بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْحَجُّ | Hac |
|
2 | أَشْهُرٌ | aylardadır |
|
3 | مَعْلُومَاتٌ | bilinen |
|
4 | فَمَنْ | kim |
|
5 | فَرَضَ | farz ederse (kendisine) |
|
6 | فِيهِنَّ | onda (o aylarda) |
|
7 | الْحَجَّ | haccı |
|
8 | فَلَا | yoktur |
|
9 | رَفَثَ | kadına yaklaşmak |
|
10 | وَلَا | ve yoktur |
|
11 | فُسُوقَ | günaha sapmak |
|
12 | وَلَا | yoktur |
|
13 | جِدَالَ | kavga etmek |
|
14 | فِي |
|
|
15 | الْحَجِّ | hacda |
|
16 | وَمَا | ne varsa |
|
17 | تَفْعَلُوا | yaptığınız |
|
18 | مِنْ |
|
|
19 | خَيْرٍ | iyilikten |
|
20 | يَعْلَمْهُ | onu bilir |
|
21 | اللَّهُ | Allah |
|
22 | وَتَزَوَّدُوا | ve yanınıza azık alın |
|
23 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
24 | خَيْرَ | en hayırlısı |
|
25 | الزَّادِ | azığın |
|
26 | التَّقْوَىٰ | takvadır |
|
27 | وَاتَّقُونِ | ve benden sakının |
|
28 | يَا أُولِي | sahipleri |
|
29 | الْأَلْبَابِ | akıl |
|
Hac ayları Şevval, Zilkâde, Zilhicce aylarıdır. Hac günleri ise Zilhicce’nin 8’i ile 13’ü arasıdır.
İslam'da cidal yoktur, münazara vardır. Kendi üstünlüğünü değil, hakkın üstünlüğünü ortaya koyma çabası vardır. TDV İslam Ansiklopedisi'nden CİDAL maddesi okunabilir. (YUSUF ŞEVKİ YAVUZ, "CEDEL", TDV İslâm Ansiklopedisi, (04.11.2019).)
https://islamansiklopedisi.org.tr/cedel
Bu yasaklar hep nefisle alakalı şeylerdir. Cinsel ilişki; fısk Allah’a isyan; cidal de, karşındaki insana “hayır ben haklıyım” demek, insana isyan. İhramlıyken bunları yapmamak gerek. Hac ve umre bir anlamda nefis terbiyesidir.
Azık kelimesi Kur’ân’da sadece burada iki kere geçmiştir. Hacca ve umreye giderken azık olarak yiyecek, içecek hazırlamak lazım ama azığın en hayırlısı takvadır, yani önce nefsi hazırlamak gerekir. Bunlardan vaz geçebilmelisin.
اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ
İsim cümlesidir. ٱلۡحَجُّ mübtedadır. أَشۡهُرࣱ haber olup lafzen merfûdur. مَّعۡلُومَـٰتࣱ kelimesi أَشۡهُرࣱ ’un sıfatıdır. فَ atıf harfidir. مَن şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. فَرَضَ şart fiili fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. فِیهِنَّ car mecruru فَرَضَ fiiline müteallıktır. ٱلۡحَجَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. رَفَثَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. لَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ ibareleri لَا رَفَثَ ’ye وَ ’la atfedilmiştir. فِی ٱلۡحَجِّ car mecruru mahzuf لَا’nın haberidir.
وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ
وَ istînâfiyedir. مَا iki fiili cezmeden şart ismidir. Mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. تَفۡعَلُوا۟ şart fiili ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. مِنۡ خَیۡرࣲ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır. یَعۡلَمۡهُ ٱللَّهُ cümlesi şartın cevabıdır. یَعۡلَمۡهُ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. تَزَوَّدُوا۟ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Takdiri ما يبلّغكم لسفركم (seferiniz için kullanacağınız) şeklindedir.
فَ ta’liliyyedir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. خَیۡرَ kelimesi إِنَّ ‘nin ismidir. ٱلزَّادِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ٱلتَّقۡوَىٰ elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ
وَ atıf harfidir. اتَّقُونِ fiili نَ ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. نَ vikayedir. Hazfedilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اتَّقُونِ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Sülâsîsi وقي ’dır. İftiâl babındadır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
یَـٰۤ nida harfidir. أُو۟لِی münadadır. Nasb alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salime mülhaktır. Kelimenin sonundaki ن , izafet nedeniyle düşmüştür. ٱلۡأَلۡبَـٰبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ
Ayetin ilk cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber olan أَشۡهُرࣱ ‘in sıfatı مَّعۡلُومَـٰتࣱۚ sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.
‘’Hac bilinen aylardır’’ ifadesinde zamana isnad alakasıyla mecazî isnad vardır. Çünkü hac değil, haccın vakti belirli aylardır.
Aklî mecaz isnadda olur. Aslında aklî mecazda lafız, hakiki lügat manasında kullanılır. Ancak fiil, hakiki failine veya mef‘ûlüne isnad edilmez. Onun için buna mecazî isnad denir.
Çünkü hac bir fiildir. Fiiller bizatihi aylardan ibaret olamazlar. Öyleyse zaruret icabı burada, o ayların vaktinin kastedildiği anlaşılmış olur. Meselâ “Sana öğlen namazı gelirim.” denilir. Öğle namazı vakti kastedilir. Hz. Peygamber aleyhisselâm “Namaz nerede bana ulaşırsa teyemmüm alıp namaz kılarım.” buyurmuş ve namaz vaktinin girmesini kastetmiştir. Burada kastedilen aylar Şevval, Zilkade ve Zilhicce’nin ilk on günüdür. Bu ayette ayların isimleri zikredilmemiştir. Çünkü geçmişten aldıkları bilgilerle bu ayların tarihlerini zaten biliyorlardı. Ancak onlar ertelemeye (nesî) kalkışıyorlardı. Bunun üzerine hac aylarının bilinen aylar olduğu konusunda uyarıldılar. İki aydan biraz fazla zaman için aylar ifadesi kullanılmıştır. Çünkü bu onların yukarıda tamamlanabileceği en büyük miktardır. Bir şeyin adının kendinden fazlasına kullanılması dilde var olan bir olgudur. Mesel: birisi daha üçüncü günün içinde olduğu halde “Falancayı üç gündür göremiyorum.” diyebilir. Bu ayların Şevval, Zilkade ve Zilhicce’nin dokuz günü olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü hac kurbanın ikinci gününün fecriyle biter. Bu da onuncu gündür. On diyenler, on geceyi kastetmişlerdir. Çünkü kurban gecesinde de Arafat’ta vakfe yapmak sahihtir ve haccı idrak etmiş sayılır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ
Cümle فَ ile, ayetin istînafiyye olan ilk cümlesine atfedilmiştir. Manen haberiye olmak bakımından iki cümle arasında ittifak vardır.
Cümle, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَن ’in haberi olarak mahallen merfû olan فَرَضَ şart fiilidir. ... لَا رَفَثَ cümlesi فَ karinesiyle cevap cümlesidir. Cinsini nefyeden لَا ‘nın dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur olan لَا , فِی ٱلۡحَجِّ ’nın mahzuf haberine müteallıktır. Nefy harfi لَا ’nın tekrarı, olumsuzluğu tekid etmek için yapılan ıtnâbtır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, mübteda olan مَن ’in haberidir.
Cümlede ٱلۡحَجَّ kelimesinin zamir yerine zahir isimle tekrarlanması, hac ibadetinin kurallarına, hükmünün şanına gösterilmesi gereken itinanın kemâli için izmar makamında izhardır. (Mahmut Sâfî)
ٱلۡحَجَّ ayette siyaktaki önemine binaen üç kez tekrarlanmıştır. Bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فِی ٱلۡحَجِّۗ ibaresinde, فِی harfindeki zarfiyet manasının delaletiyle istiare vardır. Bu cümlede harfin dahil olduğu kelime, yani hac zarfa benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinde de mevcut olan mutlak irtibat ve alakadır.
Arap dilinde فسقَ , “çirkin bir çıkış” anlamına gelir. Buradan hareketle, deliğinden fesat yapmak üzere çıktığı için fareye, fuveysika diye isim verilmiştir. Hurma kabuğundan dışarı çıktığında, فسقت الرطبة [taze hurma kabuğundan çıktı] denmiştir. Çünkü bu durum, hurmaların fesada uğradığını [bozulduğunu] gösterir. Bu tanımdan hareketle, büyük bir günah işleyerek Allah'a itaatten çıkmaya, فسقَ ismi verilmiştir. (Farklar Sözlüğü)
فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ cümlesinde, işin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için zamir yerine Allah lafzı açık isim olarak getirilmiştir. (Safvetü't Tefâsir)
Bu ayette yasaklar olumsuz cümle şeklinde ifade edilmiştir. Bu üslup daha vurguludur. (Sâbûnî)
Arapça'da فَ harfiyle başlayan fiillerde ayrılma, çıkma, kopma anlamları vardır.
Hac vakti, bu bilinen ve kararlaştırılmış olan aylar olunca [Her kim bu aylarda haccı farz kılar;] yani ihram, telbiye veya kurbanlık göndermekle kendine gerekli kılarsa, [artık hac günlerinde ne cinsel ilişki veya cinsel ilişki ile ilgili sözler, ne yasak şeyleri işlemekle şer'î sınırlardan çıkmak, ne de hizmetçileri veya arkadaşları ile mücadele ve tartışma] hiçbiri yoktur. Sadece aslında yasak ve çirkin olan şeylerden başka normal durumlarda mübah olan şeylerin bir kısmı da hacda yasaktır. Hac böyle tam bir temizlik, tam bir bağlılık ve eşitlik üzere bir uyum ve düzen içinde yapılmalıdır. Burada haccın ahlakî gereklerine kapsamlı bir tenbih vardır ki geniş açıklaması, fıkıh ve hac ibadeti ile ilgili kitaplarda aranmalıdır. Böylece hacda namaz, oruç ve zekatta bile bulunmayan ferdî (bireysel) ve sosyal bir nefis terbiyesi, bir ahlakî alıştırma hikmetleri bulunduğu unutulmamalıdır. (Elmalılı)
وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsbet fiil sıygasındaki cümlede, şart ismi مَا , şart fiili تَفۡعَلُوا۟ ’nun mukaddem mef’ûlüdür.
یَعۡلَمۡهُ ٱللَّهُۗ cümlesi şartın cevabıdır. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olması tazim, teberrük ve haşyet içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle ٱللَّهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Fiilin mef’ûlü mahzuftur.
...فَإِنَّ خَیۡرَ cümlesine dahil olan فَ ta’liliyedir. إِنَّ ‘nin dahil olduğu bu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. إِنَّ ’nin haberinin ٱل takısıyla marife olması tahsis ifade eder.
إِنَّ ’nin ismi olan خَیۡرَ ٱلزَّادِ izafeti az sözle çok anlam ifade sanatı olan îcaz içindir.
تَزَوَّدُوا۟ - ٱلزَّادِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
‘’En hayırlı azık takvadır’’ ifadesinde istiare vardır. Takva, insanın olmazsa olmaz ihtiyacı olan azığa benzetilmiştir. Câmi’ her ikisine olan mutlak ihtiyaçtır. Azık dünya için, takva ahiret için gerekli olandır.
Ayette geçen الزاد kelimesi yiyecek, içecek, giyecek, binecek ve diğer ihtiyaçlara harcanacak mal demektir ki dilimizde "levazım" denir. Bunun azık diye tercümesi de bilinmektedir. Gerçi azık, daha çok yiyecek ve içeceğe denmektedir. Fakat الزاد da bu şekilde kullanılmaktadır. Çünkü bunlar en zorunlu olanlarıdır. Deniyor ki; Yemenliler hacca azıksız olarak gelirler ve "Biz Allah'a tevekkül ediyoruz, O'na güveniyoruz." derler, neticede halka yük olurlardı. Bu bölüm onlar hakkında inmiş, dilencilikten ve halka yük olmaktan korunup sakınmaları için azık edinme emri verilmiştir. Bu şekilde bu ayet-i celile gösteriyor ki takva, istenilen şeylerin en özelidir. Her fenalıktan korunup takva mertebesine ermek için de azığını ve gerekli şeylerini hazırlamak lazımdır. Bunu hazırlamayan ve hazırlamak için çalışmayanlar, ihtiyacın sevki ile kötülüğe düşebilirler. Aynı zamanda insanların diğer azıkları ne kadar bol olsa, takva hisleri bulunmadıkça yine mutlu olamazlar, kötülükten korunamazlar, helak edici şehvetlere bir ihtiyaç gibi atılırlar. (Elmalılı)
ٱلزَّادِ [Azık kelimesi] Kur’an’da sadece burada iki kere geçmiştir. Hacca ve umreye giderken azık olarak yiyecek, içecek hazırlamak lazım ama azığın en hayırlısı takvadır, yani önce nefsi hazırlamak gerekir.
وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ
وَ atıftır. Cümle وَتَزَوَّدُوا۟ cümlesine matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstînâfiyye olan یَـٰۤأُو۟لِی ٱلۡأَلۡبَـٰبِ cümlesi nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
ٱتَّقُونِ - ٱلتَّقۡوَىٰۖ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَٱتَّقُونِ یَـٰۤأُو۟لِی ٱلۡأَلۡبَـٰبِ [Ey saf akıl sahipleri, benden korkun] çünkü aklın hükmü Allah'tan korkmak ve ondan çekinmektir. Onları takvaya özendirdi, sonra da bundan maksadın Allah’u Teâlâ olmasını emretti ki, ondan başka her şeyden el çeksinler. Nefsî arzulardan arınmış saf aklın gereği de budur. Bunun içindir ki, özellikle akıl sahiplerine böyle hitap etmiştir. (Beyzâvî)
[Benden sakının ey akıl sahipleri.] Yani; ‘’Benden korkun, hesabımdan sakının,ey kendilerine mahlûkatta yarattığım en üstün nimeti yani aklı verdiğim kullarım!’’ Bir şeyin özü onun en has noktasıdır. ‘’Size doğruyu yanlıştan ayırt etmeye yarayan, tedbirin madeni olan aklı verdim.’’ Akıl sayesinde takva ve tefekkür de kolay hale gelir. Bu yorumun doğruluğuna dair delil şudur: Azık hazırlama ifadesi mutlak olarak verilse de “Azıklanın, en hayırlı azık takvadır.” ifadesi ona atfedilmiştir. فَ harfi ikinci cümleyi birinciye bağlamakta ve birbirleriyle irtibatlı olduklarını göstermektedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
İbnü’l Arabî ayet-i kerimedeki ( فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِی ٱلۡحَجِّ ) ibaresiyle ilgili şu ifadelere yer verir: Bu ibare, cinselliği nefy değildir, ayet onun meşruiyetini nefyeder. Allah’ın haberlerinin de gerçeğe aykırı olması caiz değildir. Buradaki nefy, cinselliğin duygusal/hissî olarak değil, şer‘î olarak yasaklanmasıdır. Alimler bu inceliğe dikkat etmeyerek şöyle demişlerdir: “Haber nehiy anlamındadır.” Böyle bir şey kesinlikle yoktur, olması da doğru değildir. Çünkü ikisi hakikaten farklı şeylerdir ve nitelik olarak birbirlerinden ayrılırlar.” İbnü’l-Arabî, düşüncesini örneklendirmek için şu ayet-i kerimeyi delil olarak sunmaktadır: وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ [Boşanmış kadınlar kendileri için üç hayız/temizlik süresi beklerler.] (Bakara 2/228)
Ona göre boşanan kadınların evlenmeden önce üç hayız/temizlik süresi beklemeleri şer‘î bir gereklilik olup hissi değildir. Çünkü vakıada bazı kadınlar hissi olarak sabredememektedirler. Bu durum da boşanan kadınların iddet süresince evlenmemelerinin hissi anlamda değil şer‘î anlamda bir gereklilik olduğunu ortaya koymaktadır.
İbnü’l-Arabî, cinselliğin insanda hissî olarak bulunabileceğini, ayet-i kerimenin ise bunun fiili olarak yapılmasını yasakladığını ifade ederek, haber cümlesinin nehiy ifade eden inşâî anlamında kullanıldığını reddeder.
Meydânî ise İbnü’l-Arabî’ye şu ifadeleriyle itiraz eder: “İbnü’l-Arabî’nin söylediği kabul edilmesi mümkün bir görüştür. Ancak nefyin nehiy anlamında kullanılması insanlar arasında yaygın bir durumdur. Bu duruma birçok belâgî gerekçe kapı aralamaktadır. Bunlardan bir tanesi de muhataba yumuşak davranmaktır. Mesela ev sahibi misafirlerine: “Kanepelerin üzerinde uyunmaz, yemek odasının dışında yemek yenmez ve odalara ayakkabıyla girilmez” der. Ev sahibi misafirlerine yumuşak davranarak haber üslubuyla nehyetmektedir.”
Konuyla ilgili bazı alimlerin fikirlerine bakıldığında Meydânî’nin, onların düşüncesine yakın bir tutum sergilediği görülmektedir. Zemahşerî’ye göre nefy sıygasının kullanılmasından kasıt, ayette sayılan şeylerden kaçınma zaruretine işaret etmektir. Ayrıca İbn Kesîr (ö. 774/1373) ve Ebû Amr (ö. 154/771) ayette ilk iki olumsuzluğu cinsini nefyeden لا değil لَيْسَ ye benzeyen لا olarak merfu okumuşlardır. Ebû Amr’dan rivayet edildiğine göre kendisi, bu ibareyi,لَا يَكُونُ رَفَثٌ وَ لَا فُسُوقٌ olarak takdir etmiştir. Kelam burada bitmiş ve yeni bir cümleye başlanarak bu kez cinsini nefyeden لا ile وَلَا جِدَالَ denmiştir. Dolayısıyla haberin her iki kıraate göre de nehiy ifade ettiği belirtilmiştir. Çağdaş müfessirlerden Sâbûnî’ye göre de ayet-i kerime nefy sıygasıyla gelmiş olsa bile nehiy ifade etmektedir. Nefy formundaki nehiy, bir kimseyi açık lafızlarla nehyetmekten daha belîğdir. (Abdurrahman Hasan Habenneke El-Meydânî Ve Belâgat İlmine Katkıları / İbrahim KARA)
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْۜ فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسَ | yoktur |
|
2 | عَلَيْكُمْ | sizin için |
|
3 | جُنَاحٌ | bir günah |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | تَبْتَغُوا | aramanızda |
|
6 | فَضْلًا | lutfunu |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | رَبِّكُمْ | Rabbinizin |
|
9 | فَإِذَا | zaman |
|
10 | أَفَضْتُمْ | ayrılıp akın ettiğiniz |
|
11 | مِنْ | -tan |
|
12 | عَرَفَاتٍ | Arafat- |
|
13 | فَاذْكُرُوا | anın (hatırlayın) |
|
14 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
15 | عِنْدَ | yanında |
|
16 | الْمَشْعَرِ | Meş’ar-i |
|
17 | الْحَرَامِ | Haram |
|
18 | وَاذْكُرُوهُ | O’nu anın |
|
19 | كَمَا | gibi |
|
20 | هَدَاكُمْ | sizi hidayet ettiği |
|
21 | وَإِنْ | ve |
|
22 | كُنْتُمْ | siz idiniz |
|
23 | مِنْ |
|
|
24 | قَبْلِهِ | O’ndan önce |
|
25 | لَمِنَ |
|
|
26 | الضَّالِّينَ | sapıklardan |
|
Ticaretten kazancın “Rabbinizden bir ihsan“ olarak nitelendirilmesi özellikle “kazandığınız her kuruşu size Rabbinizden bir iyilik olduğu için kazanıyorsunuz” fikrini sağlamlaştırmak içindir.
Arafat kelimesi, arefe fiilinden gelir.
Meş’ari’l Haram; Mina ve Müzdelife bölgeleridir. Meş’ar, şuur kelimesinin türevidir. Meş’ari’l Haram, şuurlu olduğumuz vakitler, yer demektir.
Hacca Allah’a ibadet için gitmiş olsanız da, orada ticaret yapmanızda sizin için bir günah yoktur.
Leyese ليس :
Değil/yok/mevcut olmamak anlamındaki لَيْسَ , muzari ve emir sigası bulunmayan yani câmid fiildir. İsim cümlesinden önce de fiil cümlesinden önce de gelebilir. لَيْسَ'nin olumsuzluğu şimdiki zaman içindir. (Arap Dilinde Edatlar-Dağarcık)
Kuran’ı Kerim’de fiil formunda 89 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Meş’ari’l Haram; Mina ve Müzdelife bölgeleridir. Meş’ar, şuur kelimesinin türevidir. Meş’ari’l Haram, şuurlu olduğumuz vakitler, yer demektir.
