لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | يُكَلِّفُ | teklif etmez |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | نَفْسًا | kimseye |
|
5 | إِلَّا | başkasını |
|
6 | وُسْعَهَا | gücünün yettiğinden |
|
7 | لَهَا | (herkesin) kendine |
|
8 | مَا | şey |
|
9 | كَسَبَتْ | kazandığı |
|
10 | وَعَلَيْهَا | ve aleyhinedir |
|
11 | مَا | şey (kötülük) |
|
12 | اكْتَسَبَتْ | işlediği |
|
13 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
14 | لَا |
|
|
15 | تُؤَاخِذْنَا | bizi sorumlu tutma |
|
16 | إِنْ | eğer |
|
17 | نَسِينَا | unutursak |
|
18 | أَوْ | ya da |
|
19 | أَخْطَأْنَا | yanılırsak |
|
20 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
21 | وَلَا |
|
|
22 | تَحْمِلْ | yük yükleme |
|
23 | عَلَيْنَا | bize |
|
24 | إِصْرًا | ağır |
|
25 | كَمَا | gibi |
|
26 | حَمَلْتَهُ | yüklediğin |
|
27 | عَلَى | üzerine |
|
28 | الَّذِينَ |
|
|
29 | مِنْ |
|
|
30 | قَبْلِنَا | bizden öncekilerin |
|
31 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
32 | وَلَا |
|
|
33 | تُحَمِّلْنَا | bize yükleme |
|
34 | مَا | şeyleri |
|
35 | لَا |
|
|
36 | طَاقَةَ | gücümüzün yetmediğimiz |
|
37 | لَنَا | bizim |
|
38 | بِهِ | ona |
|
39 | وَاعْفُ | ve affet |
|
40 | عَنَّا | bizi |
|
41 | وَاغْفِرْ | bağışla |
|
42 | لَنَا | bizi |
|
43 | وَارْحَمْنَا | bize merhamet et |
|
44 | أَنْتَ | sen |
|
45 | مَوْلَانَا | bizim sahibimizsin |
|
46 | فَانْصُرْنَا | bize yardım eyle |
|
47 | عَلَى | karşı |
|
48 | الْقَوْمِ | toplumuna |
|
49 | الْكَافِرِينَ | kafirler |
|
Kelefe كلف :
الكَلَف Bir şeyin yükünü yüklenmektir. التَّكَلُّف bir insanın bir işi yaparken çektiği zorluğu dışa yansıtmasıdır.
الكُلْفَة kavramı literatürde, zorluğun bir adı şeklinde kullanılmaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri külfet, teklif, tekellüf ve mükelleftir.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُكَلِّفُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. نَفْسًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اِلَّا hasr edatıdır. وُسْعَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Cümle olarak istînâf cümlesidir. لَهَا mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ ’dir. كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
وَ atıf harfidir. عَلَيْهَا mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اكْتَسَبَتْ ’dir. اكْتَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. İsim cümlesi olarak istînâf cümlesidir.
اكْتَسَبَتْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi كسب’dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
هَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ [Herkesin kazandığı kendi lehine, işlediği kendi aleyhinedir.] Yani yaptığı hayır kendine fayda eder, işlediği kötülük de kendine zarar verir, onun günahından dolayı başkası sorumlu tutulmaz, onun ibadet ve itaatinden dolayı başkası sevap almaz. Şayet “Neden ayette hayırdan söz edilirken kazanmak manasındaki كَسَبَ ifadesi, şerden söz edilirken ise اكْتَسَبَ ifadesi kullanılmıştır?” dersen, şöyle derim: اكْتَسَبَ kelimesinde “seve seve yapma” manası vardır. Kötülükler insan nefsinin arzu ettiği şeyler olduğu ve nefis bunların cazibesine kapılıp sürekli onları emrettiği için, onları elde etme konusunda daha gayretkeş olur. İşte bu sebeple de kişi kötülüğü işleme konusunda daha gayretli, iktisaplı olur. Hayırda durum böyle olmadığı için, bu “seve seve yapma” manasına delalet etmeyen kesb masdarı kullanılmıştır. (Keşşaf)
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ , muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُؤَاخِذْنَٓا meczum muzari fiildir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûl olarak mahallen mansubtur. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Cümle olarak ibtidaîyye cümlesidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. نَس۪ينَٓا şart fiili mahallen meczumdur. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن نسينا أو أخطأنا فلا تؤاخذنا (Unutur veya hata yaparsak bizi sorumlu tutma) şeklindedir.
