Meryem Sûresi 96. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُداًّ  ...

İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler (için)
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlar (için) ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ faydalı işler ص ل ح
6 سَيَجْعَلُ yaratacaktır ج ع ل
7 لَهُمُ onlar için
8 الرَّحْمَٰنُ Rahman ر ح م
9 وُدًّا bir sevgi و د د
 
Önceki âyetlerde dünyada Allah’a ortak koşanların fena halleri anlatıldıktan sonra, bu âyette de iman edip iyi davranışta bulunanların güzel halleri anlatılmaktadır. Bu bağlamda Allah, –rahmet ve merhametinin bolluğunu ifade eden rahmân ismini de anarak– kendisine iman eden kulları için bir sevgi yaratacağını, yani onları seveceğini ve diğer kullarına da sevdireceğini, dolayısıyla müminler arasında kardeşlik ve muhabbet duygularını gelişeceğini bildirmektedir. Hz. Peygamber de Allah’ın, bir kulu sevdiğinde onu Cebrâil’e, göklerdeki varlıklara ve yerdeki insanlara sevdireceğini haber vermiştir (Buhârî, “Bed’ü’l-halk”, 6, “Edeb”, 41). Hadisin farklı rivayetlerinde Allah’ın sevmediği kimseyi de aynı şekilde meleklere ve insanlara sevdirmediği bildirilmektedir (Müsned, II, 413) Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 620-621
 
Riyazus Salihin, 388 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:
“Allah filanı seviyor, onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil de o kulu sever, sonra gök halkına:
-  Allah filanı gerçekten seviyor; onu siz de seviniz! diye  hitâbeder.
Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
(Buhârî, Bedü’l-halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Birr 157. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (19),7)
 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُداًّ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlü,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  آمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamire atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

الصَّالِحَاتِ  mef’ûlün bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. 

سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُداًّ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. سَيَجْعَلُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

يَجْعَلُ  merfû muzari fiildir.  لَهُمُ  car mecruru  سَيَجْعَلُ  fiiline müteallıktır.

الرَّحْمٰنُ  fail olup lafzen merfûdur.  وُداًّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُداًّ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut, medh makamında olması sebebiyle de istimrar (devamlılık) ifade eder.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

سَيَجْعَلُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. İstikbal harfi  سَ  ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Meânî ilminde malum olduğu üzere bu çeşit cümleler hükmü kuvvetlendirdiği gibi yerine göre kasr (tahsis) da ifade edebilir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

الَّذ۪ينَ  de cem’ edilenlerin, iman edenler ve salihat yapanlar olarak sayılması taksim sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الرَّحْمٰنُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Masdar kalıbında gelen  وُداًّ , mef’ûlun bih olarak mansubdur. Tenvin onun özel bir nev olduğuna işaret eder ve tazim ifade eder.

93- 94-95-96. ayetlerdeki  عبدا - عداً - مَرَداًّ - وُدا  şeklindeki fasılalarda güzel bir seci vardır. Bu da edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefasir)