بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْياً اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | بِئْسَمَا | ne kötüdür |
|
2 | اشْتَرَوْا | sattıkları şey |
|
3 | بِهِ | onunla |
|
4 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerini |
|
5 | أَنْ | için |
|
6 | يَكْفُرُوا | inkar etmek |
|
7 | بِمَا | şeyi |
|
8 | أَنْزَلَ | indirdiği |
|
9 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
10 | بَغْيًا | çekemeyerek |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يُنَزِّلَ | (vahiy) indirmesini |
|
13 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | فَضْلِهِ | lutfundan |
|
16 | عَلَىٰ | üzerine |
|
17 | مَنْ | kimsenin |
|
18 | يَشَاءُ | dilediği |
|
19 | مِنْ | -ndan |
|
20 | عِبَادِهِ | kulları- |
|
21 | فَبَاءُوا | uğradılar |
|
22 | بِغَضَبٍ | gazab |
|
23 | عَلَىٰ | üstüne |
|
24 | غَضَبٍ | gazaba |
|
25 | وَلِلْكَافِرِينَ | ve inkar edenler için |
|
26 | عَذَابٌ | bir azab vardır |
|
27 | مُهِينٌ | alçaltıcı |
|
بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْيًا اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ
بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fiildir. بِئْسَمَا kelimesinde bulunan مَا harfi, بِئْسَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir. Yani, ‘Ne kötü şeydir demektir. [Canlarını sattıkları, kendilerini kaptırdıkları, harcadıkları şey ne kötüdür.] (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
Fiil cümlesidir. اشْتَرَوْا fiili iki sakin harfin birleşmesinden dolayı, mahzuf elif üzerine mukadder damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ٓ car mecruru اشْتَرَوْا fiiline mütealliktir.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو ’dir. Veya بِئْسَ cümlesinin mahsusudur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يَكْفُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle يَكْفُرُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup damme ile merfûdur. بَغْيًا mef'ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cer ile birlikte بَغْياً ‘e mütealliktir. Takdiri, على أن ينزّل. şeklindedir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُنَزِّلَ fetha ile mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup damme ile merfûdur. مِنْ فَضْلِه۪ car mecruru يُنَزِّلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl عَلٰى harf-i ceriyle يُنَزِّلَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ عِبَادِه۪ car mecruru يَشَٓاءُ ‘deki mahzuf failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi
3. Bu fiillerin مَا Harfine Bitişik Olarak Gelmesi
4. Failinin İsmi Mevsul Olarak Gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اشْتَرَوْا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi شري ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُنَزِّلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
Fiil cümlesidir. فَ harfi atıftır. بَٓاؤُ۫ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِغَضَبٍ car mecruru بَٓاؤُ۫ ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, باءوا متلبسين بغضب أي مغضوبا عليهم (Gadaba bürünerek uğradılar,yani onlara gadap bürümüş halde) şeklindedir.
عَلٰى غَضَبٍ car mecruru غَضَبٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, بغضب كائن على غضب (Gazap üzerine gazap) şeklindedir.
وَ istînâfiyyedir. لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallik olup cer alameti ی ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
عَذَابٌ muahhar mübtedadır. مُه۪ينٌ kelimesi عَذَابٌ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُه۪ينٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
كَافِر۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْيًا اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ
Ayet fasılla gelmiştir. İlk cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. بِئْسَ camid zem fiilidir.
بِئْسَمَا ifadesindeki مَا nekre olup بِئْسَ fiilinin failini izah eden mansub bir harftir; [ne kötü bir şeydir] anlamındadır. [Nefislerini ne kötü bir şey karşılığında sattılar!] ifadesinde, kınamaya hususen konu olan şey “inkâr etmeleri”dir. “Allah’ın, kullarından dilediği birine fazl-u kereminden (kitap) indirmesini kıskanarak,” yani haset edip kendilerine ait olmayan şeyi istedikleri için… ki satmalarının sebebi budur. (Keşşâf)
Ayetteki birinci masdar-ı müevvel, müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَغْيًا küfretmenin veya değiştirmenin illeti olarak gelen, mef’ûlün lieclihtir.
İkinci masdar-ı müevvel cümlesi de muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَنْزَلَ - يُنَزِّلَ fiileri arasında maziden muzariye iltifat vardır.
اَنْزَلَ fiilinden sonra tefil babından يُنَزِّلَ (peyderpey indirmek) fiilinin kullanılması, Kur’ân âyetlerinin inzâli (indirilmesi) tekrarlandıkça hasetlerinin de tekrarlandığını ve âyetlerin inzâli çoğaldıkça hasetlerinin de çoğaldığını bildirmek içindir. (Ebussuûd)
عِبَادِه۪ ve فَضْلِه۪ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları فَضْل ve عِبَاد kelimelerine şeref kazandırmıştır.
Ayetin mütekellimi Allah Teâlâ olduğu için lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran اللّٰهِ lafzının tekrarı telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
يَكْفُرُوا - بَغْيًا kelimeleri arasında lafız uyumu babında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَنْ - مِنْ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada açıkça Kur’an veya vahiy denmemiş, Peygamber Efendimiz’in adı söylenmemiştir. Çünkü burada maksat Allah’ın dilediği şeyi dilediği kimseye indirmesidir.
فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ
Cümle فَ ile يَكْفُرُوا cümlesine atfedilmiştir. بِغَضَبٍ kelimesinin muteallakı olan halin, عَلٰى غَضَبٍۜ car mecrurunun müteallakı olan sıfatın mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri باءوا ملتبسين بغضب كائن على غضب (Gazap üzerine gazap olan bir şekle geldiler).
عَلٰى isti’la harfidir, gazabın onları her yönden kuşatmış olduğuna işaret eder.
غَضَبٍ kelimesinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Gazap üstüne gazaba uğradılar] art arda gelen gazaplara müstahak oldular; çünkü gerçek peygamberi inkâr etmiş, ona karşı azgınlık etmişlerdir. (Keşşâf)
وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
وَ istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazf ve takdim-tehir sanatları vardır. Müsnedün ileyhin tenkiri ve tehir edilişi, tahkir ve teksir ifade eder.
Dünyada “azgınlık” suçuna karşılık ahirette “alçaltıcı” azap, amele uygun cezadır.
عَذَابٌ مُه۪ينٌ terkibinde aşağılanmanın azaba isnadı, onun azap sebebiyle meydana gelmesinden dolayıdır. Fiilleri sebeplerine isnat etmek belâgat üsluplarındandır. (Safvetü't Tefâsir)
وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ Alçaltıcı azabın sadece kafirlere ait olduğunu vurgulamak için takdim kasrı olarak gelmiştir.(Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim) say 331 sual 788
Allahü teâlâ, indirdiği şeyi, inkâr etmeyi tercih edişlerine sebeb olan şeyi بَغْيًا diyerek açıkladı ve bununla onların inkârlarından maksadlarının ne olduğuna işaret etti. Nitekim maksadın ne olduğuna dikkat çekmek için, يٌعَادِى فُلَانٌ فُلَانًا حَسَدًا "Falan, falana hasedinden dolayı (hased maksadıyla) düşmanlık ediyor" denir. Eğer ayette, بَغْيًا (hased ederek) sözü olmasaydı onların, hasedleri sebebi ile değil de cehaletle inkâr ettiklerini de düşünebilirdik.
Bu ayet hasedin haram olduğuna delâlet eder. Hased pek çok sebepten olabileceğinden dolayı Hak teâlâ, onların bu hasedlerinin sebebinin ne olduğunu, اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ "Allah'ın kullarından dilediği kimseye fazlından indirmesine.." buyurarak açıklamıştır. Hâdise şöyledir; Onlar beklemekte oldukları bu büyük nübüvvet lûtfunun kendi kavimleri içinden birisine verileceğini sanmışlardı. Amma beklenen nübüvveti Araplarda görünce, bu durum onları kıskançlığa ve hasede sevketmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ Burada normal olarak zamir (kâfirler yerine onlar) kullanılabilirken, zahir isim gelerek لِلْكَافِر۪ينَ (kâfirler için) buyrulması onların küfürleri sebebiyle azaba uğradıklarına işaret içindir. Onlar için zelil edici, hor ve hakir kılıcı bir azab vardır. Çünkü onlar hasedleri yüzünden Allah'ın indirdiğini inkâr ediyorlardı. Hasedleri de Allah katından indirilen vahye idi. Oysa onlar diğer insanlardan üstün ve peygamberliğin kendilerine lâyık olduğuna inanıyorlardı. (Ebüssuûd)