Meryem Sûresi 61. Ayet

جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِياًّ  ...

Ancak tövbe edip inanan ve salih amel işleyenler başka. Onlar cennete, Rahmân’ın, kullarına gıyaben vaad ettiği “Adn” cennetlerine girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun va’di kesinlikle gerçekleşir.  (60 - 61. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 جَنَّاتِ cennetleri(ne gireceklerdir) ج ن ن
2 عَدْنٍ Adn
3 الَّتِي
4 وَعَدَ va’dettiği و ع د
5 الرَّحْمَٰنُ Rahman’ın ر ح م
6 عِبَادَهُ kullarına ع ب د
7 بِالْغَيْبِ gıyaben غ ي ب
8 إِنَّهُ şüphesiz O’nun
9 كَانَ ك و ن
10 وَعْدُهُ va’di و ع د
11 مَأْتِيًّا yerine gelecektir ا ت ي
 
İnsanların günahları ne olursa olsun tövbenin silemeyeceği günah yoktur. Bir defa tövbe edip bunu da samimi iman, ibadet ve güzel davranışlarla destekleyenler ve bu suretle gerçek olarak Hakk’a yönelenler onun cennet vaadini de hak etmiş olurlar. Adn, cennetin müstesna bölümlerinden biri olup oranın, mukarrebûn denilen ve peygamberler, şehidler, sıddîklar ve âlimlerden oluşan Allah’ın en seçkin kullarına tahsis edildiği bildirilmektedir. Adn cennetlerine alınacak olan müminler orada korku ve endişeye kapılacak bir söz işitmeyecekler, hep mutluluk ve esenlik içinde olacak ve daima yeni mutlulukların müjdesi anlamında “selâm” sözü işiteceklerdir (adn cennetleri hakkında bilgi için bk. Ra‘d 13/23).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 609
 

جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ 

 

جَنَّاتِ  kelimesi  الْجَنَّةَ ‘den bedel olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Aynı zamanda muzâftır. 

عَدْنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الَّت۪ي  müfred müennes ism-i mevsûl   جَنَّاتِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَعَدَ الرَّحْمٰنُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada sıfat müfred olan sıfat şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَعَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الرَّحْمٰنُ  fail olup lafzen merfûdur. 

عِبَادَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِالْغَيْبِ  car mecruru  عِبَادَ’ın mahzuf haline müteallıktır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. 

Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِياًّ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Şan zamiri de olabilir. اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَان ’nin ismi,  وَعْدُهُ  olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَأْتِياًّ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.  مَأْتِياًّ  kelimesi sülasi mücerredi  أتى  olan fiilin ism-i mefûlüdür.
 

جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ

 

Ayet fasılla gelmiştir.  جَنَّاتِ عَدْنٍ  önceki ayetteki  الْجَنَّةَ  kelimesinden bedeldir.

عَدْنٍ, sonsuz ve kalıcı demektir.

Adn kelimesi, ikamet manasının ismidir yahut özellikle Cennet topraklarının isimidir. (Ebüssuûd ve Âşûr) 

Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette  الْجَنَّةَ  kelimesinden bedel olarak  جَنَّاتِ  kelimesi gelmiştir. Müfretten bedel olan kelime cemidir. Çünkü cins isim olan cennet çok cennetlere şumûllüdür. Kül, cüze bedel olmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 239)

جَنّاتِ  kelimesi  الجَنَّة  kelimesinden bedeldir. Mübdelün minhin müfred olmasına rağmen ifadenin cemi sıygada gelmesinin nedeni ise, bilindiği üzere cennet içerisinde birçok cennetin var olmasıdır. İşte bu sebeple bu ifade bedel-i iştimâl olmayıp bedel-i mutabıktır. (Âşûr)

جَنَّاتِ  için sıfat olan has ism-i mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  عِبَادَهُ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Müstakbelden bahsederken  وَعَدَ  fiilinin mazi gelişi olayın mutlaka gerçekleşeceğini tekid eder. Mazi ile haber verilmesi vaadin vuku bulması gibidir. Bu da Allah Teâlâ’nın vaadini yerine getirmesinin zor olmadığına delildir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 240)

بالغيب  ifadesindeki  بِ  harf-i ceri, zarfiye içindir. (Âşûr)

الغَيْبُ  kelimesi  غابَ  fiilinin masdarıdır. Dolayısıyla görünmeyen her şey gayb olarak değerlendirilir. (Âşûr)

Şayet bu dünyada onlardan perdelenmiş olsa da en nihayetinde onlar için hazırlanmıştır anlamında burada bir uyarı vardır. (Âşûr)


اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِياًّ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  وَعْدُهُ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan وَعْدُ  tazim edilmiştir.

Son cümle  اِنَّ  ile tekid edildiği gibi  اِنَّ nin haberi de  كَانَ nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiş, Allah’ın vaadinin kesinlikle gerçekleşeceği kuvvetle vurgulanarak belirtilmiştir. Gerçekleşme olgusunun vaadin adeta bir cüzü haline geldiği anlaşılmaktadır. Çünkü  كَانَ nin haberi, isminin bir cüzü olur. 

İsm-i mef'ûl olan  مَأْتِياًّ  kelimesi,  وَعَدَ  fiiline isnad edilmesi gerekirken, vaatteki zamire isnad edilmiştir. Yani  مَأْتِياًّ  ism-i mef'ûlünün naib-i faili, vaatleşen şahıs iken burada vaat olmuştur. Bunu şöyle de tarif edebiliriz: Ayette  آتي  şeklinde ism-i fail olarak gelmesi gereken kelime  مَأْتِياًّ  şeklinde ism-i mef'ûl olarak gelmiştir. Nitekim; [Size edilen vaat ve vaîd (tehdit)]muhakkak başınıza  gelecektir, siz  (Allah'ı aciz bırakıp) onun önüne geçemezsiniz.] (Enam Suresi, 134)] ayetinde olması gerektiği gibi  آتي  şeklinde gelmiştir. Yani ism-i faile isnad şeklinde mecazî isnad vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الوَعْدُ : Buradaki vaat kelimesi, mef’ûl manasında kullanılmış olup masdardır. Allah azze ve celle, salih mümin kullarına Adn cennetlerini vadetmiştir. Yani o cennetler, kendileri için bizzat alemlerin Rabbinden bir vaattir. (Âşûr)

Ayetteki  مَأْتِياًّ  kelimesinin, ism-i fail manasında, ism-i mef'ûl olduğu söylenmiştir. Buna göre mana, “Cennetlikler vadedilen o cennete gireceklerdir.” şeklinde olur. Zeccâc şöyle der: “Sana ulaşana sen de ulaşmış; sana gelene sen de gelmiş otursun. Binaenaleyh ayetteki bu ifadeden maksat, hem ne kadar gaybî bir şey olsa da Allah'ın vaadinin olmuş, bitmiş, görülmüş bir şey gibi olduğunu beyan etmektir. Bundan gaye, bu hususu kalplere iyice yerleştirmektir.” (Fahreddin er-Râzî)

وَعَدَ  ve  وَعْدُهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.