فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِذَا | zaman |
|
2 | قَضَيْتُمْ | bitirince |
|
3 | مَنَاسِكَكُمْ | ibadetlerinizi |
|
4 | فَاذْكُرُوا | anın |
|
5 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
6 | كَذِكْرِكُمْ | andığınız gibi |
|
7 | ابَاءَكُمْ | atalarınızı |
|
8 | أَوْ | veya |
|
9 | أَشَدَّ | daha kuvvetli |
|
10 | ذِكْرًا | bir anışla |
|
11 | فَمِنَ |
|
|
12 | النَّاسِ | insanlardan |
|
13 | مَنْ | kimi |
|
14 | يَقُولُ | der ki |
|
15 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
16 | اتِنَا | bize ver |
|
17 | فِي |
|
|
18 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
19 | وَمَا | ve yoktur |
|
20 | لَهُ | onun |
|
21 | فِي |
|
|
22 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
23 | مِنْ | hiçbir |
|
24 | خَلَاقٍ | nasibi |
|
“Babalarınızı andığınız gibi”
Arafata çıkmayan Kureyşliler Mina’da oturur ataları hakkında şiirler okur ve adeta film seyreder gibi, o zamanın en gözde konusu olan ataları, babaları hakkında hikayeler anlatırlardı birbirlerine. Çok sevdiğiniz birşey hakkında sohbet ederken saatlerin nasıl geçtiğini anlamazsınız. Şimdi bizim için “اٰبَاءَ” moda, çocuklar, spor, haberler, teknoloji vs. Oldu. Bunlar hakkında konuşurken heyecanla, istekle konuşuyoruz. Ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. İşte beni de böyle heyecanla, şevkle, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan saatlerce anın diyor Allah..
فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ
فَ istînâfiyedir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. قَضَیۡتُم fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مَّنَـٰسِكَكُمۡ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ٱذۡكُرُوا۟ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱللَّهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. كَ harf-i cerdir, مثل (gibi) manasındadır. Amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri اذكروا الله ذكرًا مثل ذكركم آباءكم (atalarınızı andığınız gibi hatta ondan da daha çok Allah’ı anın.) şeklindedir. ذِكۡرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ءَابَاۤءَ mef’ûlun bihtir. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
أَوۡ أَشَدَّ ذِكۡرࣰا ibaresi, كَذِكۡرِكُمۡ ibaresinde anmanın izafe edildiği şeye [mecrûr olan كُمۡ zamirine] atfedilmek üzere mahallen mecrûrdur. Bu senin; كَذِكْرِ قُرَيْشٍ ءَابَاۤءَهُمْ اَوْ قَوْمٍ اَشَدَّ مِنْهُمْ ذِكْرًا [Kureyş ’in, kendi atalarını anması veya onlardan daha kuvvetli anan bir kavmin anması gibi] demene benzer. Yahut ءَابَاۤءَكُمۡ üzerine atfedilerek nasb mahallinde değerlendirilir ki, ذِكۡرࣰا mastarının ‘anılan’ın fiili olmasına binaen mana; “babalarınızın anılmasından daha kuvvetli bir anışla...” şeklindedir. (Keşşâf)
ذِكۡرࣰا temyiz olup fetha ile mansubtur.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Bu ayetin manası şudur: Çocuğun babasının adını söylemesi gibi siz de benim adımı söyleyin. Bebek ilk konuşmaya başlayınca önce babasının adını söyler ve “Baba! Baba!” der. Müslümanın da daima “Ya Rab! Ya Rab!” demesi gerekir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ
فَ istînâfiyyedir. مِنَ النَّاسِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Mekulü’l-kavl cümlesi رَبَّنَاۤ ءَاتِنَا فِی ٱلدُّنۡیَا ‘dir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. یَقُولُ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
Nidanın cevabı ءَاتِنَا فِی ٱلدُّنۡیَا ‘dır. ءَاتِنَا illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِی ٱلدُّنۡیَا car mecruru mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri آتنا نصيبنا حاصلا في الدنيا (dünyada hasıl olan nasibimizi bize ver) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُۥ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. فِي الْاٰخِرَةِ mahzuf hale müteallıktır. مِنْ harfi zaiddir. خَلَاقٍ۠ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müsbet fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesi olan ...قَضَیۡتُم aynı zamanda إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
Rabıta harfi فَ ’nin dahil olduğu ...فَٱذۡكُرُوا۟ ٱللَّهَ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede mücmel temsili teşbih vardır. Çünkü teşbih edatı zikredilmiştir ve vech-i şebeh mürekkebdir. كَذِكۡرِكُمۡ ءَابَاۤءَكُمۡ müşebbehün bih, فَٱذۡكُرُوا۟ ٱللَّهَ müşebbehdir.
فَٱذۡكُرُو- كَذِكۡرِكُمۡ - ذِكۡرࣰاۗ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, bütün kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
فَٱذۡكُرُوا۟ lafzında irsâd sanatı vardır.
117. ayette قَضَیۡ fiili Allah Teâlâ için kullanılmıştı. Bu ayette insanlar için kullanılmış, tamamlama manası ifade etmiştir. ‘’Hac ibadetlerinizi tamamladığınız zaman’’ demektir.
