وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. عَنَتِ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْوُجُوهُ fail olup lafzen merfûdur.
لِلْحَيِّ car mecruru عَنَتِ fiiline müteallıktır. الْقَيُّومِۜ kelimesi حَيِّ ’in sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً
خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً cümlesi وُجُوهُ ’ün hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و ” gelir. Nadiren “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
خَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası حَمَلَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ظُلْماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Boyun eğmek, itaat etmek anlamlarına gelen عنا fiili, yüzlere isnad edilmiştir. Bu mecazî bir isnaddır. Boyun eğen yüzler değil, yüzlerin sahipleridir. Ya da cüz kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır, diyebiliriz. Âşûr da aynı görüştedir.
عُنُوُّ الوجه ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, Kıyamet gününde yüzlerde görülen sararıp solma alametleri, telaş, hüzün ve umutsuzluk belirtileridir. Bu tabir, Arapların esire العاني (boyun büken) adını vermelerinden alınmıştır. Bir sözde geçen ألنِساءِ عَواَنيِ عِنْدَ أزْواجِهِنَّ ifadesi de bu mana ile ilgilidir ki “Kadınlar kocasının karşısında boyun büker (hizmete) konumdadırlar.” anlamına gelir. Yine هَذِهِ ألْمَرْءَةُ فييِ جِبالُ فلانً (Şu kadın falancanın ipinde bağlıdır) sözü de bu anlamdadır. Buna göre nasıl ki zavallı esir güçlü efendisinin elinde ona boyun eğerse aynı şekilde yüzler de Allah Teâlâ’nın korkusundan dolayı bükmüşlerdir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
الوُجُوهِ kelimesindeki tarifin umum için olması caizdir. (Âşûr)
لِلْحَيِّ için sıfat olan ٱلۡقَیُّومُۚ tetmim ıtnâbıdır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: ıtnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
ٱلۡقَیُّومُۚ kelimesi قَیٱم masdarından gelmiştir. Sürekli ve devamlı olan anlamındadır. Bir görüşe göre başkası ile değil, zatıyla kaim olan demektir. Bir görüşe göre bütün mahlukatının işlerini gören anlamındadır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t-Tefsîr)
ٱلۡقَیُّومُۚ : İnsanların işlerini idare eden, onları gözetip durandır. القَيِّمِ kelimesinin mübalağalı halidir. Yani işlerden hiç bir iş; onun idare, yönetim ve gözetiminin dışında değildir. (Âşûr)
العَناءُ, zillet demek olup aslı esarettir. العانِي ise esir demektir. Nasıl ki zillet hali esir kimsenin yüzünde bir tükenmişliğe ve boyun eğmeye sebep olur, işte burada bu anlamda aklî mecaz olarak العَناءُ kelimesi kullanılmıştır. Cümlenin tamamında ونَحْشُرُ المُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا (Ta-Ha Suresi, 102) ayetinde zikredilen günahkârların halleri canlandırılmıştır. الوُجُوهِ kelimesindeki elif lâm ise فَإنَّ الجَحِيمَ هي المَأْوى (Naziat Suresi, 39) ayetinde olduğu gibi, muzâfun ileyh yerine gelmiş olup “o kimselerin, onların yüzleri” anlamındadır. İtaat ehlinin yüzlerine gelince onların yüzleri gülmekte ve müjdelendikleri şey için sevinmektedir.
وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً
Ayetin son cümlesi خَابَ ’nