بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | فَصَلَ | ayrıldığında |
|
3 | طَالُوتُ | Talut |
|
4 | بِالْجُنُودِ | ordularla |
|
5 | قَالَ | dedi ki |
|
6 | إِنَّ | şüphesiz |
|
7 | اللَّهَ | Allah |
|
8 | مُبْتَلِيكُمْ | sizi deneyecektir |
|
9 | بِنَهَرٍ | bir ırmakla |
|
10 | فَمَنْ | kim |
|
11 | شَرِبَ | içerse |
|
12 | مِنْهُ | ondan |
|
13 | فَلَيْسَ | değildir |
|
14 | مِنِّي | benden |
|
15 | وَمَنْ | ve kim |
|
16 | لَمْ |
|
|
17 | يَطْعَمْهُ | ondan tadmazsa |
|
18 | فَإِنَّهُ | şüphesiz o |
|
19 | مِنِّي | bendendir |
|
20 | إِلَّا | dışında |
|
21 | مَنِ | kimsenin |
|
22 | اغْتَرَفَ | avuçlayan |
|
23 | غُرْفَةً | bir avuç |
|
24 | بِيَدِهِ | eliyle |
|
25 | فَشَرِبُوا | hepsi içtiler |
|
26 | مِنْهُ | ondan |
|
27 | إِلَّا | hariç |
|
28 | قَلِيلًا | pek azı |
|
29 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
30 | فَلَمَّا | nihayet |
|
31 | جَاوَزَهُ | (ırmağı) geçince |
|
32 | هُوَ | o (Talut) |
|
33 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
34 | امَنُوا | iman eden |
|
35 | مَعَهُ | beraberindekiler |
|
36 | قَالُوا | dediler |
|
37 | لَا |
|
|
38 | طَاقَةَ | gücümüz yok |
|
39 | لَنَا | bizim |
|
40 | الْيَوْمَ | bugün |
|
41 | بِجَالُوتَ | Calut’a |
|
42 | وَجُنُودِهِ | ve askerlerine karşı |
|
43 | قَالَ | dedi |
|
44 | الَّذِينَ | kimseler |
|
45 | يَظُنُّونَ | kanaat getiren |
|
46 | أَنَّهُمْ | elbette onların |
|
47 | مُلَاقُو | kavuşacaklarına |
|
48 | اللَّهِ | Allah’a |
|
49 | كَمْ | nice |
|
50 | مِنْ |
|
|
51 | فِئَةٍ | topluluk |
|
52 | قَلِيلَةٍ | az olan |
|
53 | غَلَبَتْ | galib gelmiştir |
|
54 | فِئَةً | topluluğa |
|
55 | كَثِيرَةً | çok olan |
|
56 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
57 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
58 | وَاللَّهُ | Allah |
|
59 | مَعَ | beraberdir |
|
60 | الصَّابِرِينَ | sabredenlerle |
|
Uzun süre susuz kalan kimsenin birden çok su içmesi vücuda zarar verir. Çok su içenler güçsüzlük hissettiler, bir avuçtan fazla su içmeyenlerde ise bu sorun yaşanmadı.
Yapamayacağına inananlar yapamaz. Yapmak istediğimiz şeylerde mazeret üretmeyelim, sonuca odaklanalım, gayret bizden tevfik Allah'tandır. Biz sonuçtan değil, gayretten sorumluyuz.
Allah yolunda savaşmak istediklerini söylemişlerdi. Allah da onlara Talut’u komutan olarak gönderdi. Nehirden geçecek olmaları/geçmeleri savaş alanında ihtiyaçları olacak sadakatin testi ve bir askeri eğitimdir. Disiplin olmazsa savaşamazsınız. Verilen konutlara uymanız gerekir.
Nehirden hem içmekten hem tatmaktan bahsediyor. Tatmak, nehirden balık vs gibi avlayarak yemek olabilir. İkisini de yasaklıyor. Hatırlayın Uhud’da sevgili peygamberimiz okçulara “Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin yaban kuşlar (akbabalar) tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız” dediği halde düşmanın herşeyini bırakıp kaçtığını görünce ”Bu iş tamam, savaş bizim lehimize bitti!” diye düşünüp yerlerini terkederek çok stratejik bir hata yaptılar.
Dünya hayatını bir nehir olarak görürsek ondan da ne kadar faydalanacagımız ne kadar içip, tadacağımız da savaştaki performansımızı gösterecek, belki ahireti kazandıracak belki kaybettirecek şeklinde de okuyabiliriz ayeti...
Komutları net veriyor Kur’ân...
Geçilecek nehirden içmemek ve yememek bir nevi oruç gibi. Yani sanki savaş öncesi oruç tutuyorlar. Bedir Savaşı da Ramazan ayında olmuştu. Yani müslümanlar da savaş öncesi oruçluydu.
