اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Küfür (küfr) kelimesinin lugat mânası “örtme”dir, kâfir de “örten” demektir. Ektiği tohumun üzerini toprakla örttüğünden dolayı çiftçi için de kâfir kelimesi kullanılmıştır.
Din dilinde küfür, “hak dinin getirdiği gerçekleri kabul etmemek, onların üstünü örtmek, yok saymak”tır.
Dilimizdeki “inkâr etmek” tabiri bu mânaya, diğer kelimelerden daha uygun düşmektedir. Ayrıca Türkçe’de küfür kelimesi terim anlamı yanında “sövme, hakaret etme” mânasına da geldiği için gerek burada gerekse meâl ve tefsirin diğer yerlerinde çoğunlukla “küfür” yerine “inkâr”, “kâfir” yerine de “inkârcı” veya “inkâr eden” kelimeleri tercih edildi.
(Diyanet Kuran Yolu Tefsiri)
Nezera نذر :
نَذْرٌ kişinin kendisi için zorunlu/vacip olmayan bir şeyi o işin olması şartına bağlı olarak zorunlu kılmasıdır.
إنْذارٌ ise içinde korku bulunan bir haber vermedir. Nitekim (تَبْشِيرٌ) tebşirde içinde müjde olan bir haber vermedir.
نَذِيرٌ içinde korkutmanın bulunduğu bir haberi veren kimsedir. Bu kavram insan olsun başka bir şey olsun uyarma niteliği taşıyan her şey için kullanılır. Çoğulu نُذُرٌ şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 130 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri nezir ve inzardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘ dır. İrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
سَوَٓاءٌ kelimesi اِنَّ ‘ nin haberi olup damme ile merfûdur. Veya mukaddem haber olup damme ile merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecrur سَوَٓاءٌ ’ e mütealliktir. Takdiri, سواء عليهم إنذارك لهم أم عدم إنذارك (Senin onları korkutmanda korkutmamanda birdir.) şeklindedir.
Hemze tesviye manasında istifham harfidir.. Çünkü hemze-i tesviye, kendisinden sonra gelen cümleyi masdar (müfred) hükmüne koyar. Hemze ve masdar-ı müevvel, muahhar mübteda veya سَوَٓاءٌ ‘nin faili olarak mahallen merfûdur.
Tesviye hemzesi mütekellimde iki işin eşitlenmesi olup hemzenin yardımıyla yapılabilen
bir terkiptir. Tesviyede hemzenin ve أم edatının kullanılması sözü anlamaktan çok istifhâm anlamını vermek içindir.
اَنْذَرْتَهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَمْ atıf harfi hemzenin muadilidir.Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تُنْذِرْهُمْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi اِنَّ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْذَرْتَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, arkadan gelen habere dikkat çekmek ve inkâr edenleri tahkir içindir.
الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ifadesindeki geçmiş zaman kipi hakikati inkar edenlerin bu inkarlarında bilinçli bir niyetin varlığını gösterir. Onların bu tavrı tam anlamıyla bir ‘’inkara saplanıp kalma’’ halidir. Zemahşerî’ye göre bu marifelik ahd için de olabilir. Bu durumda kafirler ile kastedilen Ebu Cehil, Ebu Leheb, Velîd bin Muğîre gibi keişilerdir. Ancak buradaki marifeliğin cins anlamında olması da mümkündür. Bu durumda söz konusu ifade küfründe ısrar edip de bir daha dönmeyecek olan herkesi kapsar. Bu ayetin küfründe ısrar edenleri kapsamına aldığına devamındaki ‘’onları uyarsan da uyarmasan da onlar açısından fark etmez.’’ ibaresi delalet etmektedir. (Mustafa Yıldız, Son Mesaj)
سَوَٓاءٌ eşitlik anlamında bir isimdir, diğer masdarlar gibi bu da sıfat olarak kullanılmıştır.
Hemze ve أمْ edatı, sadece eşitlik anlamı verir. Dolayısıyla bu iki edatın soru anlamı burada söz konusu değildir. Sîbeveyhi (v.180/796) şöyle demiştir: “Bu durum nida harfi için geçerli olduğu gibi istifham harfi için de geçerlidir. Yani burada soru harfi olan hemze ve َأمْ edatı, sûret olarak soru harfi olsa da, mana olarak ortada bir soru yoktur. Tıpkı أيّتُهَا ifadesinde nida anlamının olmaması gibi. (Keşşâf)
كَفَرُو - یُؤۡمِنُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, ْتُنْذِرْهُم - ءَأَنذَرۡتَ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَوَاۤءٌ عَلَیۡهِمۡ cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i muteriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
Ayette ءَأَنذَرۡتَهُمۡ ve أَمۡ لَمۡ تُنذِرۡهُمۡ لَا یُؤۡمِنُونَ cümleleri istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp muhatabın dikkat kesilmesini sağlamak amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi اِنَّ ’nin ikinci haberidir. Menfi muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَفَرُوا۟ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Bu ayeti tefsir eden Beyzâvî, ayette geçen istifhamın tesviye anlamında olduğunu şöyle izah eder: ‘’Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede إنْذَارْ masdarı yerine ءَأَنذَرۡتَ fiilini kullanmıştır. Çünkü fiilde teceddüd (yenilenme) anlamı hatıra gelir. Bir de fiil olunca başına istifham edatı hemze ile atıf edatı أمْ ‘ in gelmesi yerinde olmuştur. Zira bu iki harf tesviye manasını tekid ve takrir (tesbit) etmek için gelmiş olup, burada aslî manalarından çıkıp tesviye/müsavilik ifade eder. Yani hakkı kabule yanaşmayan inatçı kâfirleri uyarmakla uyarmamanın eşit olduğunu bildirir.’’
Bu ayet-i kerime, öncesindeki عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُون [İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır] ayetine atfedilmemiştir. Zühaylî’nin beyanına göre Allah Teâlâ önceki ayetlerde müminlerin durumunu beyan ettikten sonra aralarındaki karşılaştırma münasebetinden dolayı bu ayette kâfirlerin durumunu zikretmeye başlamıştır. Çünkü küfür imanın zıddıdır. Müminler kurtulacaklar, kâfirler ise helak olup cehennemde ebediyyen kalacaklardır. İzahtan da anlaşıldığı üzere iki cümle arasında tam bir farklılık bulunmaktadır. Ancak Zühaylî açıkça kemâl-i inkıtâ ifadesini kullanmamıştır.
Nitekim Zemahşerî’nin izahına göre, buraya kadar zikredilen ayetlerde Allah Teâlâ velilerinden, halis kullarından, onları kendisine yakın olmaya ehil kılan sıfatlarından bahsetmiş ve kitabın hassaten bunlar için bir hidayet ve lütuf olduğunu ifade etmiştir. Peşinden de bunların zıddı konumunda olan, hidayet kendilerine fayda vermeyen, lütf-u ilahiye layık olmayan, kitabın bulunup bulunmaması ve peygamberin onları uyarıp uyarmaması kendileri için müsavi olan inatçı ve azgın kafirleri zikretmiştir. Dolayısıyla bu iki kısım arasında amaç ve üslup farkı bulunduğu için atıf harfine gerek olmayan bir konumdadır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
اِنَّ harfinde tekid manası vardır. İsim cümlesi yerine fiil cümlesi olması (كافرون kelimesi yerine mazi fiil gelmesi) dolayısıyla, Elmalılı Hamdi Yazır bu ifadeyi küfre saplananlar olarak tercüme etmiştir. Böylece küfrün onlarda yerleşik olduğu ifade edilmiştir.
İsm-i mevsûller (الذي- التي) herkesin muhakkak bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bahsi geçen inkârcı zümre, Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez, إنّ الكافرون gelirdi.
اَنْذَرْتَهُمْ [İster uyar], لَمْ تُنْذِرْ [ister uyarma], onlar için değişmez, iman etmezler. Burada tıbâk-ı selb vardır. أنْذَرَ fiili hem olumlu hem olumsuz olarak gelmiştir.
Altıncı ayetten itibaren küfredenlere geçilmiştir. كَفَرُو ile يُأْمِنُ arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ [Onları korkutsan da korkutmasan da aynıdır, onlar iman etmezler] ayetinde Hz.Peygamber (s.a.v.)' in kâfirlerin iman etmesini beklememesi ifade edilmektedir. Bu cümle onların küfür ve taşkınlıktaki aşırılıklarına ve iman kabiliyetlerinin olmayışına dikkat çekmektedir. Onların kesinlikle iman etmeyecekleri vurgulanmıştır. (Safvetü't Tefâsir)