وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناًۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذِ | hani |
|
2 | اسْتَسْقَىٰ | su istemişti |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa |
|
4 | لِقَوْمِهِ | kavmi için |
|
5 | فَقُلْنَا | demiştik |
|
6 | اضْرِبْ | vur |
|
7 | بِعَصَاكَ | asanla |
|
8 | الْحَجَرَ | taşa |
|
9 | فَانْفَجَرَتْ | fışkırmıştı |
|
10 | مِنْهُ | ondan |
|
11 | اثْنَتَا |
|
|
12 | عَشْرَةَ | on iki |
|
13 | عَيْنًا | göze (pınar) |
|
14 | قَدْ | elbette |
|
15 | عَلِمَ | bilmişti |
|
16 | كُلُّ | bütün |
|
17 | أُنَاسٍ | insanlar |
|
18 | مَشْرَبَهُمْ | kendi içecekleri yeri |
|
19 | كُلُوا | yeyin |
|
20 | وَاشْرَبُوا | ve için |
|
21 | مِنْ | -ından |
|
22 | رِزْقِ | rızk- |
|
23 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
24 | وَلَا | -mayın |
|
25 | تَعْثَوْا | ve (başkalarına) saldır- |
|
26 | فِي | -nde |
|
27 | الْأَرْضِ | yeryüzü- |
|
28 | مُفْسِدِينَ | bozgunculuk yaparak |
|
İsteska fiilinde “sin” harfi dolayısıyla insana sevinç veren bir yön vardır. Musa, İsa, surur, vb kelimeleri de böyledir..
A’sâ fiili: Ayn-se-ye veya ayn-ye-se harfleriyle yazılan iki fiil de: ikisi bozgunculuk yapmak demektir. A’seye: fiziksel olarak fark edilmeyen, a’yese fiziksel olarak fark edilen bozgunculuktur.
Musa as’ın kavmine su fışkırttığı taş bugün hala duruyor. Sina Yarımadası’nda, Tur dağına giden yolda. Taşın üzerinde hala o 12 kabile için olan 12 yarık duruyormuş.
Taşa asa ile vurmak Muhsin Demirci tarafından şöyle açıklanmıştır: Taş maddeyi, asa ise bilgi ve yeteneği temsil eder. Fışkıran su; bilimsel ve teknolojik keşiflerdir. İnsana düşen görev bu yönde çalışmaya devam etmektir.
‘Onun kavmi’ isim tamlamasında kavim kelimesi muzaf, hi zamiri muzafun ileyhidir. Burada kavminin; Hz. Musa’nın şanından dolayı değer kazanması sözkonusudur. (Kur’ân Işığında Belağat Dersleri, Meânî İlmi)
Fışkırdı, manası veren infeceret fiili; infial babında kullanılmış bir fiildir.
Genellikle bu babda gelen fiiller lazım fiil olup hissi ve maddi bir oluş bildirirler.
Hz. Musa kavli olarak dua edip kavmi için su isterken, Yüce Allah onun fiili duasını da yapmasını emretmiş, ‘taşa vur’ demiştir. Demek ki sonuç almak için az da olsa bir fiili dua yapma gerekliliği vardır.
Ayet aynı zamanda Allahu Teala’nın kudretinin delili olup kullarının acziyetine işaret etmektedir.
Aslında burada olan taştan oniki pınar fışkırması; olağanüstü bir durumdur. Ayet bize Allahu Teala’nın birşeyin olmasını irade ettiğinde ona sadece ‘Ol’ demesinin yeterli olduğunu ifade eden Yasin Suresi 82. ayetini hatırlatmaktadır.
Fesad ‘hikmetin gerektirdiği ölçüyü değiştirmek’ demektir. Bunun delili ‘hikmetin gerektirdiği doğru yol anlamına gelen ‘salah’ kelimesinin zıttı olmasıdır.
عثو kelimesinde fesadda ileri gitme söz konusudur. Aseve fiili (عثو) Kur’ân’da yalnızca 5 yerde geçmiş olup tamamında ‘ve lâ ta’sev fil ardi mufsidîn’ olarak gelmiştir.
وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر olan mahzuf fiile mütealliktir. اسْتَسْقٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَسْقٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. مُوسٰى gayri munsarifdir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِقَوْمِه۪ car mecruru اسْتَسْقٰى fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَقُلْنَا اضْرِبْ cümlesi atıf harfi فَ ile اسْتَسْقٰى ‘ya matuftur.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl, اضْرِبْ ’dir. قُلْنَا fiilinin mef‘ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
اضْرِبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. بِعَصَا car mecruru اضْرِبْ fiiline müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْحَجَرَ kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اسْتَسْقٰى fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, سقي ‘dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. فَانْفَجَرَتْ cümlesi, atıf harfi فَ ile mukadder cümleye matuftur. Takdiri, فضرب فانفجرت (o vurdu ve fışkırdı.) şeklindedir.
انْفَجَرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. مِنْهُ car mecruru انْفَجَرَتْ fiiline mütealliktir. اثْنَتَا kelimesi faili olup, müsennaya mülhak olduğu için ref alameti tesniye elifidir.
اثْنَتَا عَشْرَةَ mürekkep bir kelimedir. Şibhi izafetten dolayı نْ harfi hazfedilmiştir. عَشْرَةَ ukûd (Onluk sayılar) feth üzere mebnidir. عَيْنًا temyizi olup fetha ile mansubdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. كُلُّ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اُنَاسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَشْرَبَهُمْ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
انْفَجَرَتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi فجر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Fiil cümlesidir. كُلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اشْرَبُوا atıf harfi وَ ile makabline matuftur. مِنْ رِزْقِ car mecruru اشْرَبُوا fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْثَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru تَعْثَوْا fiiline mütealliktir.
مُفْسِد۪ينَ hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُفْسِد۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ
Ayet, 47.ayetteki ٱذۡكُرُوا۟ نِعۡمَتِیَ ibaresine matuftur veya cümlenin başında اذكروا fiili mahzuftur. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır.
Muzâfun ileyh olan .. اسْتَسْقٰى cümlesi ise, müsbet fiil cümlesi faideî haber ibtidâî kelamdır. Cer mahallindedir.
فَقُلْنَا , mahallen mecrur olarak اسْتَسْقٰى cümlesine matuftur. قُلْنَا fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بِعَصَاكَ kelimesinde muzâfın şanı vardır. Kavim, قَوْمِه۪ izafetinde Musa (as)’a ait zamire muzâf olarak şeref kazanmıştır.
الْحَجَرَۜ kelimesinin başında yer alan harf-i tarif “ahd” ifade eder. Bununla, bilinen bir taşa işaret olunmaktadır. Ya da kelimenin başında yer alan Jl harfi, cins manasındadır. Dolayısıyla bunun anlamı, “Elindeki asa ile adına taş denen herhangi bir maddeye vur." olur. İşte bu, delil olma açısından daha doğru ve en büyük bir mucize olduğu gerçeğini gösteriyor. Bir de ilâhî kudretin kemâl derecesine işaret ediyor. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاۜ
Mahzufa فَ, ile atfedilen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَانْفَجَرَتْ kelimesindeki فَ , hazfedilmiş bir ضرب kelimesine taalluk eder, yani cümle فضرب فنفجرت şeklindedir. Ya da “vuracak olursan fışkırır” şeklindedir. Bu durumda bu فَ , ancak çok üst düzey edebî ifadelerde yer alan fasih bir kullanımdır
Musa’nın (a.s) Rabbinin emrine süratle cevap vermesine işaret etmek üzere bu cümle hazfedilmiştir.
Bu ayetle Araf 160. ayet karşılaştırıldığında, iki ayet benzer olmakla beraber on iki pınarla ilgili iki farklı fiilin kullanıldığı görülür. Su isteyen Musa (as) olduğu zaman pınarların fışkırdığı انفجر fiiliyle ifade edilirken; su isteyen Musa (as) değil de kavmi olduğu zaman suların usul usul aktığını ifade eden انبجس fiili tercih edilmiştir. Musa’nın kavmini sulamak istediği zamanki durum daha mübâlağalı bir şekilde anlatılmıştır. Bu iki ayette bahsedilen konu aynı olmasına rağmen son kısımları farklıdır. Burada Allah Teâlâ’nın nimetlerinden bahsedilmektedir. Araf suresinde ise konu Allah Teâlâ’dır. Mürâât-ı nazîr sanatı (lafız mana uyumu), bu iki ayette gözler önüne serilmiştir.
قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ
Fasılla gelen cümle istînâfiyedir. قَدْ tekid harfidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
اُنَاسٍ kelimesi burada kabile demektir. مَشْرَبَهُمْ “su alıp içecekleri pınar" demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl) Nekre gelişi teksir ve tazim içindir.
Yani onların her bir kolunun kendisine ait olarak bildiği bir pınarı vardı. Başkasından içmiyordu. مَشْرَبَ kelimesi su alacak yer demektir. İçilen şey anlamı olduğu da söylenmiştir. İsrailoğullarındaki kollar (Esbât), Arapların kabileleri gibidir. Bunlar, Hz Yakub'un on iki oğlunun soyundan gelenlerdir. Her bir kola ait bu pınarlardan bir pınar vardı ve ondan başkasından su almazdı. (Kurtubi)
كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelen cümlede icâz-ı hazif vardır. Takdir edilen قلنا fiiliyle birlikte cümle müsbet fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda olmasına rağmen cümle gerçek emir anlamı içermeyip ibaha manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ [ِAllah’ın sizlere rızık olarak verdiği yiyecekler] demektir ki bu da kudret helvası, bıldırcın ve kayadan çıkan sudur. (Keşşâf)
'كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ [Allah'ın rızkından yiyin ve için] cümlesinde, rızkın Allah'tan olduğunun bildirilmesi nimet ve ihsanının büyüklüğünü göstermekte ve bu rızkın yorulmadan ve meşakkat çekmeden elde edilen bir rızık olduğuna işaret etmektedir. (Safvetü't Tefâsir)
وَاشْرَبُوا ifadesindeki vasıl sebebi iki cümlenin de lafzen ve manen inşâ olmasıdır. Yani, cihet-i camia akliyye ve temasüldür.
رِزْقِ اللّٰهِ izafetinde muzâfın şanı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafzı celâlde tecrîd sanatı vardır.
رِزْقِ- كُلُوا - اشْرَبُو ve تَعْثَوْا - مُفْسِد۪ينَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَا تَعْثَوْا cümlesi, her ikisi de inşâ cümlesi olması nedeniyle öncesine atfedilmiştir. Ciheti camia tezayüf ve akliyyedir.
وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ [Yeryüzünde fesat çıkarmayın] ifadesinde arz kelimesinin açıkça zikredilmesi, fesadın çirkinliğini göstermekte mübalağa ifade eder. مُفْسِد۪ينَ kelimesi hâl-i müekkidedir. Bu üslubun fesahat yönü şöyledir:
مُفْسِد۪ينَ lafzı fesadı yasaklamayı pekiştirir ve o yasağa karşı gafil davranma ve onu unutma gibi mahzurları da ortadan kaldırır. (Safvetü't Tefâsir)
Asânın ve taşın hakikatlerini tayin ile meşgul olmaksızın ayetten şunu anlarız ki; Cenab-ı Hak, burada hayatın mayası büyük bir dünya nimetiyle, hidayet sermayesi olan büyük bir rahmanî mucizeyi anmış ve hatırlatmıştır. Hazret-i Mûsa, susuzluktan ve kuraklıktan yanıp kavrulan kavmi için Cenab-ı Hak'tan su diliyor, yağmur duasına çıkıyor. Cenab-ı Allah da bu duayı kabul ile istenilenden daha büyük harikulâde bir nimet ihsan ediyor. Gelip geçici bir yağmur yerine, İsrailoğulları'nın on iki boyundan her birine mahsus ayrı ayrı on iki pınar fışkırtıyor ve bununla yüce varlığına ve ilahî inayetine açık bir belge bahşediyor. Öylesine bahşediyor ki, duanın arkasından fiilî bir teşebbüsün lüzumunu emrediyor, "asân ile taşa vur!" diyor. Demek ki, o sırada Hazret-i Mûsa, farzedelim bu ilahî emre derhal uymayıp da "asâyı taşa vurmanın suyla ne ilgisi var?" gibi aklî ve indî bir kıyas yapmaya ve kendi kendine fikir yürütmeye kalkışsaydı, bu nimet tecellî etmeyecekti, dualar ve yapılan araştırmalar belki de boşa çıkacaktı. O halde harikanın en büyük sırrı, bu sebebin ilhamında ve bu büyük nimetin o sebebe bağlanmış olmasındandır: Kuru taşları yarıp pınarlar fışkırtmaya kadir olan Allahü teâlâ, istenen suları doğrudan doğruya ihsan etmiyor da bir manevî sebeple bir maddî sebebe teşebbüs üzerine ihsan ediyor. Esasen manevi sebep olan dua, maddî sebebin ilhamına da vesile oluyor. İlham olunan maddi sebebin teşebbüse dönüşmesi, yani asânın taşa vurulması ile de sular fışkırıyor. Böylece hidayet bürhanı tamamiyle tecellî ediyor. Bunu da "yiyin, için, fesat çıkarmayın" irşad ve ikazı takip ediyor.
Hakikaten Allah, bir şeyi murad edince sebeplerini kolaylaştırır ve sebepler o kadar çeşitli ve sonsuz boyuttadır ki, beşer aklı ne kadar yükselse bunları ayrıntılarıyla kavrayamaz. Bunun için açıklamanın esas faydası, asâ ile taşın özelliklerini anlatmakta değil, olayın akışındaki incelikleri idrak etmektedir. Hazret-i Mûsa gibi bir şanlı peygamberin asâsında, bu çeşit fışkırmalara sebep olabilecek her türlü mekanik kuvveti tasavvur ve tahmin etmek mümkündür. Ayrıca Hak teâlâ'nın nimetlerinin tecellisi her zaman böyle manevi sebeplerle maddî sebeplerin birleşmesinde gizlidir. Ne kaçan fırsatlar karşısında ümitsizliğe düşmeli, ne de fırsatları ve sebepleri ihmal etmelidir. Allahü teâlâ'ya yürekten ve ihlas ile dua etmeyi hiçbir zaman elden bırakmamalı, aynı zamanda duanın en büyük semeresinin ruhî inkişaflar olduğunu bilmeli ve rahmanî ilhamlardan istifade ederek, en umulmaz sebeplere dahi başvurup, onu uygulamalıdır. İyi düşünülürse fen alanında bile en büyük keşifler, insan kalbine şimşek gibi çarpan bir ilahî telkînin eseridir. Bunu hayırda kullanan hayra, kötülükte kullanan kötülüğe ulaşır. (Elmalılı)