Bakara Sûresi 48. Ayet

وَاتَّقُوا يَوْماً لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـٔاً وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ  ...

Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَّقُوا ve sakının و ق ي
2 يَوْمًا günden ي و م
3 لَا
4 تَجْزِي cezalandırılmaz ج ز ي
5 نَفْسٌ hiç kimse ن ف س
6 عَنْ -den(günahından)
7 نَفْسٍ kimse- ن ف س
8 شَيْئًا bir şey ش ي ا
9 وَلَا
10 يُقْبَلُ kabul edilmez ق ب ل
11 مِنْهَا kimseden
12 شَفَاعَةٌ şefaat da ش ف ع
13 وَلَا
14 يُؤْخَذُ ve alınmaz ا خ ذ
15 مِنْهَا ondan
16 عَدْلٌ fidye de ع د ل
17 وَلَا ve yapılamaz
18 هُمْ onlara
19 يُنْصَرُونَ hiçbir yardım ن ص ر
 
Şefaat “bir kimsenin bağışlanması için onun adına af dileme, maddî veya mânevî bir imkânı elde etmesi için yetkilisi nezdinde aracılık yapma”, özellikle dinî bir terim olarak “günahkâr bir müminin affedilmesi veya yüksek derecelere ulaşması için Allah nezdinde mertebesi yüksek olan birinin O’na dua etmesi, dilekte bulunması” anlamına gelmekte ve daha çok bu yüksek mertebeli kulların, âhirette günahkârların bağışlanması yönünde vuku bulacak dileklerini ifade etmektedir.

Kur’an’ın ilgili âyetlerinin üslûbundan, âhirette şefaat mümkün olmakla birlikte bunun son derece sınırlı tutulacağı ve insanların şefaate bel bağlamadan, kendi kurtuluşları için yine kendilerinin çaba göstermesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında insan için gerekli olan şey, zaman kaybetmeden tevhid inancına sarılarak, Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmek ve ahlâkını düzeltmek, geçmişteki günahlarından dolayı da tövbe etmektir. Çünkü gerek Kur’an-ı Kerîm’de gerekse hadislerde içtenlikle yapılacak tövbelerin geri çevrilmeyeceğine dair çok açık ve kesin açıklamalar vardır. Kur’an’ın şefaat konusundaki ümit kırıcı üslûbu, şefaat beklentisinin insanları dinî ve ahlâkî hayatlarında gevşekliğe sürüklemesinden; yine Kur’an’ın tövbelerin kabul buyurulacağına dair çok net ve ümit verici ifadeleri ise, tövbenin kişiye hatalı inanç ve davranışlarını terkettirmesinden, böylece düzeltici ve ıslah edici bir fonksiyon icra etmesinden ileri gelmektedir.
 

وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

Ayet, atıf harfi وَ  ‘la önceki ayetteki nidanın cevabına matuftur. 

Fiil cümlesidir. اتَّقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَوْمًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzaf mahzuftur.Takdiri, هول يوم  şeklindedir. 

لَا تَجْز۪ي  cümlesi,  يَوْمًا ‘ nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَجْز۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. نَفْسٌ  fail olup damme ile merfûdur. عَنْ نَفْسٍ  car mecruru  تَجْز۪ي  fiiline mütealliktir. 

شَيْـًٔا  masdardan naib, mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri لا تجزي شيئا من الجزاء (Kişi bir cezayla karşılık vermez) şeklindedir. Bu cümlede mevsufa raci olan ait zamiri hazfedilmiş olup  لَا تَجْز۪ي فيه  şeklinde takdir edilir.

اتَّقُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi, وقي ’dır. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. 

Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

 وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ

Cümle, atıf harfi وَ ‘ la  لَا تَجْز۪ي  cümlesine matuftur. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُقْبَلُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. مِنْهَا  car mecruru  يُقْبَلُ  fiiline mütealliktir.  شَفَاعَةٌ  naib-i fail olup damme ile merfûdur.

وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ

Cümle, atıf harfi وَ ‘ la  لَا تَجْز۪ي  cümlesine matuftur. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْخَذُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. عَدْلٌ  naib-i fail olup damme ile merfûdur. مِنْهَا  car mecruru  يُؤْخَذُ  fiiline mütealliktir.

 وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

Cümle, atıf harfi وَ ‘ la  لَا تَجْز۪ي  cümlesine matuftur. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هم  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُنْصَرُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

يُنْصَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

 

Ayet, nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi temasüldür.

Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Sıfat olan... لَا تَجْز۪ي cümlesidir, dolayısıyla ayette ıtnâb  vardır.

شَيْـًٔا ’deki tenvin hiç bir şey anlamına gelir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.

نَفْسٌ ve شَيْـًٔا kelimelerinin nekre olması, “hiçbir kimse hiçbir şeye sahip olamaz” anlamı katmakta; böylece bütün arzu ve beklentiler boşa çıkarılmakta, ümitler tamamen kesilmektedir.

Burada fiiller hep meçhul gelmiştir. Bunun nedeni failden ziyade fiile dikkat çekmektir.

نَفْس ’in tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

.وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ cümlesi, sıfat olan تَجْز۪ي cümlesine وَ ‘la atfedilmiştir. Ciheti camia temasüldür. Meçhul menfi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, faile önemine binaen takdim edilmiştir.

وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ

Bu cümle de تَجْز۪ي fiiline temasül nedeniyle atfedilmiştir. Önceki cümleyle aynı formda gelmiştir.

عَدْلٌ fidye anlamında kullanılmıştır. Kevn-i lâhik alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Bir şeyin gelecekte alacağı şeklin adı şimdiki zamanda kullanılmıştır. Mesela, İbrahim a.s. çocuk ile müjdelenirken bu çocuğa “gulam” denilmiştir. Halbuki gulam, ergen için kullanılan bir kelimedir, yeni doğan için kullanılmamaktadır. Orada ona veled değil, gulam verilecek denmesi, kevn-i lâhik alakası ile mecazi mürseldir.

 وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

تَجْز۪ي ’ya atfedilen son cümle, olumsuz isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin, muzari fiil şeklinde gelmesi hudûs, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzarideki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın dikkati uyarılır.

Müsnedün ileyhin olumsuz siyakda takdimi, kasır ifade eder. “Onlara kesinlikle yardım edilmeyecektir” anlamı vardır. هُمْ, maksurun aleyh, يُنْصَرُونَ maksurdur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ifadesindeki هُمْ zamiri, öncesinde geçen ve nekre olarak ifade edilen نَفْس ’in  ifade ettiği “çok sayıda kimse”ye işaret eder; نَفْس müennes olduğu halde, onlara işaret eden ْهُمْ zamirinin müzekker olması ise “kullar” ve “insanlar” anlamının esas alınmasındandır. (Keşşâf)