وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | Ne zaman ki |
|
2 | جَاءَهُمْ | onlara geldi |
|
3 | كِتَابٌ | bir Kitap (Kur’an) |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | عِنْدِ | katından |
|
6 | اللَّهِ | Allah |
|
7 | مُصَدِّقٌ | doğrulayıcı |
|
8 | لِمَا | şeyi |
|
9 | مَعَهُمْ | yanlarında bulunan (Tevrat)ı |
|
10 | وَكَانُوا | ve idiler |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | قَبْلُ | daha önce |
|
13 | يَسْتَفْتِحُونَ | yardım istedikleri |
|
14 | عَلَى | karşı |
|
15 | الَّذِينَ | kimselere |
|
16 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
17 | فَلَمَّا | ne zaman |
|
18 | جَاءَهُمْ | kendilerine gelince |
|
19 | مَا | şey |
|
20 | عَرَفُوا | o bildikleri (Kur’an) |
|
21 | كَفَرُوا | inkar ettiler |
|
22 | بِهِ | onu |
|
23 | فَلَعْنَةُ | artık la’neti |
|
24 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
25 | عَلَى | üzerine olsun! |
|
26 | الْكَافِرِينَ | inkarcıların |
|
"Yanlarındakini tasdik etmek üzere, onlara Allah katından bir kitap gelince, önceden kâfirlere karşı istimdat edip duruyorlardı. Ne zaman ki tanıdıkları o kitap gelince de onu inkâr ettiler (onu reddediverdiler). Allah’ın lâneti (onların) kâfirlerin üzerine oldu."
Bu kitap Kur’ândı. Onların yanındaki Tevrat ve İncil’i tasdik ederek indirilen Kur’ân. Allah’ın Rasûlü kendisine gelen bu kitabı sunuyordu onlara. Halbuki onlar bunu bekliyorlardı. Yıllardır gelecek âhir zaman Nebisini ve ona gönderilecek Furkân’ı, Kur’ân’ı bekliyorlardı. Bekliyorlardı, yolunu gözlüyorlardı, nerede kaldı? Geç kaldı? Diyorlardı. Hattâ müşrik Araplara karşı onunla hava atmaya, zafer ummaya çalışıyorlardı. Size karşı onunla galip geleceğiz diyorlardı.
İşte şimdi bu fırsat karşılarına çıkmıştı. Bu son peygambere karşı öncekilere yaptıklarını yapmayacaklar, ona farklı davranacaklar, ona inanacaklar, onu sahiplenecekler ve tüm düşmanlarına galip geleceklerdi. Ve de tarih boyunca Allah tarafından işledikleri günahlara karşılık alınlarına vurulmuş zillet ve meskenet damgası kaldırılacaktı. Yıllardır bekledikleri kurtarıcı nihâyet şu anda karşılarındaydı. Mekke’den hicret edip Medine’ye ayaklarının dibine kadar gelmişti. Ama ne yazıktır ki, bu son gelen elçiye de hiç de iyi bir tavır sergilemediler. Heyhat ki, önceki peygamberlere yaptıklarından farklı davranmadılar ona karşı da. Kitap onlara gelince, bu kitabın özelliği, onlarla ilgili yönü şuydu bakın:
Kendileriyle birlikte olanı, kendi yanlarında olanı tasdik ediyordu bu kitap. Yâni Tevrat’ı, Zebur’u ve İncil’i tasdik ediyordu bu kitap. Onları reddetmiyordu, kabul ediyordu. Evet bu kitaplar da Rabbim tarafından gönderilmiş hak kitaplardır diyordu. Rabbim bir dönem Mûsâ’ya ve İsa’ya bu kitapları göndermiş ve dönemlerinde o elçileri aracılığıyla kullarına yol göstermiştir diyordu.
Mûsa’yı, Dâvûd’u ve İsa’yı (a.s) tasdik ediyor ve doğruluyordu.
"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Muhammed’i) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ama onlardan bir grup, bile bile hakkı gizlerler."(Bakara: 146)
Reddediverdiler, yan çiziverdiler ona ve ona gelen mesaja. Onu ve ona geleni reddettiler, inkâr ettiler, küfrettiler de:
"Allah’ın lâneti (onların) kâfirlerin üzerine oldu."
Kıyamete kadar sürecek bir lânet, onların kaderi oluverdi.
Peki bize ne dedi bu âyetler? Bizler ne anlayacağız bundan? Elbette yahudi’yi anlatmak için gelmemiştir bu âyetler bize. Bunlar bize, bizi anlatmak için gelmiştir. Bize, bizim kulluğumuzu anlatmak üzere gelmiş olan bu âyetlerden biz ne anlayacağız?
