وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَل۪يلاً مَا يُؤْمِنُونَ
Kalplerimiz kılıflıdır, kalplerimiz kapalıdır. Yâni senin çağırdığın düşünceye, senin davet ettiğin ilkeleri anlamaya, dinlemeye ihtiyacımız yoktur demek istiyorlardı. İbni Abbas’ın ifadesiyle zaten bizim kalplerimiz bilgi ile doludur, kalplerimiz bilgi küpü haline gelmiştir. Kalplerimiz bilgi ile dolmuştur. Ona yeni bir dava nüfuz edemez. Yeni bir davete icâbet edemez kalplerimiz. Yâni o kadar bilgi ile dolu ki kalplerimiz, bir damla bile bir şey alacak yer yoktur orada demek istiyorlar. Kendi bilgilerini, kendi anlayışlarını, kendi düşüncelerini yeterli görüyorlar ve Kur’ân’a ihtiyacımız yoktur diyorlardı.
Tıpkı günümüzde kendi bilgilerini, kendi düşüncelerini, kendi metotlarını, kendi kitaplarını yeterli görüp, bizim Allah’ın Kur’ân’ına ihtiyacımız yoktur! Bizim Kur’ân’ı ve hadis kitaplarını okumaya ihtiyacımız yoktur diyen kimi müslümanlar gibi.
Bilâkis, küfürleri sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. Az bir bölüm de mü'min oldu."
Hayır hayır aksine onların kalpleri kılıflı filan değil, onlar kalplerini kendileri kılıflamışlar, kendileri kılıflatmışlar. Kitap karşısında, peygamber karşısında, peygamberin mesajı karşısında kendilerini büyük gören, müstekbir gören, mallarına, makamlarına, cemaatlarına, sosyal ve ekonomik güçlerine güvenerek peygamberi güçsüz ve zayıf görüyorlardı. Güçsüz ve zayıf gördükleri peygamberleri öldürmeye çalışan, kimilerini yalanlayan, hayatta peygambere ve onun mesajına hayat hakkı tanımayan bu hainlere diyor ki Rabbimiz:
"Küfürleri sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir."
Allah’ın lâneti onların üzerine olsun. Oldu da zaten. Çünkü bu insanlar Allah’ın davetiyle karşı karşıya oldukları halde, Allah’ın kitabıyla karşı karşıya bulundukları halde, peygamberin davetini ellerinin tersiyle itmişlerdir. Biz, bize yeteriz! Bizim okuyacak kitaplarımız var! Bizim peşinden gideceğimiz önderlerimiz var! Bizim uygulayacak hayat programlarımız var! Bizim kimseye ihtiyacımız yoktur! diyerek kendi kendilerine böyle bir ikilem sergileyen bu insanlar Allah’ın lânetine uğrarlarken,
"Az bir bölüm de mü'min oldu."
Ya da “Ne kadar da az iman ediyorsunuz?” demektir bunun mânâsı. Ne kadar da az iman ediyorsunuz? Ya da, pek azınız iman etti demektir. O dönemde, her dönemde az olan sayısal yapıya dikkat çekiyor Rabbimiz. Rabbim bizi bu azlardan kılsın inşallah. (Besairu’l Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)
“Bilgi ve ego” (3 dakika 34 saniye)
Ğalefe غلف :
قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ Ayetlerde geçen bu ifade, bir görüşe göre 'kalplerimiz ilim kaplarıdır' anlamına gelir ki bu bu da onların 'bizim senden bir şey öğrenmeye ihtiyacımız yok, sahip olduklarımız bize yeter.' demek istediklerini kasteder. Diğer bir görüşe göre ise ayetteki ifade, 'kalplerimiz örtülü' anlamındadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli kılıftır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ
وَ istînâfiyyedir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavl قُلُوبُنَا غُلْفٌ ‘ dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. قُلُوبُنَا mübteda olup damme ile merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. غُلْفٌ haber olup damme ile merfûdur.
بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَل۪يلًا مَا يُؤْمِنُونَ
بَلْ idrab ve atıf harfidir.Önce söylenen birşeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. لَعَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mukaddem mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
بِ sebebiyyedir. بِكُفْرِهِمْ car mecruru لَعَنَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ istînâfiyyedir. قَل۪يلًا mahzuf masdarın sıfatı olarak mef‘ûlü mutlaktır. Takdiri, تؤمنون إيمانا قليلا (inanacak kimseler olarak ne de az sayıda iman eden insanlardır.) şeklindedir.
مَا harfi zaiddir ve azlık manasını tekid içindir.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
غُلْفٌ kelimesi sıfat-ı mişebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ
Önceki cümleye و ile atfedilen müsbet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُو fiilinin, mekulü’l-kavli mübteda ve haberden oluşan isim cümlesidir. İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karînelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. Bu cümlede mütekellim Yahudiler olduğuna göre medh ya da zem söz konusu değildir. Onlar kendi durumlarını belirtmektedirler.
قُلُوبُناًغُلْف cümlesinde istiare vardır. Örtü manasındaki غلف kelimesi müstear olarak anlayışsızlık ve idraksizlik manasında kullanılmıştır. (Safvetü't Tefâsir)
Allah Teâlâ onların kalplerinin bu sıfat üzere yaratılmış olduğu iddiasını reddetmektedir. Zira kalpler fıtrat üzere, hakkı kabul etme imkânına sahip olarak yaratılmıştır. Oysa Allah onları küfürleri sebebiyle lanetlemiş, kınamıştır; bu sebeple fıtrattan sapma şeklinde bir küfrü kendi kalplerinde ihdas etme suretiyle kalplerini kılıflayan, böylece iman etmeleri muhtemel kimselere ve müminlere yönelik lütuflardan kendilerini mahrum eden bizzat onların kendileridir. (Keşşâf)
بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفۡرِهِمۡ
Ayet öncesine idrâb harfiyle atfedilmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Bu cümle onların söylediklerinin red ve tekzibi niteliğindedir. (Ebüssuûd)
بَلْ ıdrâb edatıdır. Idrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vaz geçmek” demektir. Bir yanlışı veya hatayı düzeltme amacıyla kullanılabildiği gibi, bir konudan diğerine geçiş için de kullanılabilir. Sîbeveyh; بَلْ ,sözdeki bir şeyi bırakıp başka bir şeyi almak içindir diyerek bu edatın işlevini ifade etmiştir. er-Rummânî بَلْ edatını “sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır” şeklinde tanımlamıştır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
بِكُفْرِهِمْ ’deki sebebiyyet bildiren بِ harfi, yapışma manasıyla onların küfrünün bünyelerine adeta sinmiş olduğunu ifade eder.
لَعَنَهُمُ اللّٰهُ fiil cümlesinde takdim-tehir vardır. Mef’ûl önemine binaen öne geçmiştir.
هُمْ ‘lerde cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَقَل۪يلًا مَا يُؤْمِنُونَ
فَ istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi muzari fiil sıygasıyla gelmiş faide-i haber talebî kelamdır. Zaid olan مَا harfi cümleyi tekid etmiştir.
قَل۪يلًا kelimesi fiilin mukaddem mef’ûlüdür. Bu takdim ve kelimedeki tenvin, kılletin adem (yokluk) manasında olduğunu destekler.
بِكُفۡرِهِمۡ ile يُؤْمِنُونَ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
مَا edatı zaiddir, azlığı abartmak için getirilmiştir. O da kitabın bir kısmına iman etmeleridir. Azlıktan, yokluk (imanlarının hiç olmadığı) da murad edilmiştir, denilmiştir. (Beyzâvî-Ebüssuûd)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarındaki ونَ harflerinde lüzum ma-la yelzem sanatları vardır.
Kur’an-ı Kerim’deki bütün sayfaların ayet sonlarındaki ahenk, okuyanın gönlünü fethetmektedir.