Meryem Sûresi 62. Ayet

لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً اِلَّا سَلَاماًۜ وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ ف۪يهَا بُكْرَةً وَعَشِياًّ  ...

Orada boş söz işitmezler. Yalnızca (meleklerin) “selâm!” (deyişini) işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يَسْمَعُونَ işitmezler س م ع
3 فِيهَا orada
4 لَغْوًا boş söz ل غ و
5 إِلَّا yalnızca
6 سَلَامًا selam س ل م
7 وَلَهُمْ ve hazırdır
8 رِزْقُهُمْ rızıkları da ر ز ق
9 فِيهَا orada
10 بُكْرَةً sabah ب ك ر
11 وَعَشِيًّا ve akşam ع ش و
 
İnsanların günahları ne olursa olsun tövbenin silemeyeceği günah yoktur. Bir defa tövbe edip bunu da samimi iman, ibadet ve güzel davranışlarla destekleyenler ve bu suretle gerçek olarak Hakk’a yönelenler onun cennet vaadini de hak etmiş olurlar. Adn, cennetin müstesna bölümlerinden biri olup oranın, mukarrebûn denilen ve peygamberler, şehidler, sıddîklar ve âlimlerden oluşan Allah’ın en seçkin kullarına tahsis edildiği bildirilmektedir. Adn cennetlerine alınacak olan müminler orada korku ve endişeye kapılacak bir söz işitmeyecekler, hep mutluluk ve esenlik içinde olacak ve daima yeni mutlulukların müjdesi anlamında “selâm” sözü işiteceklerdir (adn cennetleri hakkında bilgi için bk. Ra‘d 13/23).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 609
 

لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً اِلَّا سَلَاماًۜ وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ ف۪يهَا بُكْرَةً وَعَشِياًّ

 

لَا يَسْمَعُونَ  cümlesi  جَنَّاتِ عَدْنٍۨ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada cümle olan haldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَسْمَعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  يَسْمَعُونَ  fiiline müteallıktır.  لَغْواً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اِلَّا  istisna edatıdır.  سَلَاماً  istisna-i munkatı’ olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

رِزْقُهُمْ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ف۪يهَا  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  بُكْرَةً  zaman zarfı, mukaddem habere müteallıktır.

عَشِياًّ  atıf harfi  وَ ’la  بُكْرَةً ’e matuftur.

 

لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً اِلَّا سَلَاماًۜ 

 

Önceki ayetteki  جَنَّاتِ عَدْنٍۨ ’den, müekked hal olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, hal-i müekkide olarak ıtnâbtır.  وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi cennetin bu durumunun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.

Cümle şeklindeki hal, sahibü'l-halin anlamını tekit ediyorsa hal ve sahibi arasında kemâl-i ittisâl olduğundan fasıl yapılır. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Mef’ûl olan  لَغْواً  ve müstesna olan  سَلَاماًۜ ’deki tenvin kıllet, nev ve umum ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umuma işarettir.  سَلَاماًۜ ’in tenvinle gelişi yüce makamdaki selamın en azının bile kesret anlamında olduğunu ifade eder. Ayrıca  سَلَاماً ’deki tenvin tazim ifade eder.

سَلَاماً  ve  لَغْواً  kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk sanatı vardır.

Burada geçen  سَلَاماًۜ  ya bilinen manadadır yani meleklerin kendilerine verdiği selamı işitiyorlardır, ya da  تحيتهم فيها سلام  (Yunus Suresi, 10) ayetinde olduğu gibi birbirlerine verdikleri selamı ifade eder. Ya da bu kelimeden maksat azarlama, ayıplama, zem ve noksanlıktan uzak bir kelamdır. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 242)

[Orada (cennette) boş söz değil sadece selam işitirler] ayetinin tefsirinde Beyzâvî, birkaç vecih zikrettikten sonra bir beyitle istişhad ederek burada (te’kîdü’l-medh bimâ yüşbihü’z-zem/yerme yoluyla övme) sanatının bulunmuş olabileceğini de şu şekilde açıklar: “…veya selam eğer boş söz ise onlar orada ondan (selamdan) başka bir şey duymazlar. Bu tıpkı şairin şu sözü gibidir: 

‘Onlarda hiçbir ayıp yoktur, ne var ki kılıçları savaşmaktan dolayı kırılmıştır (körelmiştir)’”

Müfessirimizin yaptığı bu açıklamaya göre buradaki istisna, istisna-i muttasıldır. İstisna edatından sonra medih (övgü) ifade eden bir sıfat gelirse tekid ifade eder. Bu durumda burada te’kîdü’l-medh bimâ yüşbihü’z-zem sanatı vardır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

إلّا سَلامًا  sözü istisna-i munkatı olup, bir şeyin kendisinin, zıddına benzeyen başka bir şeyle te’kid edilmesinden mecazdır. (Âşûr)

Bu ifade, faydasız boş sözlerin bu dünyada da mümkün mertebe kaçınılması gereken şeylerden olduğuna dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd)


وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ ف۪يهَا بُكْرَةً وَعَشِياًّ

 

وَ ’la makabline atfedilen cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında haberî olmak bakımından ittifak vardır. Aralarındaki anlam bütünlüğü açıktır.

Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ , ihtimam için takdim edilmiş habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  رِزْقُهُمْ ’a ilave edilmiş  هُمْ  zamiri, cennet ehline tahsis olduğu manasını artırmıştır. (Aşur)

بُكْرَةً  (Sabahleyin) -  عَشِياًّ  (Akşamleyin) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)

رِزْقُهُمْ  kelimesindeki tekillik tazim ifade eder. Yani o cennetteki bu rızık azimdir. Tafsilatı sayılamayacak kadar çok sayıdadır. Adeta o tek bir rızıktır ama azameti ve kesreti dolayısıyla bütün cennet halkına yiyecek ve içecek olarak yeter. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 242)

Son cümlede sabah ve akşamın zikredilmesinden maksat rızkın devamlılığı ve istimrarıdır. Gündüzün yarısı demek olan  بُكْرَةً  kelimesi ile son yarısı manasında olan  عَشِياًّ  kelimelerinin bir arada gelmesi bütün zamanlardan kinayedir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 243) 

البُكرة  (sabah): günün ilk yarısı ve  العَشي  (akşam): son yarısıdır. Bu ikisinin birlikte kullanımı, bütün zamanlardan kinayedir. Yani onların nail olacakları rızıkları mahdut veya muvakkat değil, bilakis ne zaman dilerlerse o zaman ve diledikleri miktarda kavuşacakları şekildedir. İşte bu sebeple ifadede, gece (اللّيل) kelimesi zikredilmemiştir. (Âşûr)

Yani onların cennet nimetlerinden faydalanmaları, tıpkı bu dünyada nimetlerden faydalananlar gibi sabah, akşam tekrarlanmaktadır.

Diğer bir görüşe göre ise bundan maksat, rızıklarının devamlı ve çok olmasıdır. Yoksa cennet hayatında sabah ve akşam vakitleri zaten yoktur. (Ebüssuûd)

Cennet Tavsiflerinin İzafî Yönü:

Birinci Soru: Bu ayetlerin maksadı, cenneti üstün vasıflarla nitelemektir. Halbuki cennetliklere rızıklarının sabah akşam gelip ulaşması üstün vasıflardan değildir?

Buna şu iki şekilde cevap verilir:

Hasan el-Basri şöyle demiştir: “Allah Teâlâ her kavmi, dünyada iken sevip hoşlandıkları şeylere göre vadederek arzulandırmak istemiştir. İşte bundan ötürü alemlerin adeti olan, altın gümüş takılardan ve ipek elbiselerden Yemenli Arap eşrafının adeti olan cibinlikli tahtlardan, koltuklardan bahsetmiştir. Araplar için de sabah akşam yemeğinden daha sevimli bir şey yoktur. Dolayısıyla Allah onlar için de bunu vadetmiştir.”

2) Bundan maksat, cennet rızıklarının devamlı oluşunu anlatmaktır. Bu tıpkı senin, o iki vakti değil de “devamlılığı” kastederek “Ben sabah akşam, erken geç falancanın yanındayım.” demen gibidir. (Fahreddin er-Râzî)