فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | فَصَلَ | ayrıldığında |
|
3 | طَالُوتُ | Talut |
|
4 | بِالْجُنُودِ | ordularla |
|
5 | قَالَ | dedi ki |
|
6 | إِنَّ | şüphesiz |
|
7 | اللَّهَ | Allah |
|
8 | مُبْتَلِيكُمْ | sizi deneyecektir |
|
9 | بِنَهَرٍ | bir ırmakla |
|
10 | فَمَنْ | kim |
|
11 | شَرِبَ | içerse |
|
12 | مِنْهُ | ondan |
|
13 | فَلَيْسَ | değildir |
|
14 | مِنِّي | benden |
|
15 | وَمَنْ | ve kim |
|
16 | لَمْ |
|
|
17 | يَطْعَمْهُ | ondan tadmazsa |
|
18 | فَإِنَّهُ | şüphesiz o |
|
19 | مِنِّي | bendendir |
|
20 | إِلَّا | dışında |
|
21 | مَنِ | kimsenin |
|
22 | اغْتَرَفَ | avuçlayan |
|
23 | غُرْفَةً | bir avuç |
|
24 | بِيَدِهِ | eliyle |
|
25 | فَشَرِبُوا | hepsi içtiler |
|
26 | مِنْهُ | ondan |
|
27 | إِلَّا | hariç |
|
28 | قَلِيلًا | pek azı |
|
29 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
30 | فَلَمَّا | nihayet |
|
31 | جَاوَزَهُ | (ırmağı) geçince |
|
32 | هُوَ | o (Talut) |
|
33 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
34 | امَنُوا | iman eden |
|
35 | مَعَهُ | beraberindekiler |
|
36 | قَالُوا | dediler |
|
37 | لَا |
|
|
38 | طَاقَةَ | gücümüz yok |
|
39 | لَنَا | bizim |
|
40 | الْيَوْمَ | bugün |
|
41 | بِجَالُوتَ | Calut’a |
|
42 | وَجُنُودِهِ | ve askerlerine karşı |
|
43 | قَالَ | dedi |
|
44 | الَّذِينَ | kimseler |
|
45 | يَظُنُّونَ | kanaat getiren |
|
46 | أَنَّهُمْ | elbette onların |
|
47 | مُلَاقُو | kavuşacaklarına |
|
48 | اللَّهِ | Allah’a |
|
49 | كَمْ | nice |
|
50 | مِنْ |
|
|
51 | فِئَةٍ | topluluk |
|
52 | قَلِيلَةٍ | az olan |
|
53 | غَلَبَتْ | galib gelmiştir |
|
54 | فِئَةً | topluluğa |
|
55 | كَثِيرَةً | çok olan |
|
56 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
57 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
58 | وَاللَّهُ | Allah |
|
59 | مَعَ | beraberdir |
|
60 | الصَّابِرِينَ | sabredenlerle |
|
Uzun süre susuz kalan kimsenin birden çok su içmesi vücuda zarar verir. Çok su içenler güçsüzlük hissettiler, bir avuçtan fazla su içmeyenlerde ise bu sorun yaşanmadı.
Yapamayacağına inananlar yapamaz. Yapmak istediğimiz şeylerde mazeret üretmeyelim, sonuca odaklanalım, gayret bizden tevfik Allah'tandır. Biz sonuçtan değil, gayretten sorumluyuz.
Allah yolunda savaşmak istediklerini söylemişlerdi. Allah da onlara Talut’u komutan olarak gönderdi. Nehirden geçecek olmaları/geçmeleri savaş alanında ihtiyaçları olacak sadakatin testi ve bir askeri eğitimdir. Disiplin olmazsa savaşamazsınız. Verilen konutlara uymanız gerekir.
Nehirden hem içmekten hem tatmaktan bahsediyor. Tatmak, nehirden balık vs gibi avlayarak yemek olabilir. İkisini de yasaklıyor. Hatırlayın Uhud’da sevgili peygamberimiz okçulara “Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin yaban kuşlar (akbabalar) tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız” dediği halde düşmanın herşeyini bırakıp kaçtığını görünce ”Bu iş tamam, savaş bizim lehimize bitti!” diye düşünüp yerlerini terkederek çok stratejik bir hata yaptılar.
Dünya hayatını bir nehir olarak görürsek ondan da ne kadar faydalanacagımız ne kadar içip, tadacağımız da savaştaki performansımızı gösterecek, belki ahireti kazandıracak belki kaybettirecek şeklinde de okuyabiliriz ayeti...
Komutları net veriyor Kur’ân...
Geçilecek nehirden içmemek ve yememek bir nevi oruç gibi. Yani sanki savaş öncesi oruç tutuyorlar. Bedir Savaşı da Ramazan ayında olmuştu. Yani müslümanlar da savaş öncesi oruçluydu.
Bu ayetler sadece Calut’un ordusuyla savaşmaya giden İsrailloğullarının tarihi değil, Bedir savaşının arefesindeki müslümanlara nasıl davranmaları gerektiğini anlatan derslerdir.
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ
Ayet atıf harfi فَ ile mukadder mahzuf cümleye atfedilmiştir. Takdiri فأقروا بملكه وتنادوا إلى الجهاد (Böylece onun krallığını kabul ettiler ve cihada çağırdılar.) şeklindedir. Bu atfın sebebi melikin gönderilmesinin savaş için olmasıdır.
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. قَالَ fiiline müteallıktır. Şart fiili فَصَلَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Fetha üzere mazi fiildir. طَالُوتُ faildir. بِٱلۡجُنُودِ car mecruru فَصَلَ fiiline müteallıktır. Şartın cevabı قَالَ ’dir. Fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l kavl cümlesi إِنَّ ٱللَّهَ مُبۡتَلِیكُم ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli, إِنَّ ’nin ismidir. مُبۡتَلِی kelimesi إِنَّ ’nin haberidir. ی üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِنَهَرࣲ car mecruru مُبۡتَلِیكُم ‘e müteallıktır. فَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. شَرِبَ şart fiili olup mahallen meczumdur. Faili müstetir هُو ’dir. مِنۡهُ car mecruru شَرِبَ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَّیۡسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَیۡسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنِّی car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, مَن ’in haberidir.
وَ atıf harfidir. مَنْ şart harfi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ fiili مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. یَطۡعَمۡ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. هُۥ muttasıl zamiri إِنَّ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. مِنِّیۤ car mecruru إِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. إِلَّا istisna edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , istisna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası ٱغۡتَرَفَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. ٱغۡتَرَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. غُرۡفَةَۢ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. بِیَدِ car mecruru ٱغۡتَرَفَ fiiline veya غُرۡفَةَ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِۦ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. شَرِبُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنۡهُ car mecruru شَرِبُوا۟ fiiline müteallıktır. إِلَّا istisna harfidir. قَلِیلࣰا kelimesi فَشَرِبُوا۟ مِنۡهُ sözünden müstesna olup fetha ile mansubtur. مِّنۡهُمۡ car mecruru قَلِیلࣰا’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ
فَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. Şart fiili جَاوَزَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُۥ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. هُوَ munfasıl zamiri, جَاوَزَ’deki gizli zamiri tekid etmek içindir. Mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ , munfasıl zamir هُوَ’ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. Fiil damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekân zarfı مَعَ kelimesi, ءَامَنُوا۟ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُۥ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı قَالُوا۟ ’dur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. طَاقَةَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. لَنَا car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. ٱلۡیَوۡمَ zaman zarfı لَا ’nın haberine müteallıktır. بِجَالُوتَ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. جَالُوتَ kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. جُنُودِهِ kelimesi بِجَالُوتَ matuftur.
قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası یَظُنُّونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. یَظُنُّونَ muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. أَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَظُنُّونَ fiilinin iki mef‘ûlu yerindedir. أَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. هُم muttasıl zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. مُلَاقُوا haberidir. Aynı zamanda muzâftır. ٱللَّهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi كَم مِّن فِئَةࣲ قَلِیلَةٍ ’dir. كَمْ sükun üzere mebni haberiyyedir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. مِّن فِئَةࣲ car mecruru كَمْ ’in temyizidir. قَلِیلَةٍ ise فِئَةࣲ ’in sıfatıdır. غَلَبَتۡ fiili كَمْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. فِئَةࣰ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. فِئَةࣲ insan topluluğudur. "الفَيْءِ" den türemiştir. (Âşûr)
كَثِیرَةَ ise فِئَةࣰ ‘in sıfatıdır. بِإِذۡنِ car mecruru غَلَبَتۡ fiiline müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَم مِّن فِئَةࣲ قَلِیلَةٍ غَلَبَتۡ فِئَةࣰ كَثِیرَةَۢ بِإِذۡنِ ٱللَّهِ [Nice az sayıdaki tâife çok kalabalık tâifeyi yenmiştir.] Burada كَمْ çokluk anlatan bir kelimedir. مِنْ de vurgulama ifade eder. فِئَةٍ grup, tâife demektir. Bunun aslı فَأَوْتُ رَأْسَهُ فَأْوًا [başını kesti] ifadesinden gelir. İnsan taifesi, insanlardan oluşan gruptur. Bir görüşe göre dönmek anlamına gelen اَلْفَيْءَ kökünden gelir. Onlar bir iş için hareket eden topluluklardır. Zafer kazanmak için uğraşırlar. Birinci görüşe göre illet harfi sondan hazfedilmiştir. İkincisine göre ortasından hazfedilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Mekân zarfı مَعَ mahzuf habere müteallıktır. ٱلصَّـٰبِرِینَ muzâfun ileyhtir. Cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
ٱلصَّـٰبِرِینَ kelimesi sülâsî mücerred olan صبر fiilinin ism-i failidir. İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ
Ayet mahzuf bir cümleye فَ ile atfedilmiştir. Takdiri …فأقروا بملكه ، وتنادوا إلى الجهاد، فلما (Böylece onun krallığını kabul ettiler ve cihada çağırdılar.) olabilir.
لَمَّا cümleye muzaf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzafun ileyh olan şart cümlesi ...فَصَلَ , müsbet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi ... قَالَ , faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli ise, إِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
... فَمَن شَرِبَ مِنۡهُ cümlesine dahil olan فَ atıf, مَن şartiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş, haberî isnaddır. Müsbet mazi sıygasıyla gelen şart fiili مَن , شَرِبَ ’in haberidir. مَن ’in haberinin, şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip olmasına da cevaz vardır.
وَمَن لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ Kavlinde su kelimesine uygun olan içmek manasındaki شَرِبَfiilinin yerine yedi manasındaki طۡعَمۡ fiilinin kullanılmasının sebebi şunlar aolabilir:
1-İnsan susuzluktan son raddeye geldiğinde içtiği su ona en lezzetli bir yiyecek gibi gelir.
2- İnsan suyu ağzına alır, ağzını onunla çalkalar sonra da ağzından çıkarırsa o suyu tatmış olur, içmiş olmaz. Kim ondan içmezse dendiğinde yasaklama içmeyedir, tatmaya değildir. (Âşûr)
ومَن لَمْ يَطْعَمْهُ sözünde yasak hem içmeye hem de ağızda calkalamayadır. Malumdur ki bu mükellefiyet daha zordur. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1542)
Rabıta harfi ف ile gelen cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَیۡسَ , مِنِّی ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
و ‘la önceki şart cümlesine atfedilen ... وَمَن لَّمۡ şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف karinesiyle gelen cevap cümlesi ise إِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. إِنَّ , مِنِّیۤ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
Müşterek ismi mevsul مَن شَرِبَ مِنۡهُ فَلَیۡسَ مِنِّی , مَن cümlesiyle ifade edilenlerden istisna olanlardır.
مَن شَرِبَ مِنۡهُ فَلَیۡسَ مِنِّی …. إِلَّا مَنِ ٱغۡتَرَفَ غُرۡفَةَۢ بِیَدِهِ ibaresinde zemme benzeyen bir şeyle medhi te’kîd sanatı vardır
Mevsullerde mübhem yapıları nedeniyle tevcîh sanatı vardır.
فَمَن شَرِبَ مِنۡهُ فَلَیۡسَ مِنِّی cümlesi ile وَمَن لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ فَإِنَّهُۥ مِنِّیۤ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ٱغۡتَرَفَ - غُرۡفَةَۢ ve شَرِبُوا۟ - شَرِبَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَرِبَ - یَطۡعَمۡهُ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca.] Yani Tâlût beldesinden ayrıldığı zaman demektir. بِ harfi, fiili geçişli yapmak için kullanılmıştır.
[Ordularıyla] ٱلۡجُنُودِ kelimesi ٱلۡجند kelimesinin çoğuludur. Cem-i kesrettir. ٱلۡجند güçlü ordu demektir. [Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek.] Yani Allah sizi sınayacak. فَمَن شَرِبَ مِنۡهُ فَلَیۡسَ مِنِّی [Kim ondan içerse benden değildir.] Yani siz çölde susayacaksınız ve bu halde bir nehre varacaksınız. Her kim susuzluğa sabredemez ve susuzluğunu iyice gidermek için eğilerek doya doya içerse benim dinimden, mezhebimden değildir. وَمَن لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ فَإِنَّهُۥ مِنِّیۤ [Ondan kim içmezse bendendir.] Yani bu şekilde içmeyen bendendir. إِلَّا مَنِ ٱغۡتَرَفَ غُرۡفَةَۢ بِیَدِهِۦۚ
[Eliyle bir avuç içen müstesna.] غُرۡفَةَۢ avuç, kepçe gibi bir aletle sudan almaktır. Tâlût bir avuç içmeyi istisna etmiştir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ
فَ istînafiyedir. Cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَشَرِبُوا۟ مِنۡهُ , قَلِیلࣰا ’den istisna edilenlerdir.
قَلِیلࣰا ’deki tenvin kıllet ve tazim ifade eder.
فَشَرِبُوا مِنهُ إلّا قَلِيلًا Kavlindeki فَ ,faul fasiha'dır. Takdir edilmiş mahzuf kelama işaret eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1543)
Cümlede zemme benzeyen bir şeyle medhi te’kîd sanatı vardır.
[İçlerinden pek azı müstesna, hepsi ırmaktan içtiler.] Yani susuz ve sıcak bir çöle düştüler. Oradan nehre vardıklarında çok susamışlardı. Az bir kısmı hariç nehre gelip oradan eğilerek kana kana su içtiler. Sadece bir avuç içenler, Bedir ehli kadar yani üç yüz on kişiydiler. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ
فَ istînafiye, لَمَّا şartiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzafun ileyh olan şart cümlesi ...جَاوَزَهُۥ , müsbet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Has ism-i mevsûl جَاوَزَهُۥ , ٱلَّذِینَ fiilinin failine matuftur. Sıla cümlesi ءَامَنُوا۟ faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi ...قَالُوا۟ , faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir. قَالُوا۟ fiilinin mekulü’l-kavli ise, cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا , لَنَا ‘nın mahzuf haberine müteallıktır. Haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
قَالُوا۟ لَا طَاقَةَ لَنَا ٱلۡیَوۡمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ [Bizim bugün Câlût ve ordusuna karşı duracak gücümüz yok!...’ dediler] ifadesindeki zamirin ordudan ayrılan çokluğa ait olduğu; “[Allah’la mutlaka karşı karşıya geleceklerine] kani olanlar”ın ise, Tālût ile beraber kalıp direnen azınlık kesim olduğu söylenmiştir. (Keşşâf)
قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
Cümle müstenefedir. Müsbet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan ٱلَّذِینَ ’nin sılası müsbet muzari fiil sıygasında faidei haber talebî kelamdır. Masdar ve tekid harfi olan أَنَّ ve akabindeki isim cümlesi masdar teviliyle یَظُنُّونَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan …كَم مِّن فِئَةࣲ قَلِیلَةٍ غَلَبَتۡ cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan كَم ’in haberinin غَلَبَتۡ şeklinde mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye ve hudus ifade eder.
كَم مِّن فِئَةࣲ sözündeki كَم haberiyedir. İstifham değildir. (Âşûr)
قَلِیلَةٍ - كَثِیرَةَۢ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
بِإِذۡنِ ٱللَّهِۗ izafetinde bütün esma-i hüsnayı bünyesinde toplayan ٱللَّهِۗ ismine muzaf olarak إِذۡنِ şeref kazanmıştır.
[Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar dediler ki…] Yani kıyamet günü Allah’a döneceklerini, amellerinin karşılığını alacaklarına yakînen inanıp bunu bilenler şöyle söylediler. [Nice az sayıdaki tâife çok kalabalık tâifeyi yenmiştir.] Burada كَم çokluk anlatan bir kelimedir. مِّن de vurgulama ifade eder. فِئَةࣲ grup, tâife demektir. İnsan taifesi, insanlardan oluşan gruptur. Onlar bir iş için hareket eden topluluklardır. Zafer kazanmak için uğraşırlar. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
ٱلَّذِینَ یَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلَـٰقُوا۟ ٱللَّهِ ifadesinde, yani hayatı sevmeyenler, Allaha kavuşmayı dileyenler manası vardır. Allaha kavuşmak, rızası yolunda ölmek manasında kinayedir. (Aşûr)
وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
وَ istînafiyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede مَعَ ٱلصَّـٰبِرِینَ , mahzuf habere müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâdır. Dolayısıyla ayetteki ٱللَّهُ lafızlarında tecrît sanatı vardır. Kemâl sıfatların tümüne şamil lafza-i celalin tekrarı telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyildir. Itnâb babındandır. Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve te’kîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Cümle,diğer cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir DenemeAr. Gör. Ömer KARA)
Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
[Allah sabredenlerle beraberdir,' dediler.] Düşmanlara karşı göğüs gerip sabredenleri zafere erdirmek konusunda onların yanındadır. Sabır, düşmanla karşılaşınca olur. (Ruhu’l-Beyan)