Sözlükte “bilmek, hissetmek” anlamındaki şuûr kökünden ism-i mekân olan meş‘ar (çoğulu meşâir) kelimesi, aynı kökten türeyen ve Allah’a kulluğun açık alâmet ve işaretleri olan “şeâirin, ibadetlerin eda edildiği yer” mânasına gelir. Meş‘ar, yine “bilmek” mânasındaki ilm kökünden türemiş ma‘lem (çoğulu meâlim) ile eş anlamlı olup her ikisi aynı zamanda “bir şeyin kendisiyle bilindiği işaret” karşılığında da kullanılır. Meş‘ar-i Haram terkibindeki harâm kelimesi, buranın Harem bölgesi içinde bulunduğunu veya hürmet gösterilmesi gereken bir yer olduğunu belirtir (https://islamansiklopedisi.org.tr/mesar-i-haram).
Efadtum kelimesinin kökü feyz olup suyun akıp taşması demektir. Feyyaz çok cömert demektir (çokça vermesi suyun akıp taşmasına benzetilmiştir). Ayette Arafat’tan inmek için efadtum denmiş, kalabalığın akın halinde inmesi suyun akışına benzetilmiştir.
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْۜ
لَیۡسَ nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. عَلَیۡكُمۡ car mecruru لَیۡسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. جُنَاحٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismidir. أَن ve masdar-ı müevvel, takdir edilmiş في harf-i ceriyle birlikte جُنَاحٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır. فَضۡلࣰا kelimesi تَبۡتَغُوا۟ fiilinin mef’ûlu olup fetha ile mansubtur. مِّن رَّبِّكُمۡ car mecruru تَبۡتَغُوا۟ fiiline veya فَضۡلࣰا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ
فَ istînâfiyyedir. إِذَاۤ şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. أَفَضۡتُم muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. أَفَضۡتُم sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُم fail olarak mahallen merfûdur. مِّنۡ عَرَفَـٰتࣲ car mecruru أَفَضۡتُم fiiline müteallıktır. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ٱذۡكُرُوا۟ fiili نَ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱللَّهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عِندَ mekân zarfı ٱذۡكُرُوا۟ fiiline müteallıktır. ٱلۡمَشۡعَرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ٱلۡحَرَامِ ise ٱلۡمَشۡعَرِ ’nin sıfatıdır.
وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ
وَ atıf harfidir. ٱذۡكُرُو fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
كَ harfi مثل (gibi) manasındadır. ما ve masdar-ı müevvel, كَ harfi ceriyle birlikte mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri: واذكروه ذكرا حسنا مثل هدايته لكم هداية حسنة (Sizin için hidayeti seçtiği gibi, O’nu güzel bir zikirle anın) şeklindedir. هَدَىٰ mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir كُمۡ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
إِن كُنتُم مِّن قَبۡلِهِ cümlesi hal olarak mahallen mansubtur.
وَ haliyyedir. إِن tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مِّن قَبۡلِهِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. لَ, farika (ayırt edici) lamıdır. اِنَّ ’den hafifletilen اِنْ ’in diğer اِنْ ’lerden ayırt edilmesi için, haberinin başına getirilir. Bunun için de adına ‘farika’ denmiştir. مِنَ ٱلضَّاۤلِّینَ car mecruru كَانَ’nin mahzuf haberine müteallıktır. ٱلضَّاۤلِّینَ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
Bir görüşe göre ayetin anlamı şöyledir: Sizi Hak dine hidayet ettiği için O’nu şükürle zikredin. Önceden bu hidayetin yolunu bilmiyordunuz. إِن edatı burada قَدْ anlamında kesinlik ifade etmektedir. لَ da pekiştirmek için gelmiştir. Bir görüşe göre buradaki إِن nefiy, لَ ise istisnadır. Bundan önce yolu şaşırmıştınız. اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا [Rabbimizin vaadi ancak gerçekleşecektir.] [İsrâ 17/108] Ayetinde de olduğu gibi. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلاً مِنْ رَبِّكُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nakıs fiil لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Menfi cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur olan لَیۡسَ ,عَلَیۡكُمۡ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. جُنَاحٌ kelimesi لَیۡسَ ‘nin muahhar ismidir.
Müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ... أَن تَبۡتَغُوا۟ فَضۡلࣰا cümlesi, أَن dolayısıyla masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cerle birlikte جُنَاحٌ ’nun mahzuf sıfatına müteallıktır.
رَّبِّ ismiyle izafeti nedeniyle كُمۡۚ zamiri, tazim ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet onlara destek ve teşvik ifade eder.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, رَّبِّ isminde tecrîd sanatı vardır.
Böyle takva hissi ile ihtiyaçlarınızı iyi hazırlamak ilâhî emir ve tam akıl gereği olduğu için, Rabbinizin herhangi bir lütuf ve ihsanını istemenizde size hiçbir vebal ve günah yoktur. Yani hac aylarında bile kazanç ve ticaretle rızıklarınızı, ihtiyaçlarınızı kazanmaktan yasaklanmış değilsiniz. Geçen emirlere uymak şartıyla hac ticarete, kazanca engel değildir. (Elmalılı)
فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ
فَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart fiili أَفَضۡتُم , şart manalı zaman zarfı إِذَاۤ ’nın muzâfun ileyhidir. Müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi olan ... فَٱذۡكُرُوا۟ ٱللَّهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Arafat, vakfeye durulan yerin adıdır. Kelime çoğul gibiyse de çoğul değildir. Bu, sırf anlamındaki manayı fazlalaştırmak için harfleri arttırılan kelimelerdendir. Bu ifade Arafat'ta vakfenin vacip olduğunu gösterir. (Ruhu’l-Beyan)
[Meş'ar-i Harâm'da Allah'ı zikredin…] yani; Meş'ar-i Harâm'da dua ve telbiye getirmek suretiyle Allah'ı anın, demektir. Meş'ar-i Harâm'a "Cem’'" ismi de verilir. Çünkü orada akşam ve yatsı namazları birlikte (cem' ile) kılınır. Bu açıklamayı Katâde yapmıştır. Bir görüşe göre de Âdem, Havva ile birlikte orada bir araya geldiğinden Cem' adını aldığı, orada ona yaklaştığından (izdilâf) dolayı da Müzdelife ismini almıştır. (Kurtubî)
وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ
Ayetin son cümlesi وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَ teşbih harfi, مَا masdariyyedir. Cümlede temsilî teşbih sanatı vardır. ٱذۡكُرُوهُ müşebbeh, هَدَىٰكُمۡ müşebbehu bihdir.
... إِن كُنتُم مِّن قَبۡلِهِۦ cümlesi وَ ’la gelmiş hal cümlesidir. إِن nefy manasındadır. لَ ise, إِن nin nafiye olduğunu beyan içindir.
