Kehf Sûresi 80. Ayet

وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ  ...

“Çocuğa gelince, anası babası mü’min insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا gelince
2 الْغُلَامُ çocuğa غ ل م
3 فَكَانَ idi ك و ن
4 أَبَوَاهُ onun anası babası ا ب و
5 مُؤْمِنَيْنِ mü’min insanlar ا م ن
6 فَخَشِينَا korktuk خ ش ي
7 أَنْ
8 يُرْهِقَهُمَا onlara sarmasından ر ه ق
9 طُغْيَانًا azgınlık ط غ ي
10 وَكُفْرًا ve küfür ك ف ر
 
Kıssada geçen “suçsuz bir insanın öldürülmesi”ni hiçbir ilâhî din onaylamaz. Halbuki âyetlerden anlaşıldığına göre Hızır bunları kendiliğinden değil ilâhî emir gereği olarak yapmıştır. Bu takdirde peygamberlere gönderilen ilâhî emirlerle Hızır’a verilen ilâhî emirler arasında bir çelişki görülmüyor mu? Bu durumda Hz. Mûsâ Hızır’ın açıklamasıyla nasıl ikna olmuştur? Bazı müfessirler bu emirlerin, bir şahsın zengin, diğerinin fakir ve birinin hasta, diğerinin sağlıklı olmasını takdir edip bu sonucu yaratan Allah’ın emirleriyle aynı gruptan olduğunu kabul etmişlerdir. Bu takdirde Hızır’ın Allah’ın emirlerini uygulayan bir melek olduğu veya insanlar için belirlenen sınırlarla bağımlı olmayan başka bir varlık olduğu sonucuna varmışlardır (Mevdûdî, 171 vd.). Bir diğer yoruma göre de bu soruya iki türlü cevap verilebilir: 1. Hz. Mûsâ’nın yoruma itiraz etmemesinden anlaşıldığına göre, onun mâsum zannettiği kimse çocuk değil, işlediği suçlardan dolayı öldürülmesi gereken ergin bir gençtir. 2. Hızır aleyhisselâm bunu kendiliğinden değil Allah’ın emriyle yaptığını söylemiştir; Mûsâ’nın itiraz etmemesinin sebebi de budur. Çünkü bu sözüyle Hızır, istisnaî hallerde özel bir şeriatla gönderilmiş bir peygamber olduğunu anlatmak istemiştir. Bundan dolayı o çocuğu öldürmesi olayı genel kurala aykırı olmakla beraber, Hızır için özel bir vahye dayanmaktadır. Hz. Mûsâ’yı Hızır aleyhisselâmdan ayıran en önemli nokta da budur (Şevkânî, III, 342; Elmalılı, V, 3272). 
 
 Bizim bu son yoruma katılmamız mümkün değildir; çünkü Allah’ın sünnet, âdet, ahlâk ve evrensel şeriatına ters düşmektedir. Bu olayın mâkul yorumu şöyle olabilir: a) İdamı gerektiren suçlar işlemiş ve bu yüzden öldürülmüştür. b) Eceli gelmiş, Hızır Allah’ın iradesi ile ölüm meleğinin rolünü üstlenmiştir. Sonuçta gencin ölmesi, ana ve babasını onun kötülüklerinden kurtarmıştır. Ledünnî ilmin İslâm’daki yeri ve değerini özetlemek gerekirse: Allah’tan gelen, vasıtasız elde edilen bilgiler İslâmî epistemolojide vahiy ve ilham olmak üzere ikiye ayrılır. Bunların ikisi de Allah katından (ledün) gelir, vahiy objektif ve genel, ilham sübjektif ve özeldir. Allah peygamberlerine gerekli gördüğünde sır ve gayba ait bilgi de verir, ama ilhama mazhar olan velîlerine vahyetmez. Bu sebeple ilham alanı, vahiy alandan üstün görmek isabetli olmaz. Temsilî olması da mümkün bulunan bu kıssadan anlaşılacağı gibi ilham belli konulara ait ve özel bilgi olup meşruiyeti, geçerliliği, doğruluğu vahiy yoluyla alınan bilgilere uygun olmasına bağlıdır.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 573-574
 
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Hızır’ın öldürdüğü çocuk kâfir tabiatında yaratılmıştı. Eğer yaşasaydı, anasını ve babasını , kendisine duydukları muhabbet sebebiyle keainlikle küfre sürükleyecekti. 
(Müslim, Kader 29; Ebû Dâvûd, Sünnet 16).
 

وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمَّٓا  tafsil manasında şart harfidir.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

الْغُلَامُ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

كَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

اَبَوَا  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup elif ile merfudur.  مُؤْمِنَيْنِ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup  müsenna olduğu için  ي  ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir.  خَش۪ينَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. يُرْهِقَهُمَا  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir  هُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

طُغْيَاناً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. كُفْراً  matuf olup fetha ile mansubtur.

مُؤْمِنَيْنِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ

 

Mütekellim Hz. Hızır, muhatap Musa’dır (a.s.). Ayet, önceki ayetteki  السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ  cümlesine matuftur. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur.

الْغُلَامُ  mübteda,  فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ  cümlesi haber, aynı zamanda şartın cevabıdır. كَانَ’nin dahil olduğu haber cümlesinde  اَبَوَاهُ, nakıs fiil  كَانَ ’nin ismi,  مُؤْمِنَيْنِ  haberidir.

Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin haberi, isminin bir cüzü durumundadır. Burada  كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi, mümin vasfının ebeveynin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olduğunu belirtir.

Önceki ayetteki gibi  اَمَّا الْغُلَامُ [Çocuğa gelince] ifadesinden de kâfir lafzı kaldırılmıştır. Çünkü  فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ  [Anne ve babası mümin idiler.] cümlesi, çocuğun kâfir olduğunu göstermektedir. (Safvetu’t Tefasir)

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşeri;  اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)

اَمَّا  şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı  فَ  ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde  زَيْدٌ ذاهِبٌَ  dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde;  اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek.” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)

الْغُلَامُ - اَبَوَاهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.   

…كان أبواه  cümlesine  فَ  ile atfedilen  فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleler arasında manen ve lafzen ittifak vardır.

اَنْ  masdar harfi ve akabindeki  يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً  cümlesi masdar teviliyle  خَش۪ينَٓا  fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

طُغْيَاناً  mef’ûlü mutlak veya haldir.  كُفْراًۚ, tezâyüf nedeniyle  طُغْيَاناً ’a atfedilmiştir.

اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ  ifadesiyle, o çocuğun, ana-babasını tuğyana ve küfre sevketmesi kastedilmiştir. Bu, (Kehf Suresi, 73) ayetinde olduğu gibidir. Yani “Beni bir güçlüğe ve darlığa itme” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Burada  اَبَوَاهُ  [Anne ve babası] ifadesinde tağlîb sanatı vardır. İki babası denilmiş, anne-babası kastedilmiştir. (Safvetu’t Tefasir)

طُغْيَاناً - كُفْراًۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.