اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Allah Teâlâ’dan vahiy yoluyla geldiğinde ve takvâ sahipleri için doğru yolun kılavuzu olduğunda şüphe bulunmayan Kur’an-ı Kerîm’i kendilerine rehber edinen müttakilerin (âyet ve hadislerde açıklanan iman, ibadet ve ahlâk yolunu benimseyenlerin, yaşayanların) doğru yolda olmaları mantık gereği ve tabiidir. “Rablerinden gelen doğru yol üzerinde olanlar ancak onlardır” cümlesi bu tabii ve mantıkî sonucu açıklamakta ve teyit etmektedir. Her yolun ulaştığı bir son, bir menzil, bir hedef vardır; burası yolu takip edenlerin ulaşmak istedikleri yerdir, yolu seçenler buraya ulaşmak için seçmişlerdir. Dünyada her bir yolun, oradan gideni nereye götüreceği bellidir, bilenlerden sorulur, öğrenilir ve yol takip edilerek istenilen yere ulaşılır. Fert ve topluluklar olarak davranışlarımızın, yapıp ettiklerimizin ne sonuç vereceği, bizi nereye götüreceği, hem geçici hem de ebedî âlemde bize neleri kazandırıp neleri de kaybettireceği konusunu bilmek için yalnızca insanî bilgi kaynakları yeterli değildir. Bu sebepledir ki, girilen yollar çok kere çıkmaz olmuş, iyi sanılıp umulan sonuçlar elde edilememiş, elde edilenlerin iyi olmadığı anlaşılmış, fertler ve gruplar mutsuz olmuş; sıkıntılar, krizler, olumsuzluklar birbirini kovalamıştır. İnsanın Allah, kâinat ve diğer insanlarla ilişkisinde tutacağı doğru yol –dinin rehberliğinin dışlandığı durumların çoğunda– bulunamamıştır, bulunamayacaktır. Yalnız takvâ sahiplerinin bu yolda olduklarını bildiren âyet işte bu gerçeği dile getirmektedir. Yol doğru seçilmişse ve insanlar o yolda usulünce yürüyorlarsa hedefe ulaşılacaktır, bu hususta şüpheye yer yoktur. Dünya hayatı bir yolculuk olarak düşünülürse yolcunun amacı mutluluktur; korktuklarından kurtulup umduklarına nâil olmaktır. İşte kurtuluş budur, zafer ve felâh buna denir. İslâm, her gün beş kere ezanda “haydin felâha!” diyerek insanları kurtuluşa, iki cihan saadetine çağırmaktadır. Kur’an-ı Kerîm’i rehber edinenlerin buna erişecekleri müjdesini ise birçok benzeri gibi konumuz olan âyet de en güçlü üslûpla açıklamaktadır: “Kurtuluşa erenler ancak onlardır.”
Bakara sûresinin bu ilk beş âyetinin hüküm ve mâna bakımından büyük önemi yanında, hadislerde mânevî özellik ve şifa hususiyetlerinin bulunduğu da bildirilmiştir (meselâ bk. Dârimî, “Fezâilü’l-Kurân”, 13-15).
اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى هُدًى car mecruru mahzuf habere mütealliktir. مِنْ رَبِّهِمْ car mecruru, هُدًى ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ atıf harfi وَ ‘ la ilkine matuftur.
İşaret ism-i اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir. الْمُفْلِحُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْمُفْلِحُونَ ise haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
هُمُ الْمُفْلِحُونَ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُفْلِحُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُدًى kelimesi maksur isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir.
Maksur isimlerin nekre halinde sonundaki elif-i maksure kelimenin kök harflerinden biriyse bütün irab halleri takdiren olur ve tenvinli fetha ile yazılır ve okunur. Eğer ki kök harflerinden biri değilse bütün irab halleri yine takdiren olur, ancak tek fetha ile yazılır ve okunur. Çünkü sondaki illet harfi ilave olunca kelime gayr-ı munsarif olup cer ve tenvini kabul etmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ [İşte onlar] Yani onlar önceki ayetlerde zikredilen kimseler. اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ [Ve (…) iman edenler] [Bakara 2/3] ayetini ilk ayette geçen “müminler” kelimesinin sıfatı ya da onlara atıf olarak kabul eden kimselere göre bunlar gayba ve daha sonra zikredilecek diğer hususlara iman etmekle nitelendirilmiş olan takva sahipleridir. Bu durumda cümle هُمْ يُوقِنُونَ [Onlar yakîn ile iman ederler.] (Bakara 2/4) ayeti ile tamamlanmıştır ve bu ayetin başındaki اُو۬لٰٓئِكَ [İşte onlar] ifadesi mübtedadır. عَلٰى هُدًى [Bir hidayet üzeredirler.] ifadesi ise bu mübtedanın haberidir. Fakat “Ve (…) iman edenler” Bakara 3. ayetinin başındaki وَ harfinin mübteda (yani cümle başlangıcı) olduğunu söyleyenlere göre “İşte onlar” ifadesi bu mübtedanın haberidir ve özellikle “Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de iman ederler. وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَوَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ [Ahirete de yakîn ile (kesin olarak) inanırlar.] (Bakara 2/4) ayetinde sözü edilen kimselere işaret eder. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek ve tembih içindir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلٰى هُدًى ’in müteallakı olan haber mahzuftur.
Ayetin atıfla gelen وَأُو۟لَـٰۤىِٕكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ şeklindeki ikinci cümlesi istînâfa matuftur.
Cümlenin fasıl yapılmaksızın وَ ile atfedilmesi cümleler arasında kemâl-i ittisal ile kemâl-i inkita’ olması sebebiyledir. (Âşûr)
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Müsnedin الْ takısıyla marife olması bu vasfın, müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.
هم zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için, îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haber olan الْمُفْلِحُونَ ism-i fail vezninde gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Bunun manası, haddi aşma özelliğinin onlarda sabit olduğudur.
Müsnedin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَّبِّهِمۡ izafeti; هِمۡ zamirinin ait olduğu kişilere tazim ve teşrif ifade eder. Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle رَّبّ isminde tecrîd sanatı vardır.
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ , hazfi mümkün olduğu halde muttakilerin şanının yüceliğini vurgulamak ve onların durumuna gereken önemin verildiğini göstermek için zikredilmiştir. Beyzâvî’nin konuyla alakalı izahı şöyledir: “Burada ism-i işaret; muttakilerin gayba iman, infak gibi sıfatları taşımalarının her iki hasleti de (dünyada hidayet, ahirette kurtuluş) gerektirdiğine ve o iki hasletin her birinin onları diğerlerinden ayırmaya kafi geldiğine dikkat çekmek için tekraren zikredilmiştir. Beyzâvî’nin açıklamalarından anlaşıldığına göre zamirin ikinci kez zikredilmesi, muttakilerin durumunu daha iyi açıklamak içindir. Müfessirimiz, ayette yer alan diğer edebî incelikleri ise şu veciz ifadelerle aktarır: “Allah Teâlâ muttakilerin, hiç kimsenin elde edemediği şeylere nasıl nail olduklarına çeşitli yönlerden dikkat çekmiştir. Şöyle ki; kelamı gayet veciz bir tarzda işaret ismi üzerine kurmuş ve onu tekrar etmiş, haberi de المفلحون şeklinde marife yapmıştır. Muttakilerin kadr-i kıymetini göstermek ve izlerini takip etmeye teşvik için de araya fasıla olan هم zamirini koymuştur.
Beyzâvî, ayetin tefsirinde şöyle der: هم zamiri, haberi sıfattan ayıran ve nispeti tekid eden fasıladır. Müsned’in müsnedün ileyhe tahsisini ifade eder. Ya da هم zamiri, mübtedadır. المفلحون ‘de haberdir. هم المفلحون cümlesi de أُو۟لَـٰۤىِٕكَ 'nin haberidir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
عَلٰى هُدًى ifadesinde yer alan عَلٰى cer harfindeki isti’lâ manası sadece bir temsildir ve takva sahiplerinin idrakı demektir. Burada takva sahiplerinin hidayetin üzerine çıkmaları değil, -temsili bir mana olarak- kararlılıkları belirtiliyor. Buna sağlam bir şekilde bağlılıklarına değiniliyor. Böylece bunların durumları adeta bir şeyin üzerine çıkıp binen manasında temsili bir anlatımdır. Nitekim bunun bir benzer ifadesi de, ”hak üzerinde, batıl üzerinde ” şeklinde kullanılmakta ve bu ifade de durumu açıkça ortaya koymaktadır. (Nesefî/Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
هُدࣰى مِّن رَّبِّهِمۡ [Allah katından verilen bir hidayet üzere.] Burada, هُدࣰى kelimesinin nekre olarak getirilmiş olması kimsenin künhüne, incelik ve detayına ulaşamayacağı bir tür hidayet anlamındadır. Sanki, "Hangi hidayet üzerindedirler?" denilir gibi bir ifadedir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
علي, isti’la manası taşır. Onlar hidayeti kaplamışlar gibi ifade edilmiştir. Hidayeti bir binek gibi düşünüp bu insanların hidayetin üzerine bindikleri gibi bir mana dile getirilmiştir. Sanki bineğin, yani hidayetin kontrolü onların elindedir. Tersini söyleyerek mübalağa sanatı (kalb) yapılmıştır. (Kalb sanatında deveye havuzu gösterdi yerine, dikkati çekmek için havuza deveyi gösterdi şeklinde mef‘ûllerin yeri değiştirilir.) Burada da sanki öyle yapılmış, takva sahipleri hidayetin üzerine binmiş, tamamen ona hakim olmuşlardır. Halbuki hidayet onlara hakim olmuştur.
Bu ayette ikinci cümledeki ism-i işaretin zikri; daha fazla izah, zihinde yerleştirmek, müsnedin sadece bunlara mahsus olduğunu tekid için gelmiştir. İşte felah; Rab’lerinden bir hidayet üzere olan bu kişilere, başkalarına değil, sadece onlara mahsustur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ' nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İki unsurla tekid edilen cümlede müsnedin ال takısıyla marife olması, herkes tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında, tahsis ifade eder. Ayetteki ikinci tekid, fasıl zamiridir.
ٱلۡمُفۡلِحُونَ kelimesindeki lâm-ı tarif, cins içindir.
هُمُ الْمُفْلِحُونَ sözündeki zamir fasl içindir. الْمُفْلِحُونَ ‘daki tarif ise cins içindir. Buradaki duruma göre bu şekildeki ifade daha açıktır. Maksad felaha erişenlerin bunlar olduğunu ifade etmektir. Cins lamı ile marife olan müsnedin, marife müsnedin ileyhe isnadı ihtisas ifade eder ve fasl zamiri ihtisas manasını tekid etmiş olur. Marifeliğin cins için olmasına gelince ki bu açıktır; müsnedün ileyhin müsned ile de marife oluşu çoğunlukla ihtisas ifadesinin şanındandır. Ama burada sadece hakiki ihtisas manası ifade eder. Bir mananın öneminin haberle ifade edilmesidir. (Âşûr)
Burada müsnedin marifeliği, “işte daha önce kurtulacaklarını duyduğun kişiler kurtulmuştur” vurgusunu taşır.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ‘den önce müttakiler için bir çok vasıf zikredilmiştir. Bundan sonra da onların hidayet üzere ve felaha erenler oldukları zikredilmiştir. Burada ism-i işaret; kendisinde bu sıfatların toplandığı müşarun ileyhin; hidayete layık olduğuna, bu hidayetin şanının da zillete düşmemeleri, dünya hayatının fitnelerine aldanmamak olduğuna işaret için gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bilindiği gibi fasl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasırlarda, fasl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nisbetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasırlarda vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ [Onlar bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa ermişler ancak onlardır.] ayetinde, muttakilerin şanının yüceliğini vurgulamak için اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti iki defa zikredilmiştir. هم zamiri ise hasr ifade etmek için getirilmiştir. Sanki; "Kurtuluşa erenler onlardır, başkaları değildir’’ denilmiştir. (Safvetü't Tefâsir)
اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ Bu son cümlelerde cem sanatı vardır. Önceki ayetlerde belirtilen muttakilerin özellikleri, ‘onların dosdoğru bir yolda oldukları” ve “kurtuluşa erenlerin de onlar oldukları” hükmünde birleştirilmişlerdir. Daha önce de muttakilerin vasıfları taksim sanatı yapılarak bildirilmişti, dolayısıyla cem' ma’at-taksim sanatı oluşmuştur.
Zemahşeri burada geçen ihbari cümlelerin hepsinin muttakilerin mertebelerini göstererek onların istedikleri ve nail oldukları şey konusunda inananları teşvik ettiğini ifade etmiştir. Buna dayanarak yukarıda geçen bu ihbarî cümlelerin temel amacı dışında teşvik anlamında kullanıldığını söylemek mümkündür. (Elif Yavuz, Belagat İlminde Haber Ve İnşa (Bakara Suresi Örneği))