كان ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِّن قَبۡلِهِ ’nin müteallakı olan hal ve مِنَ ٱلضَّاۤلِّینَ ’in muteallakı olan كان ‘nin haberi mahzuftur.
Hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâbdır.
ٱلضَّاۤلِّینَ - هَدَىٰكُمۡ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
[Sonra, Arafat'tan akıp gittiğinizde] yani arefe günü [Arafat dağında cemaatle birlikte vakfeden boşanıp aktığınızda, Meş'ar-i Harâm yanında] yani Müzdelife'de [Allah'ı zikredin] ki bu gece, akşam ve yatsı namazlarının burada birlikte kılınması bu zikir emrinin yerine getirilmesidir. Çünkü namaz en büyük zikirdir. Bundan başka ve Allah size böyle güzel hidayetler bahşettiği gibi, siz de orada vakfe yapıp telbiye, tehlil ve dualarla, bilebildiğiniz güzel güzel zikirlerle O'nu anın. Bilirsiniz ya siz bundan önce sapkınlıklar içindeydiniz. İman ve ibadetten haberiniz yok, ne yaptığını bilmez şaşkınlar topluluğundandınız. Arafat: Arefe günü hacıların vakfeye durdukları dağın adıdır ki Mekke'ye on iki mil mesafededir ve oradaki dağların en yükseğidir. Zilhiccenin sekizinci gününe "terviye günü" dendiği gibi, dokuzuncu gününe de "arefe günü" denir ve bu gün Arafat'ta vakfeye çıkılır. (Elmalılı)
[O’nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.] Yani onu size öğrettiği şekilde dillerinizle zikredin. Önceden bu konuda doğru yolda değildiniz. Bir görüşe göre ayetin anlamı şöyledir: ‘’Sizi Hak dine hidayet ettiği için O’nu şükürle zikredin. Önceden bu hidayetin yolunu bilmiyordunuz.’’ إِن edatı burada قد anlamında kesinlik ifade etmektedir. لَ da pekiştirmek için gelmiştir. Bir görüşe göre buradaki إِن nefy, لَ ise istisnadır. [Bundan önce yolu şaşırmıştınız.] Önceden, yani hidayet edilmeden önce bu haldeydiniz. Bu durum [Sizi hidayet ettiği gibi] ifadesinin delaletiyle sabittir. Zikir ifadesini lisana hamledenler tekrarın tekit için olduğunu söylerler. Birincisi genel bir zikretme emri, ikincisi ise onu gerektiren sebebi ve nasıl olacağını da açıklayarak daha tafsilatlı bir zikretme emridir. Çünkü bu, zikri nimetlerin sürekli olması sebebiyle devamlı şükre bağlayan bir emirdir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
ثُمَّ اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | أَفِيضُوا | siz de akın edin |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | حَيْثُ | yerden |
|
5 | أَفَاضَ | akın ettiği |
|
6 | النَّاسُ | insanların |
|
7 | وَاسْتَغْفِرُوا | ve mağfiret dileyin |
|
8 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
9 | إِنَّ | şüphesiz |
|
10 | اللَّهَ | Allah |
|
11 | غَفُورٌ | Gafurdur |
|
12 | رَحِيمٌ | Rahimdir |
|
Kureyş Arafat’a çıkmazmış. Biz Allah’ın has kullarıyız derlermiş. Tıpkı Yahudiler gibi. Mina’ya gidip oradan dönerlermiş. Bu ayet onunla ilgilidir. Hacca gelenler kendi kıyafetleriyle tavaf etmek istemezlermiş. Günah işledikleri elbiselerle tavaf etmemiş olmak için. Ya çıplak tavaf ediyorlar, ya da Mekkelilerin kıyafetlerini kiralıyorlar. Mekkeliler sürekli orada oldukları için daha ayrıcalıklı!
Bu ayette cemaat ruhunun öneminden bahsedilmiş oluyor.
ثُمَّ اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. أَفِیضُوا۟ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ حَيْثُ car mecruru أَفِیضُوا۟ fiiline müteallıktır. حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur. أَفَاضَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. أَفَاضَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ٱلنَّاسُ fail olup lafzen merfûdur.
وَٱسۡتَغۡفِرُوا۟ ٱللَّهَ cümlesi atıf harfi وَ ’la أَفِیضُوا۟ ’ya atfedilmiştir. ٱسۡتَغۡفِرُوا۟ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱللَّهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
ثُمَّ اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ
Ayet ثُمَّ ile وَاذْكُرُوهُ cümlesine atfedilmiştir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekân zarfı أَفَاضَ ٱلنَّاس , حَیۡثُ cümlesine muzâf olmuştur. Bu izafet, az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.
Yine emir üslubunda inşâî isnad olan وَٱسۡتَغۡفِرُوا۟ ٱللَّهَۚ cümlesi makabline matuftur.
أَفِیضُوا۟ - أَفَاضَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.[Diğer insanlar gibi siz de Arafat’tan dönün.] Bu aslında Arafat’ta vakfe yapma konusunda bir emirdir. “Sonra” anlamına gelen ثُمَّ kelimesi burada sıralama anlamı taşımaz. Çünkü Arafat’taki vakfe Müzdelife’den sonra değildir. Burada ثُمَّ kelimesi “birlikte” anlamındadır ve sadece iki cümleyi birbirine bağlamak için kullanılmıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
[Sonra, siz de insanların dağıldıkları yerden dağılın] ; dağılmanız Müzdelife ’den değil; insanların dağıldığı yerden olsun! Bu emrin sebebi, dindar hamaset erbabının yani Kureyş kabilesi ile aşağı boylarının, insanlara üstünlük ve büyüklük taslamaları, vakfe mahallinde insanlarla aynı seviyede olmayı gururlarına yedirememeleri ve; “Biz Allah adamlarıyız ve O’nun Harem’inin yerlileriyiz. Dolayısıyla oradan çıkmayız!” demeleri ve diğer insanlar Arafat ’da vakfe yaparken onların her yerde vakfe yapmalarıydı. (Keşşâf)
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ayetin son cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Fasıl nedeni şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümlesidir. Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafızlarında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz ve teberrük içindir.
