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ  ...

“Bağına girdiğinde ‘Mâşaallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır’ deseydin ya!. Eğer benim malımı ve çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsan, belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de gökten bir afet indirir de bağ kupkuru ve yalçın bir toprak hâline geliverir.”  (39 - 40. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَعَسَىٰ umulur ki ع س ي
2 رَبِّي Rabbim ر ب ب
3 أَنْ
4 يُؤْتِيَنِ bana verebilir ا ت ي
5 خَيْرًا daha iyisini خ ي ر
6 مِنْ
7 جَنَّتِكَ senin bağından ج ن ن
8 وَيُرْسِلَ ve gönderir ر س ل
9 عَلَيْهَا onun üzerine
10 حُسْبَانًا yıldırımlar ح س ب
11 مِنَ -ten
12 السَّمَاءِ gök- س م و
13 فَتُصْبِحَ böylece kesilir ص ب ح
14 صَعِيدًا bağın ص ع د
15 زَلَقًا kupkuru bir toprak ز ل ق
 
Yüce Allah önceki âyetlerde inanmayanların cehennemdeki durumlarıyla inananların cennetteki durumlarını anlattıktan sonra, burada da bu iki grubun hallerine uygun olarak biri imanın, diğeri küfrün temsilcisi durumundaki iki adamın inanç ve davranış özelliklerini örnek vermiştir. Âyetlerden anlaşıldığına göre küfrün temsilcisi olan şahıs büyük bir servete sahiptir; imanın temsilcisi ise fakir ve zayıftır. Servet sahibi olan şahıs Allah’a iman edip verdiği nimete şükredeceği yerde, servetini fakir arkadaşına karşı böbürlenme ve nankörlük vesilesi yapmıştır. Malının yok olmayacağına ve kıyametin kopmayacağına inanmaktadır; kopsa bile âhirette Allah katında dünyadakinden daha iyi bir durumda olacağını iddia etmektedir. Âhirete inanan arkadaşı ise iman ve sâlih amel konusunda ona öğüt vermiş, kendisini topraktan yaratıp çeşitli safhalardan geçirdikten sonra mükemmel bir insan haline getiren Allah’a ortak koşarak nankörlük etmesinin uygun olmadığını, âhireti inkâr etmenin bir bakıma Allah’ı inkâr etmek olduğunu bildirmiştir. Zenginlik de yoksulluk da birer imtihan aracıdır. Bu âyetlerde imtihanı kazanan ile kaybeden iki örnek canlı bir üslûp içinde, karşılaştırma yöntemiyle verilmektedir. Bu iki kişinin kimlikleri konusunda tefsirlerde farklı görüşler vardır: a) Bunlar Mekke’de Mahzûm kabilesinden iki kardeştir. Biri kâfir olan Esved b. Abdü’l-Eşed, diğeri ise müslüman olan kardeşi Ebû Seleme’dir. Bahçeler ise muhtemelen Tâif’te bulunmaktadır. b) Bunlar İsrâiloğulları’ndan iki kardeştir. Babalarından kalan mirası bölüştüklerinde, mümin olan malını hayır yolunda harcamış, diğeri ise örnekte anlatılan bağları satın almıştır. Sonuç ise anlatıldığı gibi hüsrandır (İbn Âşûr, XV, 316). c) Bu olay inananla inanmayan insanın iç dünyalarını anlatan bir temsildir. Burada inanmanın insan ruhuna verdiği güven ve huzur ile inançsızlığın sebep olduğu güvensizlik ve huzursuzluk anlatılarak Mekkeli zengin müşriklerle yoksul müslümanların ruh halleri tasvir edilmiştir. Yoksul insanlarla beraber oturmaya tenezzül etmeyen zenginlerin tutumlarını kınayan ve Hz. Peygamber’e onların sözlerine uymamasını emreden âyetlerden sonra bu misalin getirilmesi, müşriklerin sonunun o bahçe sahibi zenginin sonuna benzeyeceğine işaret etmektedir. 
Kuran Yolu Tefsiri
 

فَعَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ

 

فَعَسٰى رَبّ۪ٓي  cümlesi önceki ayetteki  اِنْ تَرَنِ  şart cümlesinin cevabıdır. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

عَسٰى  nakıs, mebni mazi fiildir.  رَبّ۪ٓي  kelimesi  عَسٰى nın ismi olarak mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَسٰى nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُؤْتِيَنِ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

خَيْراً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْ جَنَّتِكَ  car mecruru  خَيْراً  ‘müteallıktır.

يُرْسِلَ  fiili, atıf harfi  وَ la  يُؤْتِيَنِ ye matuftur.  يُرْسِلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.  عَلَيْهَا  car mecruru  يُرْسِلَ  fiiline müteallıktır.

حُسْبَاناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  حُسْبَاناً nin mahzuf sıfatına müteallıktır. 

تُصْبِحَ  fiili, atıf harfi  فَ  ile  يُرْسِلَ ye matuftur.  تُصْبِحَ  nakıs, mansub muzari fiildir.  تُصْبِحَ ’nun ismi müstetir olup takdiri  هى dir.

صَع۪يداً  kelimesi  تُصْبِحَ nun haberi olup fetha ile mansubdur. زَلَقاً  kelimesi  صَع۪يداً nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

زَلَقاًۙ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُرْسِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

فَعَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ

 

 

Mütekellim bahçe sahibinin arkadaşı, muhatap bahçe sahibidir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Fasıl, kemal-i ittisâl sebebiyledir.

Önceki ayet, şartın cevabıdır.Terecci manalı nakıs fiil  عَسَى ’nın dahil olduğu cevap  cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Tereccî: husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

عَسٰى  Allah Teâlâ’nın kelamında gereklilik, kulların kelamında ise umut ve arzu ifade eder.

رَبّ۪ٓي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  ي  zamiri dolayısıyla mütekellim, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet, Allah’ın rububiyet vasfıyla sığınma isteğinin işaretidir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki   يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ  cümlesi, masdar teviliyle  عَسٰى ’nın haberi konumundadır. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُؤْتِيَنِ  fiilinin sonundaki  نَ , nûnu vikayedir, esre ise mef'ûl olan mütekellim  ي ’sından ivazdır. Mef’ûl olan  خَيْراً ’deki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.

Hükümde ortaklık sebebiyle makabline atfedilen  وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesi, matufun aleyhle aynı üsluptadır.

يُرْسِلَ  fiilinin mef’’ûlü olan  حُسْبَاناً ’deki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.

حُسْبَاناً , tıpkı hesap manasında  بُطْلان  ve  غُفْران  vezninde bir masdardır. Yani ‘Allah'ın takdir ettiği ve hesabettiği miktarda bir azap göndermesi’ demektir. Bu ise o bahçenin harap edilmesine hükmedilmesi manasınadır. Zeccâc  حُسْبَاناً ’ın azap manasına kullanıldığını söylemiştir. Bunun, atılan şeyler (oklar) manasında olduğu müfredinin ise  حُسْبانَةٌ  şeklinde olduğu ve yıldırım manasına geldiği de söylenmiştir.

فَ  ile makabline atfedilen  فَتُصْبِحَ صَع۪يداً زَلَقاًۙ  cümlesindeki  تُصْبِحَ  nakıs fiildir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde  صَع۪يداً , nakıs fiil  تُصْبِحَ ’nın haberidir.  

Masdar veznindeki  زَلَقاًۙ , müsned olan  صَع۪يداً  için sıfattır. 

Malum olduğu üzere masdarla vasıflanmak mübalağa ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 4, s. 112)

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

صَع۪يداً , yeryüzü (toprak) demektir.  زَلَقاًۙ ’da yerin, insanın ayağının kayacağı bir hale gelmesidir. (Fahreddin er-Râzî)