Bu ayetler sadece Calut’un ordusuyla savaşmaya giden İsrailloğullarının tarihi değil, Bedir savaşının arefesindeki müslümanlara nasıl davranmaları gerektiğini anlatan derslerdir.
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ
Ayet atıf harfi فَ ile mukadder mahzuf cümleye atfedilmiştir. Takdiri فأقروا بملكه وتنادوا إلى الجهاد (Böylece onun krallığını kabul ettiler ve cihada çağırdılar.) şeklindedir. Bu atfın sebebi melikin gönderilmesinin savaş için olmasıdır.
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. قَالَ fiiline müteallıktır. Şart fiili فَصَلَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Fetha üzere mazi fiildir. طَالُوتُ faildir. بِٱلۡجُنُودِ car mecruru فَصَلَ fiiline müteallıktır. Şartın cevabı قَالَ ’dir. Fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l kavl cümlesi إِنَّ ٱللَّهَ مُبۡتَلِیكُم ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli, إِنَّ ’nin ismidir. مُبۡتَلِی kelimesi إِنَّ ’nin haberidir. ی üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِنَهَرࣲ car mecruru مُبۡتَلِیكُم ‘e müteallıktır. فَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. شَرِبَ şart fiili olup mahallen meczumdur. Faili müstetir هُو ’dir. مِنۡهُ car mecruru شَرِبَ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَّیۡسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَیۡسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنِّی car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, مَن ’in haberidir.
وَ atıf harfidir. مَنْ şart harfi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ fiili مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. یَطۡعَمۡ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. هُۥ muttasıl zamiri إِنَّ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. مِنِّیۤ car mecruru إِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. إِلَّا istisna edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , istisna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası ٱغۡتَرَفَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. ٱغۡتَرَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. غُرۡفَةَۢ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. بِیَدِ car mecruru ٱغۡتَرَفَ fiiline veya غُرۡفَةَ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِۦ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. شَرِبُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنۡهُ car mecruru شَرِبُوا۟ fiiline müteallıktır. إِلَّا istisna harfidir. قَلِیلࣰا kelimesi فَشَرِبُوا۟ مِنۡهُ sözünden müstesna olup fetha ile mansubtur. مِّنۡهُمۡ car mecruru قَلِیلࣰا’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ
فَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. Şart fiili جَاوَزَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُۥ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. هُوَ munfasıl zamiri, جَاوَزَ’deki gizli zamiri tekid etmek içindir. Mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ , munfasıl zamir هُوَ’ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. Fiil damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekân zarfı مَعَ kelimesi, ءَامَنُوا۟ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُۥ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı قَالُوا۟ ’dur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. طَاقَةَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. لَنَا car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. ٱلۡیَوۡمَ zaman zarfı لَا ’nın haberine müteallıktır. بِجَالُوتَ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. جَالُوتَ kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. جُنُودِهِ kelimesi بِجَالُوتَ matuftur.
قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası یَظُنُّونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. یَظُنُّونَ muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. أَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَظُنُّونَ fiilinin iki mef‘ûlu yerindedir. أَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. هُم muttasıl zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. مُلَاقُوا haberidir. Aynı zamanda muzâftır. ٱللَّهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi كَم مِّن فِئَةࣲ قَلِیلَةٍ ’dir. كَمْ sükun üzere mebni haberiyyedir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. مِّن فِئَةࣲ car mecruru كَمْ ’in temyizidir. قَلِیلَةٍ ise فِئَةࣲ ’in sıfatıdır. غَلَبَتۡ fiili كَمْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. فِئَةࣰ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. فِئَةࣲ insan topluluğudur. "الفَيْءِ" den türemiştir. (Âşûr)
كَثِیرَةَ ise فِئَةࣰ ‘in sıfatıdır. بِإِذۡنِ car mecruru غَلَبَتۡ fiiline müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَم مِّن فِئَةࣲ قَلِیلَةٍ غَلَبَتۡ فِئَةࣰ كَثِیرَةَۢ بِإِذۡنِ ٱللَّهِ [Nice az sayıdaki tâife çok kalabalık tâifeyi yenmiştir.] Burada كَمْ çokluk anlatan bir kelimedir. مِنْ de vurgulama ifade eder. فِئَةٍ grup, tâife demektir. Bunun aslı فَأَوْتُ رَأْسَهُ فَأْوًا [başını kesti] ifadesinden gelir. İnsan taifesi, insanlardan oluşan gruptur. Bir görüşe göre dönmek anlamına gelen اَلْفَيْءَ kökünden gelir. Onlar bir iş için hareket eden topluluklardır. Zafer kazanmak için uğraşırlar. Birinci görüşe göre illet harfi sondan hazfedilmiştir. İkincisine göre ortasından hazfedilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Mekân zarfı مَعَ mahzuf habere müteallıktır. ٱلصَّـٰبِرِینَ muzâfun ileyhtir. Cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
ٱلصَّـٰبِرِینَ kelimesi sülâsî mücerred olan صبر fiilinin ism-i failidir. İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ
Ayet mahzuf bir cümleye فَ ile atfedilmiştir. Takdiri …فأقروا بملكه ، وتنادوا إلى الجهاد، فلما (Böylece onun krallığını kabul ettiler ve cihada çağırdılar.) olabilir.
لَمَّا cümleye muzaf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzafun ileyh olan şart cümlesi ...فَصَلَ , müsbet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi ... قَالَ , faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli ise, إِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
... فَمَن شَرِبَ مِنۡهُ cümlesine dahil olan فَ atıf, مَن şartiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş, haberî isnaddır. Müsbet mazi sıygasıyla gelen şart fiili مَن , شَرِبَ ’in haberidir. مَن ’in haberinin, şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip olmasına da cevaz vardır.
وَمَن لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ Kavlinde su kelimesine uygun olan içmek manasındaki شَرِبَfiilinin yerine yedi manasındaki طۡعَمۡ fiilinin kullanılmasının sebebi şunlar aolabilir:
1-İnsan susuzluktan son raddeye geldiğinde içtiği su ona en lezzetli bir yiyecek gibi gelir.
2- İnsan suyu ağzına alır, ağzını onunla çalkalar sonra da ağzından çıkarırsa o suyu tatmış olur, içmiş olmaz. Kim ondan içmezse dendiğinde yasaklama içmeyedir, tatmaya değildir. (Âşûr)
ومَن لَمْ يَطْعَمْهُ sözünde yasak hem içmeye hem de ağızda calkalamayadır. Malumdur ki bu mükellefiyet daha zordur. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1542)
Rabıta harfi ف ile gelen cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَیۡسَ , مِنِّی ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
و ‘la önceki şart cümlesine atfedilen ... وَمَن لَّمۡ şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف karinesiyle gelen cevap cümlesi ise إِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. إِنَّ , مِنِّیۤ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
Müşterek ismi mevsul مَن شَرِبَ مِنۡهُ فَلَیۡسَ مِنِّی , مَن cümlesiyle ifade edilenlerden istisna olanlardır.
مَن شَرِبَ مِنۡهُ فَلَیۡسَ مِنِّی …. إِلَّا مَنِ ٱغۡتَرَفَ غُرۡفَةَۢ بِیَدِهِ ibaresinde zemme benzeyen bir şeyle medhi te’kîd sanatı vardır
Mevsullerde mübhem yapıları nedeniyle tevcîh sanatı vardır.
فَمَن شَرِبَ مِنۡهُ فَلَیۡسَ مِنِّی cümlesi ile وَمَن لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ فَإِنَّهُۥ مِنِّیۤ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ٱغۡتَرَفَ - غُرۡفَةَۢ ve شَرِبُوا۟ - شَرِبَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَرِبَ - یَطۡعَمۡهُ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca.] Yani Tâlût beldesinden ayrıldığı zaman demektir. بِ harfi, fiili geçişli yapmak için kullanılmıştır.
[Ordularıyla] ٱلۡجُنُودِ kelimesi ٱلۡجند kelimesinin çoğuludur. Cem-i kesrettir. ٱلۡجند güçlü ordu demektir. [Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek.] Yani Allah sizi sınayacak. فَمَن شَرِبَ مِنۡهُ فَلَیۡسَ مِنِّی [Kim ondan içerse benden değildir.] Yani siz çölde susayacaksınız ve bu halde bir nehre varacaksınız. Her kim susuzluğa sabredemez ve susuzluğunu iyice gidermek için eğilerek doya doya içerse benim dinimden, mezhebimden değildir. وَمَن لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ فَإِنَّهُۥ مِنِّیۤ [Ondan kim içmezse bendendir.] Yani bu şekilde içmeyen bendendir. إِلَّا مَنِ ٱغۡتَرَفَ غُرۡفَةَۢ بِیَدِهِۦۚ
[Eliyle bir avuç içen müstesna.] غُرۡفَةَۢ avuç, kepçe gibi bir aletle sudan almaktır. Tâlût bir avuç içmeyi istisna etmiştir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ
فَ istînafiyedir. Cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَشَرِبُوا۟ مِنۡهُ , قَلِیلࣰا ’den istisna edilenlerdir.
قَلِیلࣰا ’deki tenvin kıllet ve tazim ifade eder.
فَشَرِبُوا مِنهُ إلّا قَلِيلًا Kavlindeki فَ ,faul fasiha'dır. Takdir edilmiş mahzuf kelama işaret eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1543)
Cümlede zemme benzeyen bir şeyle medhi te’kîd sanatı vardır.
[İçlerinden pek azı müstesna, hepsi ırmaktan içtiler.] Yani susuz ve sıcak bir çöle düştüler. Oradan nehre vardıklarında çok susamışlardı. Az bir kısmı hariç nehre gelip oradan eğilerek kana kana su içtiler. Sadece bir avuç içenler, Bedir ehli kadar yani üç yüz on kişiydiler. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ
فَ istînafiye, لَمَّا şartiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzafun ileyh olan şart cümlesi ...جَاوَزَهُۥ , müsbet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Has ism-i mevsûl جَاوَزَهُۥ , ٱلَّذِینَ fiilinin failine matuftur. Sıla cümlesi ءَامَنُوا۟ faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi ...قَالُوا۟ , faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir. قَالُوا۟ fiilinin mekulü’l-kavli ise, cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا , لَنَا ‘nın mahzuf haberine müteallıktır. Haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
قَالُوا۟ لَا طَاقَةَ لَنَا ٱلۡیَوۡمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ [Bizim bugün Câlût ve ordusuna karşı duracak gücümüz yok!...’ dediler] ifadesindeki zamirin ordudan ayrılan çokluğa ait olduğu; “[Allah’la mutlaka karşı karşıya geleceklerine] kani olanlar”ın ise, Tālût ile beraber kalıp direnen azınlık kesim olduğu söylenmiştir. (Keşşâf)
قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
Cümle müstenefedir. Müsbet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan ٱلَّذِینَ ’nin sılası müsbet muzari fiil sıygasında faidei haber talebî kelamdır. Masdar ve tekid harfi olan أَنَّ ve akabindeki isim cümlesi masdar teviliyle یَظُنُّونَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan …كَم مِّن فِئَةࣲ قَلِیلَةٍ غَلَبَتۡ cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan كَم ’in haberinin غَلَبَتۡ şeklinde mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye ve hudus ifade eder.
كَم مِّن فِئَةࣲ sözündeki كَم haberiyedir. İstifham değildir. (Âşûr)
قَلِیلَةٍ - كَثِیرَةَۢ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
بِإِذۡنِ ٱللَّهِۗ izafetinde bütün esma-i hüsnayı bünyesinde toplayan ٱللَّهِۗ ismine muzaf olarak إِذۡنِ şeref kazanmıştır.
[Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar dediler ki…] Yani kıyamet günü Allah’a döneceklerini, amellerinin karşılığını alacaklarına yakînen inanıp bunu bilenler şöyle söylediler. [Nice az sayıdaki tâife çok kalabalık tâifeyi yenmiştir.] Burada كَم çokluk anlatan bir kelimedir. مِّن de vurgulama ifade eder. فِئَةࣲ grup, tâife demektir. İnsan taifesi, insanlardan oluşan gruptur. Onlar bir iş için hareket eden topluluklardır. Zafer kazanmak için uğraşırlar. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
ٱلَّذِینَ یَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلَـٰقُوا۟ ٱللَّهِ ifadesinde, yani hayatı sevmeyenler, Allaha kavuşmayı dileyenler manası vardır. Allaha kavuşmak, rızası yolunda ölmek manasında kinayedir. (Aşûr)
وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
وَ istînafiyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede مَعَ ٱلصَّـٰبِرِینَ , mahzuf habere müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâdır. Dolayısıyla ayetteki ٱللَّهُ lafızlarında tecrît sanatı vardır. Kemâl sıfatların tümüne şamil lafza-i celalin tekrarı telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyildir. Itnâb babındandır. Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve te’kîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Cümle,diğer cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir DenemeAr. Gör. Ömer KARA)
Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
[Allah sabredenlerle beraberdir,' dediler.] Düşmanlara karşı göğüs gerip sabredenleri zafere erdirmek konusunda onların yanındadır. Sabır, düşmanla karşılaşınca olur. (Ruhu’l-Beyan)
وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ قَالُوا رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ne zaman |
|
2 | بَرَزُوا | karşılaşsalar |
|
3 | لِجَالُوتَ | Calut |
|
4 | وَجُنُودِهِ | ve askerleriyle |
|
5 | قَالُوا | şöyle dediler |
|
6 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
7 | أَفْرِغْ | dök |
|
8 | عَلَيْنَا | üzerimize |
|
9 | صَبْرًا | sabır |
|
10 | وَثَبِّتْ | ve sağlam tut |
|
11 | أَقْدَامَنَا | ayaklarımızı |
|
12 | وَانْصُرْنَا | ve bize yardım et |
|
13 | عَلَى | karşı |
|
14 | الْقَوْمِ | topluluğuna |
|
15 | الْكَافِرِينَ | kafirler |
|
“Rabbimiz “şeklinde başlayan dua Ali imran suresindeki benzer duayı hatırlatır ve düşman karşısında nasıl dua edileceğini öğretir bize.
Beraze برز :
بَرَاز kelimesi fezâ demektir. بَرَزَ Uzayda göründü demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri bâriz ve ibrazdır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ قَالُوا رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ
وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. Şart fiili بَرَزُوا۟ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِجَالُوتَ car mecruru بَرَزُوا۟ fiiline müteallıktır. جَالُوتَ kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. جُنُودِهِ kelimesi بِجَالُوتَ matuftur.
Şartın cevabı قَالُوا۟ ’dur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l kavl cümlesi رَبَّنَاۤ أَفۡرِغۡ عَلَیۡنَا ’dir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَالُوا۟ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
Nidanın cevabı أَفۡرِغۡ عَلَیۡنَا صَبۡرࣰا ’dır. أَفۡرِغۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَلَیۡنَا car mecruru أَفۡرِغۡ fiiline müteallıktır. صَبۡرࣰا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
ثَبِّتۡ أَقۡدَامَنَا cümlesi atıf harfi وَ ’la أَفۡرِغۡ cümlesine atfedilmiştir. ثَبِّتۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. أَقۡدَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ٱنصُرۡنَا عَلَى ٱلۡقَوۡمِ ٱلۡكَـٰفِرِینَ cümlesi atıf harfi وَ’la أَفۡرِغۡ cümlesine atfedilmiştir. ٱنصُرۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Muttasıl zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَلَى ٱلۡقَوۡمِ car mecruru ٱنصُرۡنَا fiiline müteallıktır. ٱلۡكَـٰفِرِینَ kelimesi ٱلۡقَوۡمِ ’nin sıfatıdır. Cemi müzekker salim الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir. Cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ قَالُوا رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ
وَ istînafiye لَمَّا şartiyyedir. لَمَّا cümleye muzaf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzafun ileyh olan şart cümlesi ...بَرَزُوا۟ , müsbet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi ...قَالُوا۟ , faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir. قَالُوا۟ fiilinin mekulü’l-kavli ise, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Cümlede icaz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan أَفۡرِغۡ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
صَبۡرࣰا ‘deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Yine emir üslubunda talebi inşâ cümlesi olan ...ثَبِّتۡ ve ...ٱنصُرۡنَا cümleleri hükümde ortaklık sebebiyle nidanın cevabına matuftur.
قالُوا رَبَّنا أفْرِغْ عَلَيْنا صَبْرًا Kavlinde istiareyi temsiliye vardır. Allahu tealanın onların üzerine sabır yağdırması, suyun bir cismin tamamını ıslatıp ruhun bu şekilde rahatlayarak teskin olmasına benzetilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1544)
Sabır yağdırmak ibaresinde istiare vardır. Sabır yağmur gibi yağdırılacak birşey değildir. Allah teala'nın üzerlerine sabır döktüğü zamanki halleri vücudun üzerine su döküldüğü zamanki hallerine, yani kalbe serinlik, esenlik, sükunet ve itminan sarmasına benzetilmiştir. Bu ifadede Rab ismi (Dua ifadelerinde çoğunlukla kullanılır) gelmiş, mübalağa ve çokluk ifade eden أَفۡرِغۡ fiili tercih edilmiş, sabır kelimesi de tazim ifade eden nekre şeklinde gelmiştir.
وثَبِّتْ أقْدامَنا Ayaklar kelimesine cüz küll alakası ile mecazı mürsel vardır. Ehemmiyetine binaen cüz'ü zikrederek küllü murad edilmiştir. Aslında kalbimizi, bedenimizi, bizi sabit kıl manasındadır. Alete isnad vardır.
[Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında] ifadesi onlarla savaşmak için ortaya çıktıklarında demektir. بَرَأَز boşluk arazi demektir. Allah Teâlâ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ [Yeri dümdüz görürsün.] (Kehf 18/47) yani bariz bir şekilde gölgesiz halde buyurmuştur. [Ey Rabbimiz! Yüreğimizi sabırla doldur.] Yani bize sabır ver. أَفۡرِغۡ عَلَیۡنَا صَبۡرࣰا [Yüreğimizi sabırla doldur.] ifadesi tamamına erdirme ve çokça vermek anlamında bir istiaredir. وَثَبِّتۡ أَقۡدَامَنَا [Ayaklarımızı sabit kıl.] Yani savaştığımız yerlerde kaymaması ve zâil olmaması için bizi sabit kadem eyle. وَٱنصُرۡنَا عَلَى ٱلۡقَوۡمِ ٱلۡكَـٰفِرِینَ [Kâfir kavme karşı bize yardım et.] Yani bize yardımını ver ve onlara mani ol. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُ۫دُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَٓاءُۜ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَهَزَمُوهُمْ | derken onları bozdular |
|
2 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
3 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
4 | وَقَتَلَ | ve öldürdü |
|
5 | دَاوُودُ | Davud |
|
6 | جَالُوتَ | Calut’u |
|
7 | وَاتَاهُ | ve ona (Davud’a) verdi |
|
8 | اللَّهُ | Allah |
|
9 | الْمُلْكَ | hükümdarlık |
|
10 | وَالْحِكْمَةَ | ve hikmet |
|
11 | وَعَلَّمَهُ | ve ona öğretti |
|
12 | مِمَّا | şeyleri |
|
13 | يَشَاءُ | dilediği |
|
14 | وَلَوْلَا | eğer |
|
15 | دَفْعُ | savmasaydı |
|
16 | اللَّهِ | Allah |
|
17 | النَّاسَ | insanların |
|
18 | بَعْضَهُمْ | bir kısmını |
|
19 | بِبَعْضٍ | bir kısmıyle |
|
20 | لَفَسَدَتِ | bozulurdu |
|
21 | الْأَرْضُ | dünya |
|
22 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
23 | اللَّهَ | Allah |
|
24 | ذُو | sahibidir |
|
25 | فَضْلٍ | lutuf |
|
26 | عَلَى | karşı |
|
27 | الْعَالَمِينَ | bütün alemlere |
|
Hezeme هزم : هَزْمٌ kelimesinin aslı bir şeyi un ufak olana kadar tutup sıkmaktır. Hezimet هَزِيمَةٌ kavramı da bu köktendir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki defa sülasi fiil ve bir defa isim olarak 3 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli hezimettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُ۫دُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَٓاءُۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. هَزَمُو damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِإِذۡنِ car mecruru هَزَمُو fiiline müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. قَتَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. دَاوُۥدُ kelimesi fail olup gayrı munsarif olduğu için tenvin almamıştır. جَالُوتَ mef’ûlun bih olup mansubtur. وَ atıf harfidir. ءَاتَىٰ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. ٱلۡمُلۡكَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ٱلۡحِكۡمَةَ kelimesi ٱلۡمُلۡكَ kelimesine matuftur.
عَلَّمَهُۥ مِمَّا یَشَاۤءُۗ cümlesi atıf harfi وَ ’la هَزَمُوهُم ‘a atfedilmiştir. عَلَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte عَلَّمَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası یَشَاۤءُۗ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. یَشَاۤءُ muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mef’ûlun bihi hazfedilmiştir.
وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ
وَ istînâfiyyedir. لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. دَفۡعُ mübtedadır. ٱللَّهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Haberi mahzuftur. Takdiri; موجود (vardır.) şeklindedir. ٱلنَّاسَ kelimesi masdarın mef’ûlun bihidir. بَعۡضَ kelimesi ٱلنَّاسَ ’den bedeldir. بِبَعۡضࣲ car mecruru masdar olan دَفۡعُ ’ye müteallıktır.
لَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. فَسَدَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. ٱلۡأَرۡضُ fail olup lafzen merfûdur.
Nafi, Ebu Cafer,Yakup دِفَاع الله şeklinde, cumhur ise دَفۡعُ ٱللَّهِ şeklinde okumuştur. دَفۡعُ ‘i Allaha isnad etmek mecazi aklidir. Zatının olayları sebebleriyle takdir etmesidir. (Âşûr)
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُ۫دُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَٓاءُۜ
Ayetin فَ ile atfedilmesi, ayetlerdeki olaylar arasında fazla uzun zaman geçmediğine işaret olabilir. İki ayet arasında meskutun anh vardır.
Cümle müsbet fiil cümlesi sıygasıyla faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِإِذۡنِ ٱللَّهِۗ izafetinde bütün esma-i hüsnayı bünyesinde toplayan ٱللَّهِۗ ismine muzaf olarak إِذۡنِ şeref kazanmıştır.
وَقَتَلَ دَاوُۥدُ جَالُوتَ cümlesi mâkabline matuftur. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. Aynı üslubtaki ...ءَاتَىٰهُ ٱللَّهُ ve ...عَلَّمَهُۥ مِمَّا cümleleri de هَزَمُوهُم fiiline matuftur.
عَلَّمَهُ fiiline müteallık, mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası olan یَشَاۤءُۗ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsullerde tevcih sanatı vardır.
