Meryem Sûresi 4. Ayet

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْباً وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِياًّ  ...

O, şöyle demişti: “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 إِنِّي şüphesiz ben
4 وَهَنَ gevşedi و ه ن
5 الْعَظْمُ kemik(lerim) ع ظ م
6 مِنِّي benim
7 وَاشْتَعَلَ ve tutuştu ش ع ل
8 الرَّأْسُ başım ر ا س
9 شَيْبًا ihtiyarlık aleviyle ش ي ب
10 وَلَمْ ve
11 أَكُنْ olmadım ك و ن
12 بِدُعَائِكَ sana du’a ile د ع و
13 رَبِّ Rabbim ر ب ب
14 شَقِيًّا bahtsız ش ق و
 
Zekeriyyâ aleyhisselâm, İsrâiloğulları’na gönderilmiş son peygamberlerden biridir. Ancak kendisine müstakil bir kitap verilmemiş, Hz. Mûsâ’nın şeriatıyla amel etmiştir. Kaynaklarda, Hz. Meryem’in teyzesinin kocası ve Beyt-i Makdis’in reisi olduğu, Tevrat nüshalarını yazarak çoğalttığı bildirilmektedir (bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/37-41).
 
 Duanın, emreder gibi ve yüksek sesle değil, mütevazı bir şekilde alçak sesle ve yalvarıp yakararak yapılması onun âdâbına daha uygun olduğu için alçak sesle dua ettiği belirtilen Hz. Zekeriyyâ, kendisinden sonra akrabalarının toplum önderi olma ve Allah’ın dinini yayma hususunda zaaf göstereceklerinden endişe etmiş; bu sebeple de duasında kendisine ve Ya‘kub (İsrâil) soyuna halef ve mirasçı olmak ve davetini sürdürmek üzere iyi ahlâklı, yetenekli ve âdil insan olacak bir halef lutfetmesini Allah’tan niyaz etmiştir. Zira o, bütün olumsuz şartlara rağmen Allah’tan ümit kesilmemesi gerektiğini biliyordu.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 588-589
 

 Şe'ale  شعل :  شَعْلٌ ateşin alevlenmesidir. Kur'an-ı Kerim'de geçtiği tek ayette (إشْتَعَلَ) saçın ağarması renk yönünden alevlenmeye benzetme yapılarak böyle denmiştir.(Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de iftial babında fiil olarak 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri meşale ve Şûle'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْباً وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِياًّ

 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  رَبِّ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Nidanın cevabı   اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ ’dir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي  mütekellim  zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  وَهَنَ الْعَظْمُ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

وَهَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْعَظْمُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنّ۪ي  car mecruru الْعَظْمُ ‘nun mahzuf haline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اشْتَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الرَّأْسُ  fail olup lafzen merfûdur. شَيْباً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

اَكُنْ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

اَكُنْ ‘un ismi müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  بِدُعَٓائِكَ  car mecruru  شَقِياًّ ‘e müteallıktır.

رَبِّ muzâf olup nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

شَقِياًّ  kelimesi  اَكُنْ ‘un haberi olup fetha ile mansubdur. 

اشْتَعَلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  شعل ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
 

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْباً 

 

Zekeriya (as)’ın sözlerini bize bildiren ayet beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlenin başındaki nida harfi mahzuftur. Bu harfin aradan kaldırılması, Rab’la olan muhabbetine işaret eder gibidir.

Nidanın cevabı olan  اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي  cümlesi,  إنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. 

Haber üslubunda geldiği halde dua manasında olan cümle muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsned olan  وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Aynı üslupta gelerek nidanın cevabına atfedilen  وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْباً  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  شَيْباً  temyiz olarak nasb olmuştur.

Kemiğin zayıflaması, kuvvetin gitmesinden, yaşlılıktan kinayedir. (Safvetü’t Tefâsîr) 

Beyzâvî ayetlerin tefsirinde bu manalara şu ifadelerle vurgu yapar:  اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ [Şüphesiz kemiklerim gevşedi] ibaresinde Hz. Zekeriya, zayıflığını ifade etmek için bedenin dayanağı ve vücut binasının temeli olan ve ondaki en sert aza olan kemikleri özellikle dile getirmiştir. Çünkü vücudu ayakta tutan, organları arasındaki birliği sağlayan kemikler yıpranınca tüm vücut da yıpranmış olur

Bir binada temel ne ise bedende de kemik odur. Temel zayıflarsa bina çöker. Bu ibare  إني وهنت  ya da  وهن بدنى  şeklinde de gelebilirdi. Fakat Zekeriya'nın acziyetini bildiren ifadesindeki mübalağa kaybolmasın diye  وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي  denilerek kemik lafzı özellikle zikredilmiştir.