Allah'ın رَّحِیمࣱ , غَفُورࣱ sıfatlarının nekre gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu cümle 182. ayetteki tezyîl cümlesinin tekrarıdır. İki ayet arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Şüphe yok ki Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Siz bağışlanma dilerseniz, rahmetiyle O günahlarınızı bağışlar da muhaliflere mahsus olan azabından korur. (Elmalılı)فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِذَا | zaman |
|
2 | قَضَيْتُمْ | bitirince |
|
3 | مَنَاسِكَكُمْ | ibadetlerinizi |
|
4 | فَاذْكُرُوا | anın |
|
5 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
6 | كَذِكْرِكُمْ | andığınız gibi |
|
7 | ابَاءَكُمْ | atalarınızı |
|
8 | أَوْ | veya |
|
9 | أَشَدَّ | daha kuvvetli |
|
10 | ذِكْرًا | bir anışla |
|
11 | فَمِنَ |
|
|
12 | النَّاسِ | insanlardan |
|
13 | مَنْ | kimi |
|
14 | يَقُولُ | der ki |
|
15 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
16 | اتِنَا | bize ver |
|
17 | فِي |
|
|
18 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
19 | وَمَا | ve yoktur |
|
20 | لَهُ | onun |
|
21 | فِي |
|
|
22 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
23 | مِنْ | hiçbir |
|
24 | خَلَاقٍ | nasibi |
|
“Babalarınızı andığınız gibi”
Arafata çıkmayan Kureyşliler Mina’da oturur ataları hakkında şiirler okur ve adeta film seyreder gibi, o zamanın en gözde konusu olan ataları, babaları hakkında hikayeler anlatırlardı birbirlerine. Çok sevdiğiniz birşey hakkında sohbet ederken saatlerin nasıl geçtiğini anlamazsınız. Şimdi bizim için “اٰبَاءَ” moda, çocuklar, spor, haberler, teknoloji vs. Oldu. Bunlar hakkında konuşurken heyecanla, istekle konuşuyoruz. Ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. İşte beni de böyle heyecanla, şevkle, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan saatlerce anın diyor Allah..
فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ
فَ istînâfiyedir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. قَضَیۡتُم fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مَّنَـٰسِكَكُمۡ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ٱذۡكُرُوا۟ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ٱللَّهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. كَ harf-i cerdir, مثل (gibi) manasındadır. Amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri اذكروا الله ذكرًا مثل ذكركم آباءكم (atalarınızı andığınız gibi hatta ondan da daha çok Allah’ı anın.) şeklindedir. ذِكۡرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ءَابَاۤءَ mef’ûlun bihtir. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
أَوۡ أَشَدَّ ذِكۡرࣰا ibaresi, كَذِكۡرِكُمۡ ibaresinde anmanın izafe edildiği şeye [mecrûr olan كُمۡ zamirine] atfedilmek üzere mahallen mecrûrdur. Bu senin; كَذِكْرِ قُرَيْشٍ ءَابَاۤءَهُمْ اَوْ قَوْمٍ اَشَدَّ مِنْهُمْ ذِكْرًا [Kureyş ’in, kendi atalarını anması veya onlardan daha kuvvetli anan bir kavmin anması gibi] demene benzer. Yahut ءَابَاۤءَكُمۡ üzerine atfedilerek nasb mahallinde değerlendirilir ki, ذِكۡرࣰا mastarının ‘anılan’ın fiili olmasına binaen mana; “babalarınızın anılmasından daha kuvvetli bir anışla...” şeklindedir. (Keşşâf)
ذِكۡرࣰا temyiz olup fetha ile mansubtur.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Bu ayetin manası şudur: Çocuğun babasının adını söylemesi gibi siz de benim adımı söyleyin. Bebek ilk konuşmaya başlayınca önce babasının adını söyler ve “Baba! Baba!” der. Müslümanın da daima “Ya Rab! Ya Rab!” demesi gerekir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ
فَ istînâfiyyedir. مِنَ النَّاسِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Mekulü’l-kavl cümlesi رَبَّنَاۤ ءَاتِنَا فِی ٱلدُّنۡیَا ‘dir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. یَقُولُ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
Nidanın cevabı ءَاتِنَا فِی ٱلدُّنۡیَا ‘dır. ءَاتِنَا illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِی ٱلدُّنۡیَا car mecruru mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri آتنا نصيبنا حاصلا في الدنيا (dünyada hasıl olan nasibimizi bize ver) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُۥ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. فِي الْاٰخِرَةِ mahzuf hale müteallıktır. مِنْ harfi zaiddir. خَلَاقٍ۠ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْراًۜ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müsbet fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesi olan ...قَضَیۡتُم aynı zamanda إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
Rabıta harfi فَ ’nin dahil olduğu ...فَٱذۡكُرُوا۟ ٱللَّهَ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede mücmel temsili teşbih vardır. Çünkü teşbih edatı zikredilmiştir ve vech-i şebeh mürekkebdir. كَذِكۡرِكُمۡ ءَابَاۤءَكُمۡ müşebbehün bih, فَٱذۡكُرُوا۟ ٱللَّهَ müşebbehdir.
فَٱذۡكُرُو- كَذِكۡرِكُمۡ - ذِكۡرࣰاۗ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, bütün kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
فَٱذۡكُرُوا۟ lafzında irsâd sanatı vardır.
117. ayette قَضَیۡ fiili Allah Teâlâ için kullanılmıştı. Bu ayette insanlar için kullanılmış, tamamlama manası ifade etmiştir. ‘’Hac ibadetlerinizi tamamladığınız zaman’’ demektir.
مَّنـسك ve مَّنَـٰسِكَ kelimelerinin kökü olan نسك , düzenlemek ve sıra oluşturmak demektir. Burada hac ile ilgili ibadetler için kullanılmıştır. Çünkü onların belli bir sırayla yapılması gerekir.
Sonra hacla ilgili ibadetlerinizi bitirdiğinizde, önceden atalarınızı anıp zikrettiğiniz gibi şimdi de öyle ve hatta daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı zikrediniz. Bu zikir emri de haccın arkasından Mina günlerine işarettir. İslam'dan önce Araplar, âdetleri üzerine hac ibadetlerini bitirdikten sonra Mina'da mescid ile dağ arasındaki yerde dururlar, atalarının övgülerini ve özel günlerini anıp hatırlarlardı. Bunun yerine şimdi Mina'da Allah'ın zikri ile meşgul olmak emredilerek o adetin kaldırılmasına ve bundan başka hacdan alınan kutsal uyanışın devamının gerektiğine işaret buyuruluyor ki şeytan taşlamak ve tekbirler almak, bunun son ve seçkin bir hatırasıdır. Bu şekilde kelime-i tevhiddeki şirki kaldırma manası, bütün amelî gerekleriyle yapılarak gösterilmiş olmaktadır. (Elmalılı)
أَوْ أَشَدَّ ذِكْراً ifadesinde aklî mecaz vardır. Yani ذِكْراً kelimesi isi fail olan ذاكر anlamında kullanılmıştır.
مِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ
فَ istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنَ ٱلنَّاسِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَن , cümlenin muahhar mübtedasıdır.
Mevsûlün sılası ... یَقُولُ , müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi ise, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi, nida edilene yakınlık arzusuna binaen hazfedilmiştir .
Nidanın cevabı olan ...ءَاتِنَا cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua maksadıyla söylenmiş olması hasebiyle vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
فِی ٱلدُّنۡیَا car mecruru ءَاتِنَا fiilinin mef’ûlünün mahzuf haline müteallıktır.