اَوْ atıf harfidir. اَخْطَأْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
تُؤَاخِذْنَٓا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi أخذ ’dur. Mufaale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ , muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَحْمِلْ meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَلَيْنَٓا car mecruru تَحْمِلْ fiiline müteallıktır. اِصْرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. كَ harf-i cerdir. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri; حملا كالذي حملته على الذين (O kimselere yüklediğin gibi bir yük) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası حَمَلْتَهُ ’dur. حَمَلْتَهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَلَى الَّذ۪ينَ car mecruru حَمَلْتَ fiiline müteallıktır. مِنْ قَبْلِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُحَمِّلْنَا meczum muzari fiildir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûl olarak mahallen mansubtur. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. طَاقَةَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. لَنَا car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. بِه۪ car mecruru نَا zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; لا تحمّلنا أمرا لا نطيقه معذّبين به (Eziyetine dayanamayacağımız bir şeyi bize yükleme) şeklindedir.
وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اعْفُ , illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir.
Fail ise müstetir olup takdiri أنت dir. عَنَّا۠ car mecruru اعْفُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت dir. لَنَا۠ car mecruru اغْفِرْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. ارْحَمْنَا۠ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَوْلٰينَا haberdir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Cümle olarak istînâf cümlesidir. فَ sebebiyyedir. انْصُرْنَا sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَلَى الْقَوْمِ car mecruru انْصُرْنَا fiiline müteallıktır. الْكَافِر۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ ’nin sıfatıdır. Cemi müzekker salim الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir. Cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ
Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnayı bünyesinde barındıran Allah ismiyle gelmesi telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. Cümlenin mütekellimi Allah Teâlâ olması durumunda lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
نَفْسًا ’deki tenvin, kelimeye ‘’hiçbir’’ manası vermiştir. Çünkü olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.
Nefy ve istisna harfiyle oluşan, fiil mef’ûl arasındaki kasr, cümleyi tekid etmiştir.
İkinci cümle müstenefedir. Fasılla gelmiştir. Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede لَهَا , mahzuf mukaddem habere mütellıktır.
Muahhar mübteda olan müşterek ismi mevsûl مَا ’nın sılası olan كَسَبَتْ , faide-i haber ibtidai kelam olan fiil cümlesidir.
Aynı üslupla gelen وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
لَهَا مَا كَسَبَتْ cümlesiyle وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ cümlesi arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
وُسْعَ ; genişlik ve imkân insanın kuşatabileceği, yetersiz kalmayacağı, yaparken sıkıntıya düşmeyeceği şeydir. Anlam: “Allah herkesi ancak kudretinin kuşatacağı, bütün kudretini ve gayretini gerektirmeyecek şeylerle mükellef kılar” şeklindedir. (Keşşâf)
وُسْعَهَاۜ , lügatta bolluk,zenginlik, servet, güç, kuvvet, takat, kudret; vüs'at ise genişlik, bolluk, kudret, kuvvet, takat demektir. İnsanın vüs'unda veya vüs'atinde olan da insana sıkıntı ve darlık vermeyen, genişlik içinde yapılabilen işlerdir. (Ebüssuûd)
Hülâsa, Allah'ın sünneti değişmez kanunu odur ki, bu ümmete kendi katından bir lütuf ve rahmet olarak güçlerini ve imkânlarını sonuna kadar kullanmadan, genişlik içinde, kolaylıkla yapabildikleri işlerle onları mükellef kılmıştır.
[Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir.] Bazı müfessirler, anlamı zorlayarak ayetin nazmına uysun diye bu ifadenin de müminlerin sözü olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bu ifadenin öncesi ve sonrası da onların sözleridir. Ancak müminlerin iki sözü arasında Allah Teâlâ’dan bir haber verilmiş olması da mümkündür. Bu da üçüncü şahıs veya ikinci şahıs sıygasıyla yapılır. Kur’an-ı Kerîm’de söz tamamlanmadan ara cümlelerin kullanımı yaygın bir üsluptur. Ayetin anlamı şöyledir: Allah Teâlâ hiçbir kula gücünün yetmeyeceği sorumluluğu yüklemez. Herkes yaptığı iyiliğin karşılığını, yaptığı kötülüğün cezasını alır. كَسب ve اكْتَسَبَ kelimelerinin ikisi de hem iyi hem de kötü iş yapmak anlamında kullanılır. Bir ayet-i kerîmede كَسب fiili [Günah işleyen] (Mâide 5/38) şeklinde, başka ayette de [Evet! Her kim kötülük ederse] (Bakara 2/81) şeklinde kullanılmıştır. Ancak iyilik ve kötülükten aynı anda bahsedildiğinde iki farklı fiil kullanılması kulağa daha hoş gelmektedir. كَسب fiilinin iyilik, اكْتَسَبَ fiilinin kötülük için kullanılması iftiâl babında zorlama anlamı olmasından dolayıdır. Günah ancak kulun kendini zorlaması ve nefsini hareket ettirmesi ile gerçekleşir. İyilikler ise akıl, din, müminler, salih insanlar ve umumi kurallar tarafından zaten beklenilen davranışlardır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
كَسَبَتْ - اكْتَسَبَتْۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَهَا - عَلَيْهَا arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Tıbâk ıstılah olarak da kelamda veya şiirdeki bir beyitte iki zıt şeyi bir arada zikretmek demektir. Bu zıt şeyler isim, fiil veya harf olabilir. Burada ل menfaat, عَلَى ise zarar manasındadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri, Bedî’ İlmi)
اكْتَسَبَتْۜ iftial babıdır. Hem aşama aşama hem de zorla yapılan şeyleri ifade eder.
Bu fiilde işi benimsemek manası da vardır ki bu da nefsin şerre fazla ilgi göstermesinden ve tahsili için fazla çaba harcamasından ileri gelmektedir. (Ebüssuûd)
Lehimize olan كَسب ’de, kazançta kolaylık manası vardır.
كَسب kolay ve iyi şeyler, اكْتَسَبَتْۜ ise zor şeyleri ifade eder. Haramlar ve insanın doğal olarak hoşlanmadığı şeyler insana zor gelir ve alışmak için zaman lazımdır. Alışsa bile ondan hiç mutlu olmaz. İnsanın tabiatı içkiden aslında hoşlanmaz. İnsan onu içmek için tabii meyline karşı direnç gösterir.
اكْتَسَبَ ; kişinin sadece kendisi için kazandığıdır, كَسب ise hem kendisi ve hem de başkası için kazanmaktır. Daha umumidir. (Müfredat)
Görünen o ki, bu cümle Resulün ve müminlerin sözlerinin rivayetinden değil, Cenab-ı Hakk'ın kelamındandır, dolayısıyla söylenen sözler arasında bir itirazdır ve faydası; iman, teslimiyet ve itaatin meyvesini göstermektir. (Âşûr)
كَلَّفْتُهُ الشَّيْءَ فَتَكَلَّفَ (Ben onu bir şeyle mükellef kıldım, o da onu kabul etti) denir. "Külfet" bu kökten bir isimdir. Ayette geçen وُسْعَ ise insanın gücünün yettiği, zorlanmadığı şeydir. Ferrâ, bunun "vücud" (bulmak) ve "cühd" (meşakkat) gibi bir isim olduğunu söylemiştir. Bazıları da وُسْعَ , güçlük bakımından mechûdun (zorlanılan şeyin) altında olan, yani insanın gücü dahilinde olan şeye dendiğini söylemişlerdir. (Fahreddin er-Razi)
الاِكْتِسَابُ kelimesi, الكَسْبُ kelimesinden daha hususidir. Çünkü "kesb" kişinin hem kendisi hem de başkaları için bir şey kazanmasına, kesbetmesine denilir. الاِكْتِسَابُ ise insanın sadece kendisi için birşey kazanması hakkında kullanılır. Mesela, فُلاَنٌ كَاسِبٌ لِاَهْلِهِ (falanca, çoluk çocuğu için kazanıyor, kesbediyor) denilir de, مُكْتَسِبُ لِاَهْلِهِ denilmez. Keşşâf şöyle demektedir: Hayrı işlemek kesb kelimesiyle, şerri yapmak ise iktisâb kelimesiyle ifade edilir. Çünkü iktisâb, bir işte tasarrufta bulunma, çalışıp çabalama demektir. Şer, nefsin arzuladığı şeylerden olup nefis de ona can atıp çoğunlukla onu emredince, nefis onu kazanmak ve elde etmek için çok gayret eder ve çok didinir. İşte bu anlamdan dolayı nefis, şer konusunda "müktesibe" (çalışıp çabalayan) olarak isimlendirilmiştir. Hayır konusunda durum böyle olmayınca nefis, çalışıp çabalamaya delalet etmeyen bir şekilde vasfedilmiştir. Allahu a’lem. (Fahreddin er-Razi, Âşûr)
İki car - mecrurun takdimi de ihtisas ifade eder. (Âşûr )
لَهَا مَا كَسَبَت buyruğundaki lâm, mülkiyyetin istimrar (devamına) ve ihtisasına delalet eder. Bu husus Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:
كُلِّ امْرِىءِ احَقُّ بِكَسْبِهِ مِنْ وَالِدِهِ وَوَلَدِهِ وَسَاءِرِ النَّاسِ اَجْمَعِينَ “Herkes, kendi kazandığına babasından, çocuğundan ve diğer bütün insanlardan daha fazla hak sahibidir" hadisiyle de kuvvet kazanır. (Fahreddin er-Razi)
Onlara Fatiha Suresinde hamd öğretildiği gibi bu duayı yapmayı Cenab-ı Hakk'ın öğretmesi caizdir. (Âşûr)
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı ...لَا تُؤَاخِذْنَٓا nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy üslubunda olmasına rağmen cümle dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ şart üslubunda talebî inşaî isnaddır.
نَس۪ينَٓا şart cümlesi mazi fiil sıygasıyla faide-i haber ibtidaî kelamdır. Öncesinin delaleti sebebiyle hazfedilen cevap cümlesinin takdiri فلا تؤاخذنا (bizi sorumlu tutma)’dır. Cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, ıtnâb sanatı olan hal veya ta’lildir. (İrâbul Müyesser, Mahmut Sâfî)
نَس۪ينَٓا - اَخْطَأْنَاۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Unutmak da hata yapmak da bilgiyle alakalıdır. Bilgi yoksa unutulacak veya hata yapılacak bir şey de yoktur.
لَا تُؤَاخِذْنَٓا "Bizi tutup azarlama’’ sözünün manası, "Bizi cezalandırma" demektir. Allah, günahkâr kimseyi azap ile muaheze eder. Günahkâr kimse de -birine yalvarıp yakaran, eteklerine yapışan kimse gibi- adeta ondan ısrarla af ve ihsan diler ve anlar ki kendisini azaptan kurtaracak O'ndan başka kimse yoktur. İşte bu sebepten dolayı kul, günahından ötürü Allah'tan korktuğunda yine O'na döner ve duaya sarılır.. Dolayısıyla bu durum burada, مُؤَاخَزَةٌ lafzıyla beyan edilmiştir. (Fahreddin er-Razi)
Mufâale babı mübalağa içindir. Yani, ‘’bizi unutkanlığa ve yanılgıya sevk etme!’’ demektir. (Âşûr)
Kastedilen; Allah'ı hoşnut etmeyen unutkanlık, hata yapma ve ihmalin sonuçlarıdır. (Âşûr)
رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
"Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yaptığın gibi bize de ağır bir yük yükleme ."
Bu cümle, kendisinden önceki dua cümlesi üzerine atıftır. İki cümle arasına nidanın girmesi ( رَبَّنَا ), yakarışı daha fazla tebarüz ettirmek içindir. (Ebüssuûd)
Önceki nidanın cevabına matuf olan cevap cümlesi ...لَا تَحْمِلْ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy üslubunda inşâî isnad olmasına rağmen cümle dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Mecrur mahalde masdariye olan مَا ’nın sılası حَمَلْتَهُ müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel ve harfi-cer, لَا تَحْمِلْ fiiline müteallıktır.
Müteallakı حَمَلْتَهُ olan mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ قَبْلِنَاۚ bu mahzuf sılaya müteallıktır. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
اِصْرًا [ağır yük] kelimesinde istiare vardır. Emirler, yasaklar ağır yüke benzetilmiştir. Vech-i şebeh, her iki insanı da zorlayan durumdur.
اِصْرًا ; taşıyıcısını olduğu yere çakılı bırakan, hareket etmesine izin vermeyen ağır yük demektir. Bu kelime birbirini öldürmek yani salihlerin buzağıya tapanları katletmesi, derideki / çarıktaki ve elbisedeki necaset bulaşmış yeri kesip atmak gibi zor mükellefiyetler için istiare yoluyla kullanılmıştır. (Keşşâf, Âşûr)
اِصْرًا , lügatte, kişiyi yerinde hapseden (hareket ettirmeyen) ağır yük anlamındadır. Burada kastedilen mana ise, zor mükellefiyetlerdir. Bununla beraber bu cümledeki kelimeler değişik manalara gelecek şekillerde de okunmuştur. (Ebüssuûd)
اِصْرًا ; Lügatte esas anlamı esaret ve hapis manasıyla ilgili olup, altındakini ezen ve yerinden kıpırdatmayan ağır yük ve bağ demektir ki, boyunduruk gibi ağır misaka, zor dayanılır ahde ve bağımlılığa yine bunun gibi akrabalık ve yakınlığa da denilir. Anlaşılıyor ki, tarihte görüldüğü üzere, yahudi ve hristiyanlar gibi önceki ümmetlerde de katı hükümler ve yükümlülükler vardı. (Elmalılı)
لَا تَحْمِلْ - حَمَلْتَهُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
[Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme!] Yani üzerimize böyle bir ağırlığı ve sorumluluğu yükleme! Bunlar: ağır ibadetler, çok büyük cezalar, şiddetli hükümler, gizledikleri günahların alınlarında ve evlerinin kapılarında görülmesi gibi hallerdir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Önceki nidanın cevabına matuf olan cevap cümlesi ...لَا تُحَمِّلْنَا , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy üslubunda inşâî isnad olmasına rağmen cümle dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul مَا ’nın sıla cümlesine dahil olan لَا , cinsini nefyeden harftir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car - mecrur بِه۪ۚ ’nin muteallakı olan لَا ‘nın haberi mahzuftur.
تَحْمِلْ - حَمَلْتَهُ - تُحَمِّلْنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاعْفُ - اغْفِرْ - ارْحَمْنَا۠ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme!] Yani ‘’bizi devamlı bir şekilde yaptığımızda zorlanacağımız şeylerle sorumlu tutma.’’ Burada asla güç yetirilmeyecek şeyler murat edilmemiştir. Çünkü böyle bir şey kimseden istenmez. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ ; ‘’Bizlere, bizden öncekilere verilen cezaları verme!’’ demektir. Bu şekilde dua eden müminler, daha önceki ümmetlerin mükellef oldukları ağır yükümlülüklerden muaf tutulmayı, sonra da onların bu mükellefiyetleri muhafaza etme konusundaki gevşeklikleri sebebiyle üzerlerine inen cezalardan muaf olmayı talep etmişlerdir. Bir görüşe göre burada kastedilen şey, güç yetirilemeyecek olan ağır mükellefiyetlerdir. Bu durumda ifade, وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا ifadesinin tekrarı mahiyetindedir. (Keşşâf)
وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ makabline atfedilmiş bu üç cümle, emir üslubunda talebî inşâi isnad olmalarına rağmen dua manası taşımaktadırlar. Vaz edildikleri anlamın dışına çıktıklarından dolayı, bu tekipler mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette geçen الطَّاقَةَ kelimesi güç yetirmek ve muktedir olmak anlamlarına gelir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın: وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ buyruğunun zahiri manası, "kendisine güç yetiremediğimiz şeyi bize yükleme!" şeklinde olur. Bu konuda söylenebilecek en son şey, bu lafzın bazı kullanış şekillerinde mecazen istikbâl anlamına geldiğidir... Ancak ne var ki aslolan, lafzı hakiki manasına hamletmektir. (Fahreddin er-Razi)
Cenab-ı Hak önceki ayette لَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا buyurmuşken, burada niçin لَا تُحَمِّلْنَا demiştir? Neden, birincisini "haml" kelimesine; ikincisini de "tahmil" kelimesine tahsis etmiştir? Çünkü; Güç olsa da bazı şeylerin taşınması mümkündür. Fakat takat getirilemeyen, güç yetmeyen şeyler de vardır ki bunları taşımak mümkün değildir. Takat getirilemeyen şeyde söz konusu olan ise, onun sadece "yüklenilmesi" (tahmîl)'dir. Zor ve meşakkatli olan şeye gelince, bunu hem taşımak (haml), yüklenmek; hem de başkasına yüklemek (tahmîl) mümkündür. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak son ayet-i kerimede "tahmîl" (yüklemek) kelimesini zikretmiştir. (Fahreddin er-Razi)
Allahu Teâlâ müminleri cemi sıyga ile ifade ederek, [Eğer unuttuk yahut yanıldıysak, bizi tutup azarlama; bizden öncekilere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme; takat getiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme!] diyerek, toplu bir biçimde bu duaları yaptıklarını nakletmiştir. Dua zamanında bir araya gelmenin faydası nedir?
اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Mübteda ve haberden müteşekkil اَنْتَ مَوْلٰينَا cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olup sübut ifade eder.
Ayetin son cümlesine dahil olan فَ ta’liliyedir. Sebep bildiren ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. ...انْصُرْنَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda inşâî isnad olmasına rağmen cümle dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Buradaki فَ harfi mevla oluşu tefri’ (niteleme) içindir. Çünkü mevla’ya düşen kölesine yardım etmek, zafer vermektir. (Âşûr)
الْقَوْمِ , الْكَافِر۪ينَ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
لَنَا - إِن - رَبَّنَا - لَا - عَلَى kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bakara Suresinin son iki ayeti hüsnü’l-hâtime sanatının en güzel örneğidir.
Kur’an-ı Kerim’deki herhangi bir surenin ağırlık noktasını oluşturan temel konunun genel olarak ayet sonlarına yansıması da muhakkak ki bir uyumun göstergesidir. Bakara suresinin fasılaları genel olarak takva içerikli fiillerle sonlanmaktadır. (Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Hasan Uçar Doktora Tezi)
حَمل fiili de sülasi mücerred ve tef’îl babı iki farklı babda gelmiştir. Tef’îl babı fiile; çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
Burada tef’îl babı tadiye içindir. (Âşûr )
Bu cümlede niçin رَبَّنَا lafzı zikredilmemiştir? Cevap: Nida etmeye ancak uzaklık söz konusu olduğu zaman ihtiyaç duyulur. Nida edilen şey yakın olduğunda ise, nidaya ihtiyaç duyulmaz. Bu duada رَبَّنَا nidası, kulun yalvarıp yakarmaya devam ettiğinde Allah'a kurbiyete nail olacağını bildirmek için hazf edilmiştir. Bu, kendisiyle başka sırlara muttali olunacak büyük bir sırdır. (Fahreddin er-Razi)
Cenâb-ı Hakk'ın اَنْتَ مَوْلٰينَا [Sen Mevlamızsın bizim] buyruğunda şöyle bir anlam vardır. Bu kelime, kulun son derece huşu ve inkiyâd içinde bulunduğunu; kendisine ulaşan her nimetin sahibinin Allah olduğunu ve elde ettiği her türlü ikramı ve ihsanı O'nun lütfettiğini itiraf ettiğini gösterir. Hiç şüphesiz işte bu sebeple kullar dua ederken, Allah'ın lütfu ve ihsanına dair söz ederlerken kendilerinin, ancak Cenab-ı Hakk'ın tedbiriyle işlerinin tamamlanacağı bir çocuk ve ancak Mevlasının ıslahıyla işlerinin yoluna gireceği bir kul durumunda olduklarını; Allahu Teâlâ'nın gökler ve yerin Kayyûm'u olduğunu, bütün işleri yoluna koyan olduğunu, "Ne güzel Mevla, ne güzel yardımcı" (Enam. 40) ayetinde de belirttiği gibi, hakikatte her şeyin müdebbiri (yöneticisi) O olduğunu izhar etmişlerdir. (Fahreddin er-Razi)