وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُوالرَّحْمَةِۜ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَرَبُّكَ | ve Rabbin |
|
2 | الْغَفُورُ | çok bağışlayandır |
|
3 | ذُو | sahibidir |
|
4 | الرَّحْمَةِ | rahmet |
|
5 | لَوْ | eğer |
|
6 | يُؤَاخِذُهُمْ | onları hemen cezalandırsaydı |
|
7 | بِمَا |
|
|
8 | كَسَبُوا | yaptıklariyle |
|
9 | لَعَجَّلَ | çabuklaştırırdı |
|
10 | لَهُمُ | onların |
|
11 | الْعَذَابَ | azabını |
|
12 | بَلْ | fakat |
|
13 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
14 | مَوْعِدٌ | va’dedilen bir zaman |
|
15 | لَنْ | asla |
|
16 | يَجِدُوا | bulamayacaklardır |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | دُونِهِ | ondan başka |
|
19 | مَوْئِلًا | sığınacak bir yer |
|
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُوالرَّحْمَةِۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. رَبُّكَ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْغَفُورُ haber olup lafzen merfûdur. ذُو , ikinci haber olup harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و ‘dır. الرَّحْمَةِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. يُؤَاخِذُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte يُؤَاخِذُهُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَسَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. عَجَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَهُمُ car mecruru عَجَّلَ fiiline müteallıktır.
الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُؤَاخِذُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَجَّلَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عجل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلاً
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَوْعِدٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يَجِدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِه۪ car mecruru مَوْئِلاً ‘in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَوْئِلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُوالرَّحْمَةِۜ
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin رَبُّكَ izafetiyle gelerek Rabb isminin peygambere ait zamire muzâf olması, peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütufkâr muamele ettiğinin beyanı içindir.
ذُوالرَّحْمَةِ ikinci haberdir. Müsnedin izafetle gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir. Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife oluşu kasr ifade eder. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat, hakiki kasrdır.
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir. Marife gelişleri, bu vasıfların mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
الْغَفُورُ- ذُوالرَّحْمَةِ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin metninde rahmet maddesinin mübalağa kipi ile zikredilmeyip yalnız mağfiret maddesinin mübalağa kipi ile الْغَفُورُ zikredilmesi, onların günahlarının çok olduğuna dikkat çekmek içindir. Bir de mağfiret, zararların terkidir ve Allah (cc), nihayetsiz olarak azapların terkine kādirdir. Rahmet ise fiil ve icattır ve ancak nihayeti (sonu) olan şeyler vücut kapsamına girmektedir. Ayette mağfiretin, rahmetten önce zikredilmesi, boşaltmanın süslemeden önce olması itibarıyladır. Yahut bu makama göre mağfiret daha önemlidir; çünkü bu makam, gerektirici sebepleri mevcut olan azabı beyan etmek makamıdır. Nitekim ayetin bundan sonraki cümlesi de bunu belirtmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
الغَفُورِ kelimesinin zikredilmesinde istiğfara rağbet ettirmek manası da idmâc edilmiştir. (Âşûr)
لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا , şart cümlesidir.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu başındaki harf-i cerle birlikte, يُؤَاخِذُهُمْ fiiline müteallıktır. Sılası olan كَسَبُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Lâm-ı rabıtanın dahil olduğu لَعَجَّلَ cümlesi لَوْ ’in cevabıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur لَهُمُ , mef’ûl olan الْعَذَابَۜ ’ye konudaki önemine binaen takdim edilmiştir.
لَوۡ gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildirir.
Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır.” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi)
بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلاً
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İdrâb harfi بَلْ ‘in dahil olduğu لَهُمْ مَوْعِدٌ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَوْعِدٌ muahhar mübtedadır. Kelimedeki tenvin ‘herhangi bir’ anlamındadır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَنْ يَجِدُوا cümlesi, مَوْعِدٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzarinin manasını menfî istikbale çevirerek asla manası kazandıran لَنْ edatı tekid ifade eder.
مِنْ دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Ona karşı asla bir sığınak bulamazlar. مَوْئِلاً sığınak ve korunak demektir ki وأل kurtulmaktır, وأل إليه de sığınmaktır. (Beyzâvî)
الْغَفُورُ - الْعَذَابَۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu kavuşma zamanı kıyamet günüdür. Bu cümle mukadder bir cümleye atıftır. Yani onlar ansızın muaheze edilmeyeceklerdir ve onlar için bir kavuşma zamanı vardır. (Ebüssuûd)
Onların inkârını ret için tekid ifadesi olan لَنْ harfi gelmiştir. Çünkü onlar, azabın uzun sürdüğünü görünce azaptan kurtulduklarını zannederler. Yani; Kendilerine vadedilen vaktin veya mekânın gelmesinden başka onları azaptan kurtaracak yoktur. Sığınacakları sadece Allah’tır. Bu üslup, zıddına benzer bir şeyle manayı tekid üslubudur. Yani, onlar Allah’tan kaçamazlar demektir. (Âşûr)