مَّنـسك ve مَّنَـٰسِكَ kelimelerinin kökü olan نسك , düzenlemek ve sıra oluşturmak demektir. Burada hac ile ilgili ibadetler için kullanılmıştır. Çünkü onların belli bir sırayla yapılması gerekir.
Sonra hacla ilgili ibadetlerinizi bitirdiğinizde, önceden atalarınızı anıp zikrettiğiniz gibi şimdi de öyle ve hatta daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı zikrediniz. Bu zikir emri de haccın arkasından Mina günlerine işarettir. İslam'dan önce Araplar, âdetleri üzerine hac ibadetlerini bitirdikten sonra Mina'da mescid ile dağ arasındaki yerde dururlar, atalarının övgülerini ve özel günlerini anıp hatırlarlardı. Bunun yerine şimdi Mina'da Allah'ın zikri ile meşgul olmak emredilerek o adetin kaldırılmasına ve bundan başka hacdan alınan kutsal uyanışın devamının gerektiğine işaret buyuruluyor ki şeytan taşlamak ve tekbirler almak, bunun son ve seçkin bir hatırasıdır. Bu şekilde kelime-i tevhiddeki şirki kaldırma manası, bütün amelî gerekleriyle yapılarak gösterilmiş olmaktadır. (Elmalılı)
أَوْ أَشَدَّ ذِكْراً ifadesinde aklî mecaz vardır. Yani ذِكْراً kelimesi isi fail olan ذاكر anlamında kullanılmıştır.
مِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ
فَ istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنَ ٱلنَّاسِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَن , cümlenin muahhar mübtedasıdır.
Mevsûlün sılası ... یَقُولُ , müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi ise, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi, nida edilene yakınlık arzusuna binaen hazfedilmiştir .
Nidanın cevabı olan ...ءَاتِنَا cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua maksadıyla söylenmiş olması hasebiyle vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
فِی ٱلدُّنۡیَا car mecruru ءَاتِنَا fiilinin mef’ûlünün mahzuf haline müteallıktır.
Ayetin son cümlesi olan وَمَا لَهُۥ فِی ٱلۡـَٔاخِرَةِ مِنۡ خَلَـٰقࣲ haldir veya istînâfa matuftur. Menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur olan لَهُ , mahzuf mukaddem habere, فِی ٱلۡـَٔاخِرَةِ ise mahzuf hale müteallıktır. مِنۡ , tekid ifade eden zaid harftir. خَلَـٰقࣲ , lafzen mecrur mahallen merfu olarak muahhar mübtedadır.
ٱلدُّنۡیَا - ٱلۡـَٔاخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مِنۡ ve مَن kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Öyle insanlar var ki; Bize dünyada ver,] yani bize vereceğini tamamen dünyaya tahsis et der; [onların ahirette nasibi yoktur.] Yani hiçbir nasip talepleri yoktur. Yahut şu [dünyalık için] isteyip duranın ahirette hiçbir nasibi yoktur. Çünkü onun amacı dünyaya münhasırdır. (Keşşâf)
[Bunların ahirette nasibi yoktur.] Burada geçen خَلَـٰقࣲ kelimesi nasip ve pay anlamındadır. Bu kimselerin kim olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazıları şöyle demişlerdir: Bu kişiler kâfirlerdir. Onlar Kâbe’yi tazim eder, oraya gelip hac yaparlar, bu sırada ahiret için değil dünyalıklar için dua ederlerdi. Çünkü ölümden sonra dirilmeyi inkâr ediyorlardı. Bunun üzerine Allah onların ahirette müminlerin erişeceği cennet ve diğer nimetlerden hiçbir paylarının bulunmadığını haber vermiştir. Bazılarına göre burada kastedilenler ahiret için hiçbir şey istemeyip sadece dünyalık isteyen müminlerdir. Böyle bir şey aslında günahtır. Çünkü kutsal mekânlarda Allah’tan sadece geçici dünyalık istemişler, ahiret nimetinden gafil kalmışlardır. “Onların ahirette hiçbir nasibi yoktur.” ifadesinden “(bu yaptıklarına) tövbe edenler dışında” veya bir görüşe göre “Allah’ın affetmesi dışında” şeklinde bir istisna yapılmıştır. Ayrıca ayet “Allah’tan ahireti dileyenler gibi bir nasipleri yoktur.” şeklinde de tefsir edilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
خَلَـٰقࣲ hisse manasındadır. Yaratmak fiilinden türemiş bir kelimedir. Başka yerlerde bu manada نَصِیبࣱ , حظ kelimeleri geçmiştir. Burada sanki bizim dünyada yaptığımız şeyin karşılığı olduğunu vurgulamak için خَلَـٰقࣲ kelimesi kullanılmıştır. Yani biz dünyadaki davranışımızla ahiretteki nasibimizi yaratıyoruz. خَلَـٰقࣲ ’ın burada kullanılması, ahireti unutup da dünyaya çalıştığımız için ahirette de karşılığında birşey oluşmamış gibidir. 202. ayette ise نَصِیبࣱ kelimesi gelmiştir. İkisini birden isteyen kişi için ahirette hisse vardır.