Zemahşerî de aynı görüştedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Beyzâvî ayetin tefsirinde şöyle der: Saçın beyazlığı ve parlaklığı ateşin alevine; aklığın saçlarda yayılıp çoğalması, ateşin odunlar içerisinde yayılmasına benzetilmiş, sonra da istiare gibi kullanılmıştır. Tutuşma lafzı da mübalağa olsun diye ak saçın mekânı olan başa isnad edilmiştir. 

Konevî'ye göre burada iki istiare vardır. Birincisinde müşebbeh (شَيْباً ) zikredilip müşebbehün bih hazf edilerek onun mülayiminden olan bir husus (اشتعال) söylendiği için bu istiare, istiare-i mekniyyedir. İkincisinde ise aklığın saçlarda yayılması, ateşin yayılmasına benzetilmiştir. Burada müşebbehün bih zikredilip müşebbeh kastedildiği için bu istiare istiare-i tasrihiyyedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Bu ayet-i kerimede Hz. Zekeriya Rabbine fiziksel durumu hakkında bilgi vermek amacıyla değil, içinde bulunduğu zayıf ve aciz hali ifade etmek amacıyla seslenmektedir.

Burada ıtnâb vardır. Çünkü Zekeriya (as) yaşlandığını ifade etmek istemiştir. Ama görüldüğü gibi sözü çok uzatmıştır.  إنى كبرتُ  dese yeterliydi. Zayıflığını izhar etmek, güçsüzlüğünü pekiştirmek için bu ıtnâbı yapmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kemiğim Zayıfladı” Tabiri:  

Birinci makam, onun zayıf ve güçsüz oluşudur. Zayıflığın tesiri ya içte ya dışta görülür. İçte meydana gelen zayıflık, dışta meydana gelenden daha kuvvetlidir. İşte bundan ötürü Hz. Zekeriya önce içindeki zayıflığı beyan ederek işe başlamış ve ”Benim kemiğim zayıfladı” demiştir.

Zayıflığın dıştaki eseri ise, ağarmanın bütün başı sarmasıdır. Binaenaleyh bu ifadenin, zayıflığın bedenin hem içine hem dışına artık hükümran olduğunu gösterdiği anlaşılır. Bu ise, Allah’ın güç ve kudretine teslim olmayı ve zahiri sebepleri bir tarafa bırakmayı iyice ortaya koymak için, çokça dua etmeyi gerektiren hususlardandır. (Fahreddin er-Râzî)

Gevşeme, özellikle kemiklere isnat edilmiş, çünkü kemik, bedenin direğidir; ona zafiyet ve rehavet isabet edince, bedenin tamamına isabet eder. Yahut kemik, bedenin en sert kısmıdır; en dayanıklısıdır ve hastalıklardan en az etkilenen kısımdır. Bu itibarla kemikler gevşeyip zayıflayınca, diğer kısımları daha çok gevşer ve zayıflar.(Ebüssuûd)


 وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِياًّ

 

Menfi  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِدُعَٓائِكَ , amili ve  كَان ’nin haberi olan  شَقِياًّ ’e takdim edilmiştir. Takdim sebebi ihtimamdır.

بِدُعَٓائِكَ  izafetinde masdar, mef’ûlüne muzâf olmuştur. Takdiri;  بدعائي إيّاك  (Sana dua etmekle) şeklindedir.

Haber cümlesi şeklinde gelen bu ifadeler lâzım-ı faide-i haberdir. Bu durumda muktezâ-i zâhirin hilafına kelam olur. Lüzûmiyet  alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Hz. Zekeriya ile ilgili bu haber cümleleri dikkatli bir şekilde incelendiği takdirde zaaf ve acziyet içeren bir tür dua anlamı taşıdıkları görülecektir. Zira Hz. Zekeriya, gizli bir niyazında kemiklerinin gevşediğini, saçının ağardığını, iyice yaşlandığını ifade ederek yüce Rabbine zaafını ve acziyetini bir dua ile arz eder.

Hz. Zekeriya, aşırı yaşlılığı ve düşkünlüğü somutlaştıran (kemiklerin yıpranmışlığı) ve (başı ihtiyarlık alevinin sarması)  ifadelerini kullanarak acziyeti dolayısıyla duasının içeriğinin (çocuk sahibi olmak) mûtat olmadığını beyan etse de, tecrübelerinden hareketle duasına icabetin olağan olduğunu ve mahrum edilmeyeceğini, Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım sözleriyle ifade eder. Çünkü Allah Teâlâ onu icabete alıştırmış ve ümitlendirmiştir. Ümitlendirdiğini boş çevirmemek de kerem sahibine yaraşan bir iştir. (Beyzâvî) 

Münada konumundaki itiraziyye olan  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. 

رَبِّ  lafzının tekrarı ve nida harfinin hazfi, Zekeriya (as)’ın Rabbine muhabbetini, ona ne kadar içtenlikle niyaz ettiğini belirtir ve durumundaki çaresizliğin derecesine işaret eder. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.