Bakara Sûresi 61. Ayet

وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْراً فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟  ...

Hani, “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ hani
2 قُلْتُمْ siz demiştiniz ki ق و ل
3 يَا مُوسَىٰ Musa
4 لَنْ asla
5 نَصْبِرَ biz dayanamayız ص ب ر
6 عَلَىٰ
7 طَعَامٍ yemeğe ط ع م
8 وَاحِدٍ bir و ح د
9 فَادْعُ du’a et د ع و
10 لَنَا bizim için
11 رَبَّكَ Rabbine ر ب ب
12 يُخْرِجْ çıkarsın خ ر ج
13 لَنَا bize
14 مِمَّا şeylerden
15 تُنْبِتُ bitirdiği ن ب ت
16 الْأَرْضُ yerin ا ر ض
17 مِنْ -nden
18 بَقْلِهَا sebzesi- ب ق ل
19 وَقِثَّائِهَا ve acurundan ق ث ا
20 وَفُومِهَا ve sarımsağından ف و م
21 وَعَدَسِهَا ve mercimeğinden ع د س
22 وَبَصَلِهَا ve soğanından ب ص ل
23 قَالَ dedi ki ق و ل
24 أَتَسْتَبْدِلُونَ değiştirmek mi istiyorsunuz? ب د ل
25 الَّذِي olanı
26 هُوَ o
27 أَدْنَىٰ daha aşağı د ن و
28 بِالَّذِي olanla
29 هُوَ o
30 خَيْرٌ iyi خ ي ر
31 اهْبِطُوا inin ه ب ط
32 مِصْرًا bir şehre م ص ر
33 فَإِنَّ şüphesiz
34 لَكُمْ sizin için vardır
35 مَا şeyler
36 سَأَلْتُمْ istediğiniz س ا ل
37 وَضُرِبَتْ ve vuruldu ض ر ب
38 عَلَيْهِمُ üzerlerine
39 الذِّلَّةُ alçaklık ذ ل ل
40 وَالْمَسْكَنَةُ ve yoksulluk (damgası) س ك ن
41 وَبَاءُوا ve uğradılar ب و ا
42 بِغَضَبٍ bir gazaba غ ض ب
43 مِنَ -tan
44 اللَّهِ Allah-
45 ذَٰلِكَ işte bu
46 بِأَنَّهُمْ şüphesiz öyle
47 كَانُوا oldu ك و ن
48 يَكْفُرُونَ (çünkü) inkar ediyorlar ك ف ر
49 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
50 اللَّهِ Allah’ın
51 وَيَقْتُلُونَ ve öldürüyorlardı ق ت ل
52 النَّبِيِّينَ peygamberleri ن ب ا
53 بِغَيْرِ etmediği halde غ ي ر
54 الْحَقِّ hak ح ق ق
55 ذَٰلِكَ işte bu
56 بِمَا sebebiyledir
57 عَصَوْا isyan etmeleri ع ص ي
58 وَكَانُوا ve oldukları ك و ن
59 يَعْتَدُونَ sınırı aşmış ع د و
 

Bu bize Adem as kıssasını hatırlatıyor. Onlar da cennette yorulmadan rızıklandırılıyorlardı. Onlara da ihbitû buyurulmuştu. Ve şimdi dünyada çeşit çeşit, türlü nimetler var ama bunu elde etmeleri için çalışmaları gerekir, herşey hazır değildir.

Havariler de Hz. İsa’dan maide, yani hazırlanmış bir sofra istiyorlar. Onlar da “dua et Rabbine” diyerek aynı edepsizliği yapıyorlar. Biz buna iktibas sanatı diyoruz. Ayetler birbirini hatırlatıyor. O zaman daha iyi anlaşılıyor. Konu birinde daha kısa, diğerinde daha geniş anlatılmıştır.

Peygamberleri öldürmek, aynı anda, aynı nesil içinde Hz. İsa, Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya öldürülmüştür.

Burada “hayır” ile “edna” yı, özgürlük ve kölelik olarak düşünebiliriz. Çünkü özgürlüğün karşısında hazır yemek var, köleliğin karşısında kişiliğin zedelenerek çalışılması var.

İsrailoğulları Firavun’dan kurtuldukları halde daha önce yaşadıkları kölelik psikolojisinden kurtulamamışlardı. Köle ruhlu oldukları için eskiden yedikleri gıdaları (sebze, salatalık, sarımsak, mercimek, soğan) tekrar yemeyi arzu ettiler. Hangi gıdaların daha değerli olduğunu bilemediler. Ancak gelişmiş ve şahsiyetli toplumlar hangi düşüncenin, neyin daha değerli olduğunu bilir ve neyi tercih edeceğinin farkında olur. Çare; Kur’ân kapısından içeri ve medeniyet şehrine girilmesidir. Medeniyet ise hukukla olur. Örneğin Medine kelimesi ‘hukukun uygulandığı yer’ manasındadır.

İsrailoğullarına bundan dolayı zillet ve miskinlik damgası vurulmuştur. Biz Müslümanlara verilen mesaj ise; Bu zamanda Kur’ân hükümlerini uygulayarak ve medeniyet kurarak teknoloji üretmezsek bizim de zillet ve miskinlik içinde bir toplum haline gelebileceğimizdir.

Tüm bunlara ilaveten, daha da kötüsü, İsrailoğulları bir de Allah’ın gazabına uğramışlardır. Bunun sebebi de Allah’ın ayetlerini inkar etmeleri, Peygamberleri haksız yere öldürmeleridir. Allaha karşı ileri giderek sınır tanımamış ve isyan etmişlerdir. Allahu Teala asla yargısız infaz yapmaz. Şeytana bile neden insana secde etmediğini sormuş, sebebini öğrenince onu huzurundan kovmuştur.

Müslümanlar Allah’ın sınırlarını aşmama konusunda çok dikkatli olmalıdırlar. Ayet bize ‘’İşte Allah’ın sınırları bunlardır’’ denen Nisa Suresi 13. ayetini hatırlatmaktadır. İktibas sanatı vardır.

Tefsiri yapılan 60. ayette İsrailloğulları Hz. Musa’ya ‘Rabbine bizim için dua et’ derken aslında kendileri bu Rabbe inanmadıkları halde alaycı bir tavır sergilemektedirler.

Yetiştirdi, bitirdi manalarına gelen enbete fiili if’al kalıbında gelmiş olup, özelliği bir işin olmasını sağlamak, fiilin anlamının nesne üzerindeki etkisini belirtmektir.

Haddi aşıyorlar manasına gelen i’tedâ fiili, iftial babında gelmiş olup, failin gayretini gösterir.

Değiştirmek istedi, manasına gelen istebdele fiili istif’al babında gelmiş olup, mazi fiilin başına elif, sin ve te harflerinin eklenmesiyle yapılır, hakiki veya mecazi manada istek cümlelerinde kullanılır.

Allah’a dua ederken bizim için hayırlı olup olmadığını bilmediğimiz şeyin peşine düşüp onu istemeyelim. Bizim için hayırlı olanı isteyelim.

 
Peygamber Efendimiz:” Kıyamet gününde azabı en şiddetli olan, bir peygamberin öldürdüğü veya bir peygamberi öldüren kimsedir” buyurmuştur.
( Ahmed b Hanbel, Müsned, I ,407).
 
  

Katele قتل : 

  Katl قَتْلٌ  hayâtın mukâbili, yâni hayâtın zevâlidir. Hayât nebâtta, hayvanda veyâ ma’neviyatta olabildiği gibi ölüm de bunların hepsinde söz konusudur. Bâzı âlimler katlin hareketin durması mânâsında olduğunu söylemişlerdir. 
Yine katl; canlı bünyenin bozulmasıdır. Bunu gerçekleştirenin fiili itibara alındığında, hayatın yok olması itibara alındığında ise denir.

  مُقاتَلَةٌ ve إقْتِتالٌ sözcükleri aynı anlamdadır ve çarpışmak/savaşmak manasında kullanılır. (Müfredat-Tahqiq-Furuq)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 170 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

 Türkçede kullanılan şekilleri katl, kâtil, maktul, katliam, kıtal ve mukateledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

 

وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Zaman zarfı  اِذْ, takdiri أذكر  (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. قُلْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

قُلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.    Mekulü’l-kavl, يَا مُوسٰى  ‘dir.  قُلْتُمْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

(إِذْ) : Yanlız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَا  nida harfidir. مُوسٰي  münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni, mahallen mansubdur.

Nidanın cevabı  لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ ’ dır. 

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. 

نَصْبِرَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. عَلٰى طَعَامٍ  car mecruru نَصْبِرَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. وَاحِدٍ  kelimesi  طَعَامٍ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ

فَ  sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi veya mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri, إن كنّا بحاجة الى أكثر من نوع من الطعام فادع لنا ربّك..(Eğer daha çok çeşit yiyeceğe ihtiyacımız olursa Rabbine bizim için dua et) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  ادْعُ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. لَنَا  car mecruru  ادْعُ  fiiline mütealliktir. 

رَبَّكَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

فَ  karînesi olmadan gelen  يُخْرِجْ  cümlesi şartın cevabıdır. 

يُخْرِجْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Mef’ûlü bihi mahzuftur. Takdiri, شيئا  şeklindedir. لَنَا  car mecruru  يُخْرِجْ  fiiline mütealliktir. 

مَّا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  يُخْرِجْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تُنْبِتُ الْاَرْضُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

تُنْبِتُ  damme ile merfû muzari fiildir. الْاَرْضُ  fail olup damme ile merfûdur. مِنْ بَقْلِهَا  car mecruru  تُنْبِتُ  fiilinin mahzuf mef’ûlün mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, ممّا تنبته الأرض من بقل  şeklindedir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

قِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا  kelimeleri, atıf harfi  وَ  ile  بَقْلِهَا ‘ya matuf olup kesra ile mecrurdur. يُخْرِجْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

تُنْبِتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نبت ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ [Bizim için Rabbine yalvar.] Yani, ondan iste. “Rabbine yalvar da o bize yerden biten sebze (…) versin.” Ayette  مِمَّا  kelimesindeki  مِنْ  Ahfeş’e göre zaid, harf-i cerdir. Yalnız, kısmilik için de olabilir. مِنْ بَقْلِهَا  ifadesindeki  مِنْ  ise cins içindir. Aynı şekilde o da “bazı çeşitlerinden” demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ                    

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l kavl  اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى ‘ dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir. تَسْتَبْدِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ اَدْنٰى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْنٰى  haber olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اَتَسْتَبْدِلُونَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ خَيْرٌ ’dir.  Îrabtan mahalli yoktur. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌۜ  haber olup damme ile merfûdur. 

اِهْبِطُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِصْرًا  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  ta’liliyye veya mukadder şartın cevabına gelen rabıtadır. 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. . 

لَكُمْ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مَا  müşterek ism-i mevsûl, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  سَاَلْتُمْۜ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

سَاَلْتُمْۜ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْۜ  fail olarak mahallen merfûdur. تَسْتَبْدِلُونَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, بدل ‘dir. 

Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar. 

اَدْنٰى  kelimesi, sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَيْرٌ  kelimesi,ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِهْبِطُوا مِصْرًا  ifadesi, ötre ile اِهْبُطُوا  şeklinde de okunmuştur. Anlam, çölden oraya inin şeklindedir. Vadiden aşağı inen kişi icin  هبط الوادى  ifadesi, vadiden yukarı çıkan için ise هبط منْهُ  ifadesi kullanılır. Çöl bölgesi Beyt-i Makdis’den [Şam civarındaki] Kınnesrin bölgesine kadar olan 12’ye 8 fersahlık alandır. مِصْرًا  kelimesi ile özel isim Mısır da kastedilmiş olabilir ki bu durumda iki sebep, yani marifelik ve müenneslik sebepleri bir araya geldiği halde kelimenin munsarif [sonu tenvinli] olarak gelmiş olması ortasındaki harfin, tıpkı  وَنوحا [Örn. Enbiya 21/76] ve وَ لوطا  [Örn. Enbiya 21/74] ifadelerinde olduğu gibi sakin olması sebebiyledir. Bu iki kelimede de yabancılık ve marifelik söz konusu olduğu halde bunlar da gayr-i munsarif değildir.

مِصْرًا  kelimesi ile ülke/şehir [cinsi] kastedilmişse o zaman kelimede bir tek sebepten başka gayr-ı munsariflik sebebi kalmamaktadır; herhangi bir şehrin kastedilmiş olması halinde de durum aynıdır. İbn Mes‘ud mushafında -ki A‘meş [v.148/765] de böyle okumuştur- tenvinsiz bir şekilde, tıpkı ادخلوا مصر [Yusuf 12/99] ayetinde olduğu gibi, اِهْبِطُوا مِصْر  olarak yer alır. Bir görüşe göre,kelimenin aslı Mısraim olup daha sonra Arapçalaşmıştır. (Keşşâf)

وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. وَضُرِبَتْ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir. الذِّلَّةُ  naib-i fail olup damme ile merfûdur. عَلَيْهِمُ  car mecruru  ضُرِبَتْ  fiiline mütealliktir. الْمَسْكَنَةُ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. بَٓاؤُ۫  atıf harfi وَ ‘ la istînâfiyyeye matuftur. 

بَٓاؤُ۫  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِغَضَبٍ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. بِ  mülabese içindir. مِنَ اللّٰهِۜ  car mecruru  غَضَبٍ  mahzuf sıfatına mütealliktir. 

İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنَّ  ve masdarı müevvel  بِ  harfi ceriyle  ذٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri, ذلك الغضب مستحقّ بكفرهم (Küfürleri sebebiyle bu gadaba müstehaktırlar) şeklindedir. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُمْ  munfasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكْفُرُونَ  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَكْفُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ

Cümle, atıf harfi وَ ‘ la  يَكْفُرُونَ  cümlesine matuftur. 

Fiil cümlesidir. يَقْتُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. النَّبِيّ۪نَ  mef‘ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

بِغَيْر  car mecruru  يَقْتُلُونَ ‘ deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, يقتلونهم مبطلين  şeklindedir. الْحَقّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟

Cümle,  ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا  cümlesinden bedel olup mahallen merfûdur.

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. بِ  harf-i ceri sebebiyyedir. مَا  ve masdar-ı müevvel, بِ  harfi ceriyle mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri, ذلك بسبب عصيانهم (Bu, isyanları sebebiyledir.) şeklindedir. كَانُوا يَعْتَدُونَ۟ cümlesi atıf harfi وَ  ile makabline matuftur. 

عَصَوْا  iki sakinin birleşmesinden dolayı, mahzuf elif üzere mukadder damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْتَدُونَ۟  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَعْتَدُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَعْتَدُونَ۟  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi عَدَوَ ’dir.

İftial babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ

47. ayetteki اذكروا نعمتي cümlesindeki نعمتي’ye atfedilen ayet, nasb mahallindedir veya  cümlenin başında اذكروا fiili mahzuftur. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Veya her ikisi de inşa cümlesi olması nedeniyle 55. ayete atfedilmiştir. Ciheti camia tezayüf ve akliyyedir.

Muzâfun ileyh olan...قُلْتُمْ cümlesi ise müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı menfi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Musa’nın kavmi sözlerini لَنْ ile tekid etmişlerdir.

Zaman ismi olan إذ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. ('Âşûr, Hac/26)

اذكروا fiilinin hazfedilmesi dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mekulü’l kavl cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَاحِدٍ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnâb sanatı vardır.

[Biz yalnızca bir yemeğe sabredemeyiz] dediler. Bu sözleriyle من ve سلوي ‘nın iki ayrı yemek olmalarına rağmen tek bir çeşit olduğunu kinaye yoluyla ifade ettiler. Çünkü onlar bu ikisini birlikte yiyorlardı. Bundan dolayı bir tek yemek tabirini kullandılar. (Kurtubî)

 فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ

Cümleye dahil olan فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf veya takdiri إن كنّا بحاجة الى أكثر من نوع من الطعام (Eğer yemek olarak bir çeşitten fazlasına ihtiyaç duyuyorsak) olan şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

رَبَّكَ  izafetinde رَبّ ismine muzâfun ileyh olan كَ zamiri şeref kazanmıştır.

يُخْرِجْ fiili talebin cevabı olduğu için meczumdur.

Bu ayette geçen, مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ [Yerin bitirdiklerinden] ibaresinde mecaz sanatı bulunmaktadır. Çünkü hakikatte bitkiyi toprak değil, Allah büyütür. Bu çeşit mecaza, mecaz-ı akli denilir. Mecazın ilgisi sebeptir ki toprak bitkinin bitmesine sebep olduğu için bitirme fiili ona yüklenmiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)

Yeryüzünde çıkan bitkiler sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır. هَا zamirinin tekrarında tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardı.

بَقْلِ - قِثَّٓائِ - فُومِ - عَدَسِ - بَصَلِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Birinci مِنْ teb'iz (kısmîlik) ifade etmek; ikincisi tahsis içindir (yani yerin bitirdiklerinden özel olarak hangi yiyecekleri istediklerini açıklamak gayesiyle kullanılmıştır). Bundan sonra gelen بَقْلِ bu şeylerin bedelidir. Yani bunların ne olduğunu açıklamaktadır. Ondan sonrakiler ise ona atfedilmiştir. Bakla (بَقْل) bilinen bir bitkidir. Bu da sapı olmayan her türlü bitkinin adıdır. Ağaç (شجر) ise sapı, gövdesi olan her bitkidir. (Kurtubî)  

  قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ    

Cümle istînâfi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müsbet fiil cümlesi fâide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Fakat istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cevap bekleme kastı taşımaksızın tevbih ve taaccüb manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İki farklı şeyi temsil eden الَّذ۪ي lerde tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Burada هُوَ اَدْنٰى çok daha basit ve daha önemsiz, miktarca daha az olan demektir.      هُوَ خَيْرٌۜ  ise daha iyi, daha değerli ve üstün anlamındadır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى - بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ  ibareleri arasında mukabele sanatı vardır.

 اِهْبِطُوا مِصْرًا 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mukadder fiilin mekulü’l-kavli olması da caizdir.

Cümle emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Bu ayetteki emir onları aciz bırakmak içindir. اِهْبِطُوا çekip inmek, yukarıdan aşağıya doğru inmektir. Onları aciz bırakmak anlamına gelen bu ayetin bir diğer benzeri de: [De ki: Onlara, ister taş, ister demir olunuz..] (el-İsra, 17/50) ayetidir. Çünkü İsrailoğullarına bu emir verildiğinde Tîh Çölü’nde idiler. Böyle bir emir de onlar için cezadır. Onlara istediklerinin verildiği de söylenmiştir. (Kurtubî)

فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ

فَ ta’liliyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكُمْ mahzuf mukaddem habere muteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl اِنَّ , مَا ’nin muahhar ismidir. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.

İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

Ta’lil cümleleri itnâb babındandır.

وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ

وَ istînâfiyedir.

Müsbet fiil cümlesi fâide-i haber ibtidaî kelamdır. ضُرِبَتْ fiili mef’ûle dikkat çekmek kastıyla meçhul bina edilmiştir.

Son cümlede mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.

ذٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57.) Burada da Allah’ın gazabına işaret edilmiştir.

كَان ’nin haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.

كَان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidi, Vakafat s. 112)

Ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması onların şanı içindir.

اِهْبِطُوا fiili ile عَلَيْهِمُ arasında muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

ضُرِبَتْ ifadesinde istiare vardır. Bununla anlatılmak istenen, sakinlerinin üzerine kurulmuş çadır ve gölgeleyen çardak ve revak gibi onları zilletin kaplaması ve miskinliğin kuşatmasıdır. Bu ifade tür olarak istiare-i mekniyye-i tahyiliyye olur: Zillet ve meskenet, çadır ve çardağa benzetilmiş, müşebbeh bih olan çadır ve çardak söylenmeyip bunun lâzımı olan ضرِبَ (kurmak) fiili, müşebbeh olan الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ ’e isnad edilmiştir. Özne olan zillet ve meskenet -maddi çadır gibi- kurulamayacağından ضرِبَ kelimesinin mecazi anlamda olduğunu belirleyen karine olmuştur. Aynı zamanda ضرِبَ fiilinin zillet ve meskenete isnat edilmesiyle hayal gücü çadır gibi kurulanlar kategorisine zillet ve meskeneti de dahil etmiş olmuştur. (Kur'an Mecazları Şerîf er-Radî)

وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ [Onlar üzerine zillet ve miskinlik damgası vuruldu] cümlesi bir çadırın, içindeki kimseyi her taraftan kuşattığı gibi, zillet ve meskenetin de onları kuşatmasından kinayedir. Nitekim şâir şöyle der: Yücelik, mürüvvet ve cömertlik, İbn Haşrec'i kuşatan bir çadır içinde­dir. (Safvetü't Tefâsir)

وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ ifadesi ‘’onlar Allah’ın gazabına müstehak oldular’’ manasındadır. Daha önce zikredilen zillet, meskenet, gazaba maruz kalma gibi hususlara işarettir. Anlam, [bu, onların küfürleri ve peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir] şeklindedir. (Keşşâf)

Lafz-ı celâle teberrük ve haşyet uyandırmak maksadıyla  tekrarlanmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

الذِّلَّةُ - الْمَسْكَنَةُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ

Müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَيَقْتُلُونَ cümlesi يَكْفُرُونَ cümlesine atfedilmiştir. Vasıl, iki cümlenin de lafzen ve manen haber olması sebebiyledir. Ciheti camia; akliyye, tezayüftür.

وَيَقْتُلُونَ muzari fiili hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca, olayı muhatabın gözünde canlandırarak konuyu daha iyi kavramasını sağlar.

Peygamberlerin hiçbir zaman haklı olarak öldürülmeleri söz konu­su olmadığı halde بِغَيْرِ الْحَقّ kaydıyla onların öldürülmelerinin haksız yere olduğunun kayıtlanması, onların peygamberlere karşı düşmanlıklarının büyük bir çirkinlik ve adilik olduğunu göstermektedir. (Safvetü't Tefâsir)

ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟

Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir.

Mübteda ve haberden oluşan cümle fâide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede haberin hazfi nedeniyle îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tahkir ifade eder.

ذٰلِكَ ile müşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, S. 190)

Bedel cümlesidir. Mübdelün minh ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ’dir. Bedel cümleleri ıtnâb babındandır.

كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, öncesine temasül nedeniyle atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil oluşu hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.

كَان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakâfat, S. 112)

Ayetin sonundaki ذٰلِكَِ [Bu] daha önceki ism-i işaretin tekrarıdır.

بِمَا عَصَوْا [isyan etmeleri sebebiyle] ; yani Allah’ın ayetlerini inkâr edip peygamberlerini öldürmeleri ile birlikte türlü suçlar, günahlar işlemiş ve her konuda Allah’ın sınırlarını ihlal etmiş olmaları yüzünden demektir. ذٰلِكَِ ile onların küfürlerine ve peygamberleri öldürmelerine işaret edilmiş olması, yani isyankarlıkları ve had bilmezlikleri sebebiyle küfre batmış ve peygamberleri öldürmüş olduklarının ifade edilmiş olması da mümkündür. Zira onlar küfre iyice batmışlar ve neticede kalpleri katılaşmış, Allah’ın ayetlerini inkâr edecek ve peygamberlerini öldürecek kadar cüret sahibi olmuşlardır. Bir başka ihtimal de ذٰلِكَِِ ile “bu küfür ve peygamber öldürme, onların isyankârlıkları ile birliktedir” anlamının kastedilmiş olmasıdır. (Keşşâf)

 ٱلنَّبِیِّـۧنَ - ـَٔایَـٰتِ - ٱللَّهِ - رَبَّ ,عَصَوْا - يَعْتَدُونَ۟  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki ism-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır. İsm-i mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih anlamı ihtiva ederler.

ذَ ٰ⁠لِكَ - ٱلَّذِی- كَانُوا۟ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Zillet kelimesinin manası şudur: Zillet, onları kuşatacak şekilde ve onlar da onun içinde, kubbeye hapsedilmiş kimse gibi olacakları bir vaziyette, onları kuşatacak bir duruma getirilmiştir. Veya, onlara zillet, duvarın üzerine yapıştırılıp ondan ayrılmayan çamur gibi, onlardan silinemeyecek bir damga gibi onlara yapışıktır. Zillet hususunda akla en yakın görüş, ondan muradın, Cenâb-ı Allah'ın harb edip bozgunculuk yapan kimse hakkında söylemiş olduğudur. (Fahreddin er-Râzî)

Haksız yere öldürüyorlar, cümlesine gelince; Müslüman bir kimsenin kanı ancak şu üç şeyin birisi ile helâl olur (yani öldürülebilir): İman ettikten sonra İnkâr, evlendikten sonra zina, haksız yere birisini öldürmek" buyurmuştur. Buna göre harf-i tarifle gelen "hak" işte buna işaret etmek içindir. Nekre olarak gelen "hak'tan murad İse, umumun tekididir, yani burada hiçbir surette bir hak mevcut değildir, ne müslümanlar, ne de başkaları nezdinde. (Fahreddin er-Râzî)

Tekdüzeliğin, insan istekleri üzerinde az çok sıkıcı bir tesiri vardır. Ve buna karşı çeşitlilik isteğinde bulunmakta esasen bir günah da yoktur. Fakat bunu yaparken, bir taraftan eldeki nimetin yokluğu zamanında çekilen acıları unutmamak, diğer taraftan da yüce bir ruh haliyle ve temiz bir kalple hareket edip şükrü artırmak ve daha önemlisi, bedenin istek ve ihtiyaçlarına kapılıp edep ve terbiye dışına çıkmadan hareket etmek icap eder. Onların da "Rabbimize dua et" diyecek yerde, edepsizce "Rabbine dua et" diye imansızlık eseri göstermemeleri gerekirdi.(Elmalılı)