Bakara Sûresi 137. Ayet

فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ  ...

Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 امَنُوا iman ederlerse ا م ن
3 بِمِثْلِ gibi م ث ل
4 مَا
5 امَنْتُمْ sizin iman ettiğiniz ا م ن
6 بِهِ ona
7 فَقَدِ elbette
8 اهْتَدَوْا doğru yolu bulmuş olurlar ه د ي
9 وَإِنْ eğer
10 تَوَلَّوْا dönerlerse و ل ي
11 فَإِنَّمَا mutlaka
12 هُمْ onlar
13 فِي içine
14 شِقَاقٍ anlaşmazlık (düşerler) ش ق ق
15 فَسَيَكْفِيكَهُمُ onlara karşı sana yeter ك ف ي
16 اللَّهُ Allah
17 وَهُوَ ve O
18 السَّمِيعُ işitendir س م ع
19 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م
 

  Şıkqaq kelimesinin kökü şaqqa olup bir şeyde meydana gelen yarık demektir. Nefiste ve bedende meydana gelen eziyete, zahmete meşakkat denir.

  Şıqaq ayrılma, yarılma, muhalefet düşme, arkadaşının olduğu yerden başka bir tarafta olma demektir.

  Şakak bir şeyin iki yarısı demek olup Türkçe’ye de geçmiştir.

  Yine seçenek manasındaki şık da bu köktendir.

  Ayette, 136. ayette sayılan Peygamberlere ve onların gönderdiklerine iman etmeyen kimselerin ayrılık içerisinde olduğu söylenmektedir.

 

فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ 

 

فَ istînafiyyedir. اِنْ iki muzariyi cezm eden şart harfidir. اٰمَنُوا şart fiilidir. بِمِثْلِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنْتُمْ بِه۪ ’dır. Buradaki بِ harfi ise tıpkı “Allah’ın şahitliği kâfidir.” [en-Nisâ 4/79] ayetinde olduğu gibi zaiddir.

 فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدِ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Şartın cevabı اهْتَدَوْا ‘dır. اهْتَدَوْا fiili sonundaki mahzuf elif üzerine takdir edilen damme ile mebnidir. 

وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ

 

وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzariyi cezm eden şart harfidir. تَوَلَّوْا şart fiilidir. Fiil sonundaki mahzuf elif üzerine takdir edilen damme ile mebnidir. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Şartın cevabı فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍ ’dır. 

اِنَّمَا  kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki ma i kâffeden kasıt ise, اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.

Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي شِقَاقٍ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. 

 

 فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ 

 

Cümle mukadder şartın cevabıdır. Takdiri إن أرادوا الكيد لك فسيكفيكهم الله (Eğer sana tuzak kurmak isterlerse Allah sana kafi gelecektir) şeklindedir. فَ istînâfiyyedir. سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يَكْف۪ي muzari fiili ي harfine takdir edilen damme ile ref olmuştur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Muttasıl zamir هُمُ ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ fail olup lafzen merfûdur. 

 فَسَيَكْف۪يكَهُمُ [sana yetecektir] fiilindeki سَ , bir zamana kadar gecikse de ayetin haber verdiği gerçeğin mutlaka meydana geleceğini bildirmek içindir. (Keşşâf)

فَسَيَكْفِيكَهُم ; Kur'an'daki en uzun kelimedir. Bu uzunluk harf sayısı değil, içerdiği kelime açısındandır.   فَ - سَ - يَكْفِي - كَ - هُم zikredilmiştir.


وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. السَّم۪يعُ haberdir. الْعَل۪يمُۜ ise ikinci haberdir. 

 

فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ 

 

Ayete dahil olan فَ istînâfiyyedir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اٰمَنُوا şart fiilidir. Şart cümlesi, faidei haber ibtidaî kelamdır. بِمِثْلِ ’deki بِ harfinin zaid olduğu da söylenmiştir. 

Cevap cümlesi olan فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ tahkik harfi قَدِ ile tekid edilmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

اٰمَنُوا- اٰمَنْتُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰمَنْتُمْ - هْتَدَوْاۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِمِثْلِ 'deki بِ 'nin tadiye için değil de alet için olduğu da söylenmiştir. Mana da şöyle olur: imanı sizin yolunuz gibi hakka götürecek bir yolla elde etmeye çalışırlarsa... Çünkü maksadın birliği yolların çeşitli olmasına mani değildir. Ya da بِ tekit için zaiddir. (Beyzâvî)

Onların iman etmesi müminlerin iman etmesi gibi olursa hidayete erecekleri söylenmiştir. Burada bir teşbih vardır. اهْتَدَوْاۚ  fiili, iftiâl babından dolayı zorluk ve yavaş yavaş olma manası taşır. Yani hidayete ermek birdenbire olmaz.

Bir görüşe göre “Eğer onlar sizin iman ettiklerinizin aynısına iman ederlerse” ifadesi “Sizin iman ettiğiniz gibi” anlamındadır. Buna göre مَا harfi, fiil ile birlikte masdar olarak kullanılmıştır ki bu durumda ifadenin takdiri “Sizin imanınız gibi iman ederlerse” şeklinde olur. 

وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ

 

Cümle temasül sebebiyle öncesine و ’la atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Haber manalıdır. Şart cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi olan فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ kasrla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.  هُمْ mübteda, ف۪ي شِقَاقٍۚ  car mecrurunun müteallakı mahzuf haberdir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Mübtedanın maksur haberin maksurun aleyh olduğu kasr, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. 

Şart ve cevap cümlelerinde oluşan terkip faide-i haber, inkarî kelamdır.

اِنَّمَا  ile kasr uslubu muhatabın bildiği konularda gelir.

Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Bu tür Arapça ibarelerin Türkçeye tercümesinde “ancak” ifadesinin cümlenin son unsuruna dahil edilmesi gerekir. https://islamansiklopedisi.org

تَوَلَّوْا  kelimesinde gerilmek, gazaplanmak ve reddetmek manaları da vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhân/14, S. 68.)

شِقَاقٍ ’daki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder.

Onlar bunun hak değil batıl olduğuna inanıyorlardı. Onların red ve dalalette ısrarlarına işâret için اِنْ gelmiştir. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

تَوَلَّوْا arkasını dönmek demektir ama gazap, reddetmek ve gerginlik söz konusudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhân/14, S. 68)

شِقَاقٍۚ kelimesinde de çekişme, gazaplanma, muhalefet ve tahrik manaları vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 2, Fussilet/52, S. 244)


 فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُ

 

فَ takip ifade eden atıf harfidir. Onların şikaklarını takiben Allah’ın kifayetinin geleceğini hissettirir. 

سَ harfi vaid ve vaad siyakında tekid ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesinde hem müminlerin hem de kâfirlerin kalbine heybet hissettirme söz konusudur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. (Allah onlara karşı seni korur.) Bunda îcâz olduğu açıktır. (Allah, onların şerrinden seni koruyacak)  demektir. Fiilin başına سوف  değil de سَ harfinin getirilmesi, Rasulullah (s.a.v.) onlara, yakın bir zamanda galip geleceğini gösterir. (Safvetü't Tefâsir)

 وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ


و istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. السَّم۪يعُ  birinci haber,  الْعَل۪يمُۜ  ikinci haberdir. Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

O semî’ ve alîmdir. Bu isimler onların “Yahudi olun” gibi bütün konuşmalarını Allah'ın işittiğine ve bildiğine vurgudur.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında vav olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُۜ sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.  

Sıfat-ı müşebbehe sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. (Fahreddin er- Râzî)

السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ Bu iki kelime mübalağa sıygalarındandır. Manası: Al­lah'ın işitmesi ve bilgisi herşeyi kuşatmıştır, demektir. (Safvetü't Tefâsir)

Ayet, Allah’u Teâlâ'nın iki sıfatının zikriyle şöyle bitmiştir: وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ [O, hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir] Burada Allah Teâlâ'nın  السَّمِيعُ الْعَلِيمُ  sıfatları zikredilmiştir. Bunun sebebi, ayet-i kerimede işitilecek ve bilinecek şeylerini zikredilmiş olmasıdır. İnatlaşma ve muhalefet içinde olanlar söz ya da eylemle müdahalede bulunuyorlardı.  Dolayısıyla ayet bu iki yüce sıfatla sona ermiştir. 

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ'dan başka hiçbir varlık yoktur. (Sâmerrâî Alâ Tarîki’t Tefsîri’l Beyânî)