Ayetin son cümlesi olan وَمَا لَهُۥ فِی ٱلۡـَٔاخِرَةِ مِنۡ خَلَـٰقࣲ haldir veya istînâfa matuftur. Menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur olan لَهُ , mahzuf mukaddem habere, فِی ٱلۡـَٔاخِرَةِ ise mahzuf hale müteallıktır. مِنۡ , tekid ifade eden zaid harftir. خَلَـٰقࣲ , lafzen mecrur mahallen merfu olarak muahhar mübtedadır.
ٱلدُّنۡیَا - ٱلۡـَٔاخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مِنۡ ve مَن kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Öyle insanlar var ki; Bize dünyada ver,] yani bize vereceğini tamamen dünyaya tahsis et der; [onların ahirette nasibi yoktur.] Yani hiçbir nasip talepleri yoktur. Yahut şu [dünyalık için] isteyip duranın ahirette hiçbir nasibi yoktur. Çünkü onun amacı dünyaya münhasırdır. (Keşşâf)
[Bunların ahirette nasibi yoktur.] Burada geçen خَلَـٰقࣲ kelimesi nasip ve pay anlamındadır. Bu kimselerin kim olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazıları şöyle demişlerdir: Bu kişiler kâfirlerdir. Onlar Kâbe’yi tazim eder, oraya gelip hac yaparlar, bu sırada ahiret için değil dünyalıklar için dua ederlerdi. Çünkü ölümden sonra dirilmeyi inkâr ediyorlardı. Bunun üzerine Allah onların ahirette müminlerin erişeceği cennet ve diğer nimetlerden hiçbir paylarının bulunmadığını haber vermiştir. Bazılarına göre burada kastedilenler ahiret için hiçbir şey istemeyip sadece dünyalık isteyen müminlerdir. Böyle bir şey aslında günahtır. Çünkü kutsal mekânlarda Allah’tan sadece geçici dünyalık istemişler, ahiret nimetinden gafil kalmışlardır. “Onların ahirette hiçbir nasibi yoktur.” ifadesinden “(bu yaptıklarına) tövbe edenler dışında” veya bir görüşe göre “Allah’ın affetmesi dışında” şeklinde bir istisna yapılmıştır. Ayrıca ayet “Allah’tan ahireti dileyenler gibi bir nasipleri yoktur.” şeklinde de tefsir edilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
خَلَـٰقࣲ hisse manasındadır. Yaratmak fiilinden türemiş bir kelimedir. Başka yerlerde bu manada نَصِیبࣱ , حظ kelimeleri geçmiştir. Burada sanki bizim dünyada yaptığımız şeyin karşılığı olduğunu vurgulamak için خَلَـٰقࣲ kelimesi kullanılmıştır. Yani biz dünyadaki davranışımızla ahiretteki nasibimizi yaratıyoruz. خَلَـٰقࣲ ’ın burada kullanılması, ahireti unutup da dünyaya çalıştığımız için ahirette de karşılığında birşey oluşmamış gibidir. 202. ayette ise نَصِیبࣱ kelimesi gelmiştir. İkisini birden isteyen kişi için ahirette hisse vardır.وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
2 | مَنْ | kimi de |
|
3 | يَقُولُ | derki |
|
4 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
5 | اتِنَا | bize ver |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الدُّنْيَا | dünyada da |
|
8 | حَسَنَةً | güzellik |
|
9 | وَفِي |
|
|
10 | الْاخِرَةِ | ahirette de |
|
11 | حَسَنَةً | güzellik |
|
12 | وَقِنَا | ve bizi koru |
|
13 | عَذَابَ | azabından |
|
14 | النَّارِ | ateş |
|
Cemal dış güzelliktir.
Hüsn, hem iç hem dış güzelliği ifade eder ..Yani bana hem dünyamı hem ahiretimi inşa edecek, ahiretimi güzelleştirecek şeyleri ver anlamındadır buradaki dua. En kısa ve kapsamlı dua ayetidir.
Önceki ayetle arasında mukabele vardır. Hasene, nekre gelmiş, burada çokluk ifade etmiş olabilir.
Cemal dış güzelliktir. Hüsn, hem iç hem dış güzelliği ifade eder. Dolayısıyla ayetteki dua 'Bana hem dünyamı hem ahiretimi inşa edecek, ahiretimi güzelleştirecek şeyleri ver' anlamındadır.
Qınâ kelimesi kı (قِ) ve nâ (نَا) kelimelerinden oluşmuş olup قِ ‘koru’, نَا 'bizi' demektir. قِ kelimesinin kökü veqâ (وقى) dır. Mastarı olan viqâye, bir şeyi, onu rahatsız edecek ve ona zarar verecek şeylerden korumak demektir. Takva da insanın kendi canını korkulan şeylerden sakındırmasıdır. Gerçek anlamı budur.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
وَ atıf harfidir. مِنَ النَّاسِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Mekulü’l-kavl cümlesi رَبَّنَاۤ ءَاتِنَا فِی ٱلدُّنۡیَا ‘dir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. یَقُولُ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
Nidanın cevabı ءَاتِنَا فِی ٱلدُّنۡیَا ‘dır. ءَاتِنَا illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِی ٱلدُّنۡیَا car mecruru fiilini mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri آتنا نصيبنا حاصلا في الدنيا (dünyada hasıl olan nasibimizi bize ver) şeklindedir. حَسَنَةࣰ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. فِی ٱلۡـَٔاخِرَةِ cümlesi فِی ٱلدُّنۡیَا’ya atfedilmiştir.
قِنَا عَذَابَ ٱلنَّارِ cümlesi atıf harfi وَ’la ءَاتِنَا’ya atfedilmiştir. قِ illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَذَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ٱلنَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Ayet, öncesine tezayüf sebebiyle atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنۡهُم mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَن , cümlenin muahhar mübtedasıdır.
Mevsûlün sılası ... یَقُولُ müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi ise, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi, nida edilene yakınlık arzusuna binaen hazfedilmiştir .
Nidanın cevabı olan ...ءَاتِنَا cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua maksadıyla söylenmiş olması hasebiyle vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
فِی ٱلدُّنۡیَا car mecrur ءَاتِنَا fiilinin mef’ûlünün mahzuf haline müteallıktır.
Mef’ûl olan حَسَنَةࣰ önemine binaen tekrarlanmıştır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Kelimede tenvin, kesret ve nev ifade eder.
ٱلدُّنۡیَا - ٱلۡـَٔاخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Son cümle olan وَقِنَا عَذَابَ ٱلنَّارِ , makabline matuftur. Cümleler arasında inşâî olma bakımından ittifak vardır.
Ayette, inananların Rablerinden istediklerini dünyada ve ahirette olmak üzere açıklamaları taksim sanatıdır.