عَلَّمَ, iki mefule müteaddi olan fiillerdendir. Cümlede ikinci mefulun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَءَاتَىٰهُ ٱللَّهُ ٱلۡمُلۡكَ cümlesinde müsnedün ileyh olarak telezzüz ve teberrük gayesiyle lafza-i celâl gelmiştir.
هَزَمُوهُم - قَتَلَ ve ٱلۡمُلۡكَ - ٱلۡحِكۡمَةَ kelime grupları arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Sonunda Allah’ın izniyle onları yendiler.] Burada hazfedilmiş şöyle bir ifade vardır: Allah bu duayı kabul etti ve onlara zafer verdi. Hezimet aslında kırmak, bir şeyi birbirine katmak demektir. [Allah’ın izniyle] ifadesi O’nun yardımı, sebepleri var etmesi ve muradını kolaylaştırması sayesinde demektir. [Dilediği ilimlerden ona öğretti.] Allah Teâlâ peygamberlerine ilim öğretir. Hasan-ı Basrî “Bu, din konusundaki bilgidir.” demiştir. Bir görüşe göre burada kastedilen Hz. Dâvûd’a öğretilen zırh yapma bilgisidir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ
وَ istînafiyedir. Cümle şart üslubunda haberi isnaddır. Şart cümlesi ...دَفۡعُ ٱللَّهِ ٱلنَّاسَ بَعۡضَهُم faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesinde haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Müsnedün ileyh olan دَفۡعُ bütün kemal sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâle muzaf olarak şeref kazanmıştır.
Lamu’l-rabıtanın dahil olduğu cevap cümlesi لَّفَسَدَتِ ٱلۡأَرۡضُ , müsbet fiil sıygasıyla gelmiş, faidei haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Davud ve Süleyman a.s. hem kral, hem peygamber idiler.
لَوۡلَا Kur’ân’da daha çok tekid amaçlı gelir, “olmasaydı” manası pek uygun düşmez. Burada ise daha nadir olarak gördüğümüz “olmasaydı” manasındadır.
Kaffâl şöyle demiştir: Allah elçiler gönderdi, onların diliyle insanların zulüm ve düşmanlığı engellemek için dayanışmalarını sağladı ve böylece vahyini bildirip kullarından kötülükleri def etti. Eğer böyle olmasaydı yeryüzünde bozgun çıkardı. Orada kan dökülür, mallar gasp edilir, haramlar işlenir, yollar güvensiz olurdu. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Cümle önceki istînafa, yani دَفۡعُ ٱللَّهِ ٱلنَّاسَ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir veya istinafiyedir. İstidrak harfi لَـٰكِنَّ ’nin ismi telezzüz ve teberrük için lafza-i celâlle gelmiştir. Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifade etme amacının yanında, haberin bilindiğine işaret eder.
لَـٰكِنَّ , istidrâk (yanlış bir zannı gidermek) ilişkisi kurar. Sözde veya yazıda akla gelebilecek ferʻî anlamları uzaklaştırmaya yarar. Bu edat, kendinden önceki cümleden çıkabilecek bir vehmi ve yanlış anlamayı kaldırmak için kullanılır ve anlam bakımından birbirinden ayrı iki söz arasına girer. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
[Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.] Yani onları hayatta bırakarak ve yeryüzünden bozukluğu gidererek onlara lütuf ve keremiyle muamele eder. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Ayette Allah isminin dört defa tekrarlanması, Allah Teâlânın sonsuz kudretinin muhatabların zihnine iyice yerleştirmek ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir.
İnsanların birbiri ile def edilmesi de sebep alakasıyla mecazi mürseldir. İnsanlar aslında kötülük vs’de birbirine engel olmalıdır.
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
İsim cümlesidir. تِلۡكَ işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. ءَایَـٰتُ haberdir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. نَتۡلُوهَا cümlesi ءَایَـٰتُ ٱللَّهِ ifadesinin hali olarak mahallen mansubtur. نَتۡلُو mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَلَیۡكَ car mecruru نَتۡلُوهَا fiiline müteallıktır. بِٱلۡحَقِّ car mecruru نَتۡلُوهَا fiilinin ya failine ya da mef’ûlunun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri ملتبسين بالحقّ أو ملتبسة بالحقّ أو ملتبسا بالحقّ (Hakla, hakikatle kuşanmış olarak) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مِنَ ٱلۡمُرۡسَلِینَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. ٱلۡمُرۡسَلِینَ kelimesinin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Ayet istînafiye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilenin, yani ayetlerin mertebesinin yüceliğini gösterir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işâret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder. ذَ ٰلِكَ ve تِلْكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)
ءَایَـٰتُ ٱللَّهِ izafetinde tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafzâ-i celâle muzaf olması ءَایَـٰتُ için tazim ve teşrif ifade eder. Ayrıca cümlede mütekelim Allah Teâlâ olduğu için ٱللَّهِ lafzında tecrit sanatı vardır.
Müsnedin izafetle marife olması tazim ifade eder.
تِلْكَ آياتُ اللَّهِ نَتْلُوها عَلَيْكَ بِالحَقِّ cümlesinde iltifat vardır.Azamet nununa isnad edilerek habere dikkat çekilmiştir. (Âşûr)
Son cümle mâkabline matuftur. إِنَّ ve لَ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. إِنَّ - مِنَ ٱلۡمُرۡسَلِینَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
وَإِنَّكَ لَمِنَ ٱلۡمُرۡسَلِینَ kavlindeki hitap resullullaha(asm)dır. Cümleyi إِنَّ ile tekid etmek haberin azametindendir. Sen resulullahsın demeyip "resullerdensin" demesi inkâr edenleri red ve zatının (asm) eşsiz resul olduğunu hatırlatmak içindir. Daha önceki resûller gibi onu da elçi olarak göndermiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1541)
[İşte bunlar Allah’ın ayetleridir.] Yani işte içerisinde [insanların] âdetlerini anlattığımız bu kıssalar açık işaretlerdendir. [Biz onları sana, doğru olarak anlatıyoruz.] Yani Cebrâil sana onları bizim emrimizle doğru olarak okuyor. وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا [Onların yaptıklarını yazarız.] (Yâsîn 36/12) ve اِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ [Şüphesiz bizim elçilerimiz yazarlar.] (Yûnus 10/21) ayetlerinde buna temas edilmiştir. وَإِنَّكَ لَمِنَ ٱلۡمُرۡسَلِینَ [Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin.] Senin peygamberliğinin delillerinden biri onlara bu kıssaları haber vermendir. Sen bunları ancak bizim bildirmemiz sayesinde biliyorsun. Artık seni tasdik etsinler. Çünkü sen bir peygambersin ve peygamberler doğruyu söylerler. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Cihad, manası çok boyutlu bir kavramdır. İnsanın kendi nefsiyle savaşmasından, farklı fiziksel boyutlarda verdiği savaşlara kadar katman katmandır.
Bir çok hevesin peşine düşerek farklı inançlara sahip insanların yaptıklarını ve kutladıklarını benimseyerek, onlara benzeme noktasında, cihadı bırakanların sayısı gittikçe artmaktadır. Bu konuda uyarıldıkları zaman verilen cevaplar birbirine benzer: saygı nerede, hoşgörü nerede, kutlamanın ne zararı var gibi soruyla karışık cevaplar uzar gider.
Saygı duymak ve hoşgörü göstermek, benimsemek değildir. Birinci hedefimiz İslam’ı en güzel şekilde yaşamak ve temsil etmektir. Kendi inancını gururla yaşayanın, başka inançlardan meyve toplamaya ihtiyacı kalmaz. Aradığı heyecanın ve mutluluğun, zaten İslam’da mevcut olduğunu keşfeder.
Ne zararı var noktasında ise; taviz tavizi getirmektedir. Neyi neden kutladığını bilmeyen nesil her şeyi, herkes yapıyor diye düşünmeden yapma noktasına gelir. İslam’ı temsil etmekten uzak bir hayat yaşamaya başlar.
Kutlama noktasına gelince: önce anneler günü kutlandı, yılbaşında noele ait sembollerle çam ağaçları süslendi, şimdi ise paskalya ve cadılar bayramı kutlanmaya başlandı. Yoga ve meditasyon farklı başlıklar altında uygulanıyor. Bütün bu bayramların ve eylemlerin kökeni başka bir dinin geçmişine ve prensiplerine ait. Her karşı çıkıldığında, çoğunluk yine ‘bizim amacımız öyle değil’ dedi, bugünlere gelindi. Cevaplar yine aynı. Peki ama sonraki taviz ne?
Rabbimiz! Bize sabır ve sebat ver! Ayağımızı, İslam üzerine sağlam bastır. İslam’ı en güzel şekilde öğrenenlerden ve yaşayanlardan. İnandığı dinin emir ve yasaklarına, gurur duyarak sahip çıkanlardan olmamızı nasip et. Allahım! Bizlere ve evlatlarımıza, İslam’a ait olmayan kalıpların dayatılmasına karşı cihadımızda yardımcımız ol. Talut ve ordusundakilere gönderdiğin yardımı, kararlılığı ve cesareti, bizlere de gönder. Neyi neden yaptığı veya yapmadığı noktasında bilinçli ve kendinden emin olanlardan, ve her şeyden önce İslam’ı benimseyenlerden olma duasıyla.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji