قُولُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَمَٓا اُو۫تِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُولُوا | deyin |
|
2 | امَنَّا | inandık |
|
3 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
4 | وَمَا | ve şeye |
|
5 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
6 | إِلَيْنَا | bize |
|
7 | وَمَا | ve şeye |
|
8 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
9 | إِلَىٰ |
|
|
10 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim’e |
|
11 | وَإِسْمَاعِيلَ | ve İsma’il’e |
|
12 | وَإِسْحَاقَ | ve İshak’a |
|
13 | وَيَعْقُوبَ | ve Ya’kub’a |
|
14 | وَالْأَسْبَاطِ | ve torunlarına |
|
15 | وَمَا | ve şeye |
|
16 | أُوتِيَ | verilen |
|
17 | مُوسَىٰ | Musa’ya |
|
18 | وَعِيسَىٰ | ve Îsa’ya |
|
19 | وَمَا | ve şeye |
|
20 | أُوتِيَ | verilen |
|
21 | النَّبِيُّونَ | peygamberlere |
|
22 | مِنْ | -nden |
|
23 | رَبِّهِمْ | rableri- |
|
24 | لَا |
|
|
25 | نُفَرِّقُ | ayırım yapmayız |
|
26 | بَيْنَ | arasında |
|
27 | أَحَدٍ | hiçbiri |
|
28 | مِنْهُمْ | onların |
|
29 | وَنَحْنُ | ve biz |
|
30 | لَهُ | O’na |
|
31 | مُسْلِمُونَ | teslim olanlarız |
|
Önceki ayette Yahudi ve Hristiyanların her biri insanları kendi dinine davet ederken burada Müslümanlara insanları bütün peygamberlere indirilen ortak vahye çağırmaları emredilmektedir.
‘İman ediniz’ değil de ‘iman ettik deyiniz’ buyurulması, iman konusunda kalp ile tasdikin yanında dil ile ikrarın da gerekliliğini göstermektedir.
قُولُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ
Fiil cümlesidir. قُولُٓوا emir fiildir. Mekulü’l-kavl اٰمَنَّا بِاللّٰهِ ’dır. Aynı zamanda cümlenin mef’ûlün bihi olup mahallen mansubtur. اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنَّا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا lafza-i celâle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اِلَيْنَا car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ ifadesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ kelimeleri اِبْرٰه۪يمَ ’e matuftur.
Ayette geçen اُنْزِلَ kelimesi hem اِلٰٓى cer edatı ile hem عَلَى cer edatıyla müteaddi (geçişli) hale gelir, işte bu bakımdan burada yani Bakara Suresinin bu ayetinde اِلٰٓى ile müteaddi olmuşken, Al-i İmran Suresi, 84. ayetinde ise عَلَى cer edatı ile müteaddi olmuştur. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَمَٓا اُو۫تِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ
وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تِيَ مُوسٰى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. اُو۫تِيَ meçhul mazi fiildir. مُوسٰى naib-i faildir. Maksur isim olduğu için takdiren merfûdur. ع۪يسٰى kelimesi مُوسٰى ’ya matuftur.
مَٓا اُو۫تِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ cümlesi وَ ’la öncesine atfedilmiştir. اُو۫تِيَ meçhul mazi fiildir. النَّبِيُّونَ naibu faildir. مِنْ رَبِّ car mecruru اُو۫تِيَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُفَرِّقُ ; merfû muzari fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. بَيْنَ mekân zarfı نُفَرِّقُ fiiline müteallıktır. اَحَدٍ muzâfun ileyhtir. مِنْهُمْ car mecruru اَحَدٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru مُسْلِمُونَ ’ye müteallıktır. مُسْلِمُونَ haberdir. Merfû alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
قُولُوۤا۟ ءَامَنَّا بِٱللَّهِ وَمَاۤ أُنزِلَ إِلَیۡنَا وَمَاۤ أُنزِلَ إِلَىٰۤ إِبۡرَ ٰهِـۧمَ وَإِسۡمَـٰعِیلَ وَإِسۡحَـٰقَ وَیَعۡقُوبَ وَٱلۡأَسۡبَاطِ وَمَاۤ أُوتِیَ مُوسَىٰ وَعِیسَىٰ وَمَاۤ أُوتِیَ ٱلنَّبِیُّونَ مِن رَّبِّهِمۡ
Ayet müstenefe cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Allah’a imandan sonra مَاۤ أُنزِلَ [indirilene iman] sıralamasında önemli olan takdim edilmiştir. Aynı durum مَاۤ أُنزِلَ إِلَیۡنَا [bize indirilen] ibaresi için de geçerlidir.
Bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlara şeklindeki sıralamada derecelendirme söz konusudur. Bu istidrac sanatıdır.
قُولُوۤا۟ [Deyiniz] emri müminlere hitaptır; ancak kâfirlere yönelik olması da caizdir. Buna göre, “hak üzere olabilmek için şöyle şöyle deyiniz; aksi takdirde batıl üzere kalırsınız” anlamını ifade eder. (Keşşâf)
İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunları daha sonra Musa ve İsa (as) tarih sırasına göre zikredilmişlerdir. Bu üslup, ıttırad sanatıdır.
إِبۡرَ ٰهِـۧمَ - إِسۡمَـٰعِیلَ - إِسۡحَـٰقَ - یَعۡقُوبَ - مُوسَىٰ- عِیسَىٰ ve ٱللَّهِ - رَّبِّ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
أُنزِلَ - أُوتِیَ - مَاۤ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
أُوتِیَ ٱلنَّبِیُّونَ مِن رَّبِّهِمۡ cümlesi, umumun hususa atfı babında ıtnâb sanatıdır.
Ayette birbirine matuf olarak gelen ism-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
لَا نُفَرِّقُ بَیۡنَ أَحَد مِّنۡهُمۡ
Cümle hal olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, hâl-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği zaman mesela, هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman و ‘sız gelir.
Hal, müekkede olduğunda cümlenin manası onsuz anlaşıldığı gibi cümlenin anlamını tekid etmek amacını güder. Hâl-i müekked, kendisinden önceki fiille lafzen farklı olmakla beraber manen aynı olabileceği gibi lafzen ve manen de aynı olabilir.
Buradaki ٍ أَحَدࣲ kelimesi, cemaat anlamında olduğundan, önüne َ بَیۡنَ [arasında] kelimesi gelebilmiştir. (Keşşâf)
أَحَدࣲ ‘deki tenvin umum içindir. Nefy siyakta nekre, umum ifade eder.
Burada muhtemelen bir kısaltma ifadesi vardır ve kastedilen: “hiçbiri ile bir diğeri arasında iman konusunda fark gözetmeksizin” -ki böyle yaparsak tıpkı Yahudiler ve Hristiyanlar gibi peygamberlerin sadece bazılarına iman etmiş oluruz- manasıdır. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Biz bu peygamberlerin dinin aslı konusunda farklı olduklarını söylemeyiz. Aksine şeriatları farklı da olsa hepsinin dininin tevhid ve itaate dayandığını söyleriz. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
[Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız] Yahudiler gibi; bir kısmına iman eder, bir kısmını inkâr eder değiliz. أَحَدٍ lafzı nefy siyakında olduğundan geneldir, َ بَیۡنَ'nin ona muzâf olması caiz olmuştur. (Beyzâvî)
وَنَحۡنُ لَهُۥ مُسۡلِمُونَ
Ayetin son cümlesi و ile öncesine atfedilmiştir. Veya نُفَرِّقُ fiilinin failinden haldir. Müsbet isim cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelamdır. Zamirinin Allah Teâlâya ait olduğu لَهُ car mecruru amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. “Biz sadece ve sadece Allah’a teslim olanlarız, başka hiçbir kimseye değil” anlamındadır.
مُسۡلِمُونَ - ءَامَنَّا ve ٱللَّهِ - رَّبِّ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.