Önceki ayetteki فَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن یَقُولُ رَبَّنَاۤ ءَاتِنَا فِی ٱلدُّنۡیَا cümlesi ile وَمِنۡهُم مَّن یَقُولُ رَبَّنَاۤ ءَاتِنَا فِی ٱلدُّنۡیَا حَسَنَةࣰ cümlesi arasında latif bir mukabele sanatı vardır. (Safvetü't Tefâsir)
[Bizi ateşin azabından koru.] Yani ‘’bizi cehennem azabından koru.’’ Burada geçen وقي (koruma) fiili iki mef‘ûl alır. عَذَابَ kelimesi ikinci mef‘ûldür. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
جمل dış güzelliktir. حَسَنَ , hem iç hem dış güzelliği ifade eder. Yani bu dua: ‘’bana hem dünyamı hem ahiretimi inşa edecek, ahiretimi güzelleştirecek şeyleri ver’’ anlamındadır. En kısa ve kapsamlı dua ayetidir.
Önceki ayetle arasında mukabele vardır. Hasene nekre gelmiş, tazim ve kesret ifade etmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Yukardaki ayette “bize dünya da ver” diyenlere “ahirette nasip yoktur“ demişti Allah teala.
Burada hem dünya, hem ahiret için iyilik isteyenlere “kazandıkları şeyden nasip vardır” diyor. Yani istedik ve bitmedi. Gayret edip çalışacağız ve kazandığımız amellerimizden nasipleneceğiz inşallah. Ayetler hac ile ilgiliydi ve hac kıyamet gününün bir simulasyonudur. Bütün insanlar bir arada Allahtan af ve bağışlanma dilerler. Ayetin de ”Allah hesabı pek çabuk görendir“ şeklinde bitiyor olması hesabı ve ahireti hatırlatmak içindir.
Kesb, faydası ve zararıyla failine ait bir fiildir. Kesb “amile, feale” gibi değil, sanki daha planlı bir şekilde yapma manası taşır. Burada; yapılan dualar manasında kullanılmıştır.
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمۡ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. نَصِیبࣱ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlü مِنْ harf-i ceriyle birlikte نَصِیبࣱ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبُوا۟ۚ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَسَبُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. سَرِیعُ haberdir. ٱلۡحِسَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda olan işaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ‘nin haberi, isim cümlesi olarak gelmiştir. ... لَهُمۡ نَصِیبࣱ cümlesi haberdir. Haber cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Muahhar mübteda olan نَصِیبࣱ ‘ un nekre gelmesi onlara Allah tarafından olan nasibin tarifi mümkün olmayan vasıflarda olduğuna işaret eder.
Müsnedün ileyhin, uzağa mahsus ism-i işaretle marife olması ahirete inananların şanının yüceliğini vurgulamak ve onların durumuna gereken önemin verildiğini göstermek içindir.
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ [İşte] iki güzelliği isteyen bu kimselerin مِّمَّا كَسَبُوا۟ۚ [kazandıkları şeylerden] güzel menfaatler demek olan sevap anlamındaki güzel amellerle ilgili kazandıkları şeylerin cinsinden لَهُمۡ نَصِیبࣱ [nasipleri vardır]. Yahut “kazandıklarından ötürü...” demektir ki, bunun örneği مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ اُغْرِقُوا [Kendi yanlışları yüzünden suda boğuldular…] (Nuh 71/25) ayetidir. Yahut ‘’İstediklerinin bir kısmından nasipleri vardır ki, biz o istediklerinden dünyada maslahatları, ahirette de hak ettikleri ölçüsünde kazandıklarını kendilerine veririz’’ demektir. Burada duadan “kazanç / كَسَبُ” diye bahsedilmesi, duanın amellerden sayılması sebebiyledir. Ameller de “kazanç” ile sıfatlanır ki, bunun delili وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ [Başınıza her ne musibet gelirse] kendi kesb ettikleriniz [yaptıklarınız] yüzündendir] (Şûra 42/30) ayetidir. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ [İşte bunlar] işaret zamirinin her iki fırkaya birden ait olması ve her fırka için kazandıklarının cinsinden nasiplerinin olması da caizdir.
وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Müstenefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda, سَرِیعُ haberdir. Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan Allah ismiyle gelişi, telezzüz ve teberrük içindir.
Cümle, faide-i haber talebî kelamdır. Haberin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacının yanında tahsis ifade eder. Hesabın süratli görülüşü Allah’a hasredilmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bir görüşe göre [Hesabı pek çabuk görendir] ifadesi “Allah Teâlâ’nın kullarını hesaba çekmesi mutlaka gerçekleşecektir, hatta bunun olması çok yakındır.” anlamına gelir. Başka bir yorum şöyledir: ‘’Allah Teâlâ hesabı çabucak görendir. Çünkü hiçbir şey O’nu oyalamaz. Herkesi bir anda hesaba çekiverir.’’ Ayetin bir başka tefsiri de şöyledir: ‘’Allah hesabı hızlıca görecektir. Çünkü o gün kendisine hiçbir itiraz söz konusu olmayacaktır. Herkes amel defterini elinde getirecek, herkesin karşılığı belli olacaktır ve hak ettiği şekilde hesabı görülecektir.’’ (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)Hac, dünyadaki hiçbir şeye benzemez. Yalnız, Allah’ın emrettiği şekilde, Allah’a ibadet edersin. Aynı anda, aynı amaç uğruna, aynı hedefe doğru hareket edersin.
Vazifelerini tek tek sabırla yerine getirirsin. Zorlu bir yolculuktur ama beraberinde olan ve geçmiş cemaatler teşvik eder seni. Yaşlı amca ve teyzeleri gördükçe dinçleşirsin. Çocukları gördükçe neşelenirsin.
Hz. İbrahim (as) ve oğlu hz. İsmail’i ve hz. Hacer’i hatırlarsın. Hz. İbrahim’in güzel dualarına ortak olabilmek umuduyla. Ve üçündeki tevekküle sahip olabilmek hayaliyle.
Peygamber Efendimiz (sav)’i ve ashabını düşünürsün. Yürüdüğün her yola bir başka gözle bakarsın. Gözlerin güzellikleri seçer sadece. Alışkın olmadığın tavır ve hallerde bile bir güzellik vardır. Çünkü oradasındır. Çünkü ölü köpeğin güzel dişlerini gören Peygamberin ümmetinden olmak ve mahşerde beraber huzura çıkmak duasındasındır.
Allahım! Haccı eda etmiş kullarının haclarını kabul buyur. Kabul ettiğin haccın bereketini, dünya ve ahirette karşılarına çıkar. Henüz gidememiş kullarına da, huzuruna gelmeyi nasip et.
Allahım! Gidipte değer bilmeyenlerden, görüpte anlamayanlardan ve yükü günahta ağır ama eli boş dönenlerden olmaktan koru.
Allahım! Bize dünyada da, ahirette de iyilik ver. Mahşer günü, huzuruna razı olduğun kulların olarak gelmemizi nasip et. Kitabı sağ eline verilenlerden, yüzü aydınlananlardan, sevdiklerine kavuşanlardan, Allah’a teslim olanlarla beraber akın akın cennetine koşanlardan olmamızı nasip et.
Sev bizi Rabbim. Cennetinle sevindir bizi. Meleklerine ve salih kullarına sevdir bizi.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji