وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | kim olabilir? |
|
2 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
3 | مِمَّنْ | kimseden |
|
4 | ذُكِّرَ | hatırlatılan |
|
5 | بِايَاتِ | ayetleri |
|
6 | رَبِّهِ | Rabbinin |
|
7 | فَأَعْرَضَ | fakat yüz çeviren |
|
8 | عَنْهَا | onlardan |
|
9 | وَنَسِيَ | ve unutandan |
|
10 | مَا | şeyi |
|
11 | قَدَّمَتْ | öne sürdüğü |
|
12 | يَدَاهُ | ellerinin |
|
13 | إِنَّا | gerçekten biz |
|
14 | جَعَلْنَا | koyduk |
|
15 | عَلَىٰ | üzerine |
|
16 | قُلُوبِهِمْ | onların kalbleri |
|
17 | أَكِنَّةً | engel olan örtüler |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | يَفْقَهُوهُ | onu anlamalarına |
|
20 | وَفِي | ve içine |
|
21 | اذَانِهِمْ | kulaklarının |
|
22 | وَقْرًا | ağırlıklar |
|
23 | وَإِنْ | eğer |
|
24 | تَدْعُهُمْ | onları çağırsan da |
|
25 | إِلَى |
|
|
26 | الْهُدَىٰ | doğru yola |
|
27 | فَلَنْ | asla |
|
28 | يَهْتَدُوا | doğru yola gelmezler |
|
29 | إِذًا | o halde |
|
30 | أَبَدًا | asla |
|
Arada عرض : عَرْضٌ uzunluğun zıddıdır ve genişlik/en anlamına gelir. عُرْضٌ sözcüğü ise hassaten 'yan' manasında kullanılmıştır. عارِضٌ kelimesinin aslı 'yanı görünen' demektir. Ancak bazen bulut, bazen kişiye ârız olan bir hastalık, bazen yanak, bazen de diş için kullanılır.
Kuran-ı Kerim'de de geçen عُرْضَة sözcüğü bir şeye yapılan engel anlamındadır. İf'al formundaki أعْرَضَ fiili yanını gösterdi demektir ve لِ harfi ceriyle kullanıldığında ise bir şeyin yanı göründü ve uzanıp almak mümkün hale geldi anlamına gelir. عَنْ harfi ceriyle kullanımına gelince yan dönerek uzaklaştı demek olur. عَرَضٌ sabitliliği ve devamlılığı olmayan şey hakkında kullanılır. Tef'il babındaki عَرَّضَ şekli doğru/yalan veya zâhir/batın olmak üzere iki yönlü bir sözdür. Son olarak عَرْضٌ kelimesine alimler tarafından uzunluk, genişlik ya da bedel/karşılık olarak mana verilmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 79 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri arz, araz, aruz, ârızî,mâruz, mâruzat, târiz, itiraz, muâraza, muârız, taarruz, arıza, ırz ve arzuhaldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haber olup lafzen merfûdur.
اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَظْلَمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası ذُكِّرَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ذُكِّرَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naibi faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بِاٰيَاتِ car mecruru ذُكِّرَ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْرَضَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَنْهَا car mecruru اَعْرَضَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَسِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
مَا müşterek ism-i mevsûl, mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ يَدَاهُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te'nis alametidir.
يَدَاهُ fail olup ref alameti elif (ا) dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَدَّمَتْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
جَعَلْنَا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَكِنَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun lieclih olarak mahallen merfûdur. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri; كراهة أن يفقهوه (Anlamayı kerih görerek) şeklindedir.
يَفْقَهُوهُ fiili ن ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la عَلٰى قُلُوبِهِمْ ‘e matuftur.
وَقْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَدْعُهُمْ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَى الْهُدٰى car mecruru تَدْعُهُمْ fiiline müteallıktır. الْهُدٰى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. يَهْتَدُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِذاً cevap harfidir. اَبَداً zaman zarfı, يَهْتَدُٓوا fiiline müteallıktır.
يَهْتَدُٓو fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ
وَ isti’nafiyye, مَنْ istifham edatıdır. İstifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
İsim cümlesi formunda gelen cümlede, istifham ismi مَنْ mübteda, اَظْلَمُ haberdir.
Müsned olan اَظْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mecrur mahalde اَظْلَمُ ’ya müteallık olan müşterek ism-i mevsûl مَّنِ ’in sılası, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Bu sözlerle asıl kastettikleri soru sormak değil, taaccüp ve inkârlarını ifade etmektir. Bu nedenle terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bu üslup tecâhül-i ârif sanatıdır.
Yani Rabbinin ayetlerinin hatırlatıldığı ve hemen bu ayetlerden yüz çevirenden daha zalimi yoktur demektir. (Âşûr)
مَنْ ile istifham harfi olan مَنْ arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ izafeti, ayetlerin şanı içindir. Yüz çevirenlere ait zamirin Rabb ismine izafesi, Allah’ın rububiyet vasfıyla onlara olan rahmet ve lütfunun hatırlatılması kastına matuftur
فَاَعْرَضَ cümlesi, ف atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ cümlesi, وَ harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan قَدَّمَتْ يَدَاهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiiller mazi sıygada gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
(Hâlidî, Vakafât, S. 107)
مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ ifadesinde ellerin zikredilme sebebi, fiillerin çoğunun onlar aracılığıyla işlenmesidir. Burada tağlîb yoluyla tüm fiiller eller aracılığıyla işleniyormuş gibi gösterilmiştir. (Keşşâf I, 475) (Kur'an’daki Deyimler ve Zemahşeri'nin Keşşâf’ı)
ذُكِّرَ - نَسِيَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ
Önceki cümle için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri, ıtnâb babındandır.
اِنَّٓ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّٓ ’nin haberi olan جَعَلْنَا mazi sıygada fiil cümlesidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَفْقَهُوهُ cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûlün lieclih konumundaki masdar-ı müevvel, takdiri كراهة (Kerih görerek) olan mahzuf muzâfın, muzâfun ileyhidir.
Mef’ûl olan اَكِنَّةً ve وَقْراًۜ kelimelerindeki tenvin kesret ve nev ifade eder.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً ve ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ ifadelerinde istiare vardır. Çünkü burada gerçek manada kalp üzerinde perde, kulakta da ağırlık yoktur. Anlatılmak istenen şudur: Allah Teâlâ Peygamberine (sav), onlara duyurup dinletmek üzere Kur'an’ı okumasını emredince, Kur'an’ı dinlemeyi katlanılmaz bir şey olarak bulmuşlar; bu sebeple de kalpleri üzerinde onu öğrenmeye mani bir perde, kulaklarında da onu anlamaya engel bir ağırlık bulunan kimseler gibi olmuşlardır. Şu var ki; bütün bunları onlar, bizzat kendileri yapmış ve seçimleri sebebiyle sorumlu duruma düşmüşlerdir. Durum böyle olmasaydı Kur'an’a sırt döndükleri için yerilmezler, onu dinlemekten kaçınmaları hususunda mazur sayılırlardı. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları , İsra/46, Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi, İsra/46)
قُلُوبِهِمْ - اٰذَانِهِمْ - يَدَاهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu kelam, onların yüz çevirmelerinin ve unutmalarının sebebini beyan ederek kalplerinin mühürlü olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)
وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً
Cümle وَ ile اِنَّا جَعَلْنَا ifadesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Cümlenin haber manalı olması, bu atfı mümkün kılmıştır.
Şart cümlesi olan تَدْعُهُمْ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً şeklindeki cevap cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. لَنْ tekid ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.
…وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى [Sen onları hidayete…] cümlesi, Peygamberimizin mukadder sualine cevap mahiyetindedir. Bu sual, Peygamberimizin, onların Müslüman olmalarına fazla önem vermesinden anlaşılmaktadır. Sanki Peygamberimiz "Ben niçin onları davet etmeyeyim?" demiş de buna cevap olarak böyle denilmiştir. (Ebüssuûd)
الْهُدٰى ve يَهْتَدُٓوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.