Allah korusun da biz müslümanlar, içinde yaşadıkları küfür ve şirk karışımı bir dünyanın yanlış telkinlerinden, bozuk düzen işleyişinden bıkıp usanıp da kendilerini mutlak doğruya sevk edecek, mutlak zafere ulaştıracak Allah bilgisini, Allah’ın kitabını, Rasûlü’nün sünnetini kendilerine sunacak insanlar beklentisi içinde olurlar da, karmaşa bir hayat içinde Allah’ın kitabını ve Rasülünün sünnetini arayış içinde olurlar da ama kendi anlayışlarına, kendi geleneklerine, kendi fikirlerine, kendi yaşayış ve inanışlarına tamamen ters düşen bir biçimde, kendi beklentilerine ters düşecek ve hiç de hoşlarına gitmeyecek bir biçimde net ve açık olarak kendilerine Allah’ın âyetleri ve Rasûlü’nün sünneti sunulduğu zaman, hem bekledikleri bir pozisyonda, hem de doğruluğundan şüphe edemeyecekleri bir netlikte Allah’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünneti kendilerine sunulunca, bunu kabul etmezler ve derlerse ki: Bizim eski dünyamız var. Eski geleneklerimiz, eski inanışlarımız, eski yaşantılarımız bize yeter! Bu da nereden çıktı şimdi? diyerek Allah’ın kitabını ve Rasûlü’nün sünnetini kabul etmezlerse, Allah korusun da bekledikleri kitap, bekledikleri peygamber gelince onu kabul etmeyen yahudilerin durumuna düşeriz ki; Allah’ın lâneti bizim de üzerimize olur.
Bakın onlar da bu kurtarıcıyı bekliyorlardı da, kurtarıcı karşılarına çıkınca eski inançlarından, eski hayatlarından vazgeçip o peygamberle ve getirdiği mesajla ilgilenmediler. Kendilerini hakta, doğruda gördüler de Allah’ın lânetini hak ettiler.
İşte bundan dolayı önce kendimizi, sonra da top yekün müslümanları uyarmak zorundayız. Ey müslümanlar! Ey içinde bulundukları küfür, şirk, inkâr ve ilhad pisliklerinden bıkmış, usanmış, Allah’ın istediği hayata, kendinizce bir dünyaya, kendinizin olan bir dünyaya susamış ve zafer bekleyen müslümanlar! Bunun için önder bekleyen, kurtarıcı arayan müslümanlar! Beklediğiniz önder, beklediğiniz zafer, beklediğiniz kurtuluş kitabınızın sahifeleri arasındadır. İşte kitap önünüzde duruyor. İşte peygamberin sünneti yanınızda duruyor. Açın kitabınızı! Açın peygamberinizin örnek hayat sayfalarını! Kimseden medet beklemeyin! Kimseden yardım ummayın! Kendiniz bulacaksınız beklediğinizi! Kendiniz ulaşacaksınız o doğruya! Arayıp da başka yerlerde bulamadığınız gerçeği kendi kitabınızda bulacaksınız! Unuttuğunuz kitabınızda. Terk ettiğiniz, hicret ettiğiniz kitabınızda.
Hayatınızın tüm problemlerinin çözümünü kitabınızda ve Rasûlullah’ın sünnetinde bulacaksınız. Hadi öyleyse kitabınıza yönelin!
Yıllardır elinize almaya korktuğunuz, belki de yüzünüzün kalmadığı kitabınıza yönelin! Sakın yahudiler gibi:
Demeyin! Ona perde olan, onu okumanıza, onu anlamanıza engel olan tüm perdeleri, tüm engelleri, tüm yanlış düşüncelerinizi, tüm ön yargılarınızı bir tarafa iterek onu anlamaya, onunla dirilmeye çalışın! Onunla silkinmeye çalışın! Aksi takdirde unutmayın ki Allah’ın lâneti var. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri) ()
Yahudiler Medine’de kendilerine bir peygamber geleceğini biliyorlardı, bekliyorlardı. (O Peygamber Medine’de kendilerine daha da bir üstünlük sağlayacaktı) Peygamber gelince, onu tanıdıkları halde (alime değil arife, çok iyi bilmek, tanımak. Onu fiziksel özelliklerinden tutun da herşeyine varana kadar biliyorlar, tanıyorlar) sırf kendilerinden olmadığı için inkar ettiler.
Fiile dikkat çekmek için lanet onların üzerine değil, küfredenlerin üzerine buyurulmuş. Demek ki küfür, lanetin sebebidir.
Kefera كفر :
Kelimenin asıl anlamı bir şeyi örtmek ya da gizlemektir. Bu özelliklerinden dolayı gece de كافِرٌ olarak ifade edilir. Yine güneşi örten buluta da كافِرٌ denir.
Küfür كُفْرٌ bir şeye önem vermeyerek reddetmek demektir. Bunun belirtileri de uzak durmak ve örtmektir. Hangi mertebede olursa olsun hakkı önemsemeyerek ihsân ve ni’meti, reddetmek için kullanılır.
Bu kök كافِرٌ çiftçi için de kullanılır çünkü o da mahsûl umarak tohumu toprağa gömer.
Keffâret كَفّارَةٌ kelimesi de buradan gelir ki bir kimse de zimmetinde olan vâcib bir şeyi örter.
Kâfûr, ağaçta meyvenin üzerini örten kabuktur.
Küffar كُفّارٌ sözcüğünün müminin zıddı olan kâfir sözcüğünün çoğulu olarak kullanımı daha fazladır. Kefere كَفَرَةٌ sözcüğünün ise nimete küfranda bulunan anlamındaki anlamındaki kâfir sözcüğünün çoğulu olarak kullanımı daha yaygındır.
Tef'il babı formundaki تَكْفِيرٌ kullanımı günahı hiç işlenmemiş derecesine gelecek şekilde gizlemek ve onun üzerini örtmek demektir.
Küfür (كُفْرٌ)-İlhâd (إلْحادٌ) Farkı: Küfür asıl olarak örtmek demektir. İlhâd ise İslâm’a bağlılığını ortaya koyduktan sonra İslâm’ı kabûl etmeme hâlidir. İlhâd kök olarak meyletmektir. Bundan dolayı kabrin yan tarafına kazılan meyle ‘’lahd’’ denir. Yahûdî ve Hristiyanlara kâfir denir ama mülhid denmez.
Küfür (كُفْرٌ)-Şirk (شِرْكٌ) Farkı: Küfrün bir çok özelliği vardır. Her bir özelliği îmândan bir özelliğe zıddır. Şirkin ise tek bir özelliği vardır. O da Allah ile birlikte ya da Allah dışında ilâh îcad etmektir. Zaman içinde bunlar birbiri yerine kullanılır olmuştur. Gerçek anlamda küfrün zıddı şükür ya da îmân, şirkin zıddı ise ihlâstır.
Kur’ân’daki anlamları; çiftçi/keffâret/tanımamak/kokudur. (Müfredat-Tahqiq-Furuq-Kur’ân-ı Kerîm’de Çok Anlamlılık)
Kuran’ı Kerim’de pekçok türeviyle 525 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kefere, kâfir, küfür, küffar, küfran, kefâret ve tekfirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ
وَ harfi atıftır. İstînâfiyye olması da caizdir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. لَمَّا zaman zarfı, cevabı جَٓاءَهُمْ fiiline mütealliktir. جَٓاءَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlün bih olarak mahallen mansubdur. كِتَابٌ fail olup damme ile merfûdur.
مِنْ عِنْدِ car mecruru كِتَابٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Şartın cevap cümlesi, ikinci şartın delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, كذبوا (yalanladılar) veya نحوه (uzaklaştırdılar) şeklindedir.
مُصَدِّقٌ kelimesi كِتَابٌ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur. ما müşterek ism-i mevsûl لِ harfi ceriyle مُصَدِّقٌ ‘a mütealliktir. Mekân zarfı مَعَهُمْ mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْۙ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُصَدِّقٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. مِنْ قَبْل car mecruru يَسْتَفْتِحُو fiiline mütealliktir. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri, مِنْ قَبْلِ ذَلِكَ şeklindedir.
يَسْتَفْتِحُونَ fiili, كَانُ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَسْتَفْتِحُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl عَلَى harf-i ceriyle يَسْتَفْتِحُون fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَسْتَفْتِحُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, فتح ‘dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ
فَ harfi atıftır. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. لَمَّا zaman zarfı, cevabı جَٓاءَهُمْ fiiline mütealliktir. جَٓاءَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası عَرَفُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
عَرَفُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كَفَرُوا بِه۪ۘ ifadesi لَمَّا ’nın cevap cümlesidir.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِه۪ۘ car mecruru كَفَرُوا fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, ان كانوا كذلك فلعنة الله على الكافرين.(Eğer böyle olursa Allah’ım laneti kafirlerin üzerinedir.)şeklindedir.
İsim cümlesidir. لَعْنَةُ mübteda olup damme ile merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَى الْكَافِر۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallik olup cer alameti ی ’dir. Cemi müzekker salimler kelimeler harfle îrablanırlar.
كَافِر۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ
وَ atıftır. İstînâfiyye olması da caizdir.
Ayetin ilk cümlesi, şart üslubunda haberi isnaddır. Haber manalıdır. لَمَّا ’ya muzâfun ileyh olan جَٓاءَهُمْ şart fiilidir. Şartın cevabı, ayetteki ikinci şart cümlesinin cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Böylece muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünmesi sağlanmıştır
كِتَابٌ ’la kastedilen Kur’an’dır. Kelimedeki tenvin tazim içindir.
Ayrıca Allahın katından inen kitabı vasıflandırmak maksadıyla tefhim manası ifade eder. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 327, Soru 774)
عِنْدِ اللّٰهِ şeklindeki isim tamlamasında اللّٰهِ kelimesinden dolayı muzâfın şanı vardır. Allah isminde tecrîd sanatı vardır.
كِتَابٌ ,مُصَدِّقٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.
وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
Cümle وَ ’la şartın mahzuf cevabına atfedilmiştir. İki şart cümlesi arasında itiraziyyedir. İtiraz cümleleri itnâb babındandır.
كَانُ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde müsnet muzari fiil sigasıyla gelmiştir.
يَسْتَفْتِحُونَ şeklindeki muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca, olayı muhatabın gözünde canlandırarak konuyu daha iyi kavramasını sağlar.
قَبْلُ ’nun muzâfun ileyhinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri ذلك ’dir.
Müphem yapısı nedeniyle ism-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ
Atıf harfi فَ ile gelen cümle şart üslubunda haberi isnaddır. Şart fiili جَٓاءَهُمْ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart cümlesi olarak gelmesinin sebebi; onların Kuranı inkar etmede ne kadar süratli davrandıklarına işaret eder. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 328, Soru 779)
Ayeti kerimede kitapta لَمّا جاءَ الكِتابُ الَّذِي عَرَفُوهُ كَفَرُوا بِهِ şeklinde değil de مَا عَرَفُوا şeklinde bahsedilmesi ayetteki tabirin hem kitabı hem de kitabı getiren rasulu kapsaması dolyısıyla daha umumi olmasıdır. Rasul olmadıkça kitap da gelmez. Bu kapsamlı ifade için مَن değil de مَا tercih edilmiştir. Umumi mana ifade eden ismi mevsul için ibham daha münasiptir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 328, Soru 778)
Şartın cevabı, yine müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan كَفَرُوا بِه۪ۘ cümlesidir.
فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ
Ayetin son cümlesinde فَ , ta’liliyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedün ileyhi az sözle çok anlam ifade etme kastıyla izafet şeklinde gelmiştir. فَلَعْنَةُ اللّٰهِ izafetinde muzâfın tazimi vardır.
Car mecrurun amili olan müsned mahzuftur. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teala olduğu için, lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran اللّٰهِ lafzının tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ [İşte bundan dolayı Allah’ın laneti kâfirlerin üzerine olsun.] Aslında bu, عَلَيْهِمْ olmalıydı. Ancak burada, zamir yerine özellikle ismin kendisi (ism-i zahir) yani kâfirler ismi getirildi. Bunun da sebebi, özellikle onların böyle bir cezaya (lanete çarptırılmaya) layık görülmeleri küfür ve inkârları sebebiyle bunu hak etmiş olmalarını net olarak göstermek maksadıyladır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl, C. 1, S. 363.)
Fiile dikkat çekmek için lanet onların üzerine değil, küfredenlerin üzerine buyurulmuştur. Yani zamir yerine zahir isim gelmiştir. Lanetin sebebi küfür fiilidir.
مُصَدِّقٌ - كَفَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
كَفَرُوا ve الْكَافِر۪ينَ kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
الْكَافِر۪ينَ kelimesinin başında yer alan harf-i tarif -الْ-, ahd için (ayette sözü edilenleri amaçlayan bir mana) için olabileceği gibi, cins için de olabilir. Dolayısıyla bu manada olan herkesi içerir. Bu da öncelikli olarak ayette sözü edilenleri yani Yahudileri içerir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl, Cild 1, S. 363
Bu buyruktan maksat, onları ahiretin hayırlarından uzaklaştırmaktır. Çünkü, dünyanın hayırlarından uzaklaştırılan kimse, "mel'ûn" olmaz. Laneti hak etmiş olan kimseye lanet etmek güzel söz cümlesinden olduğundan, âmm olan bir ifâdeye bazan tahsis gelebilmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ين cümlesi dua cümlesidir. الْكَافِر۪ين kelimesinin başındaki harf-i tarif -الْ-,dua makamına yakınlığı sebebiyle istiğrak manasınadır. (Âşûr)
الْكَافِر۪ين kelimesinin başına isti’la harfi olan عَلَى nın gelmesinin sebebi; Allahın lanetinin onların hepsini kapsadığına ve yahudilere Allah'ın peygamberinin geldiği zaman, onu yalanlamalarına karşı, Allah’ın onlara gazabının şiddetine işaret eder.(Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim) say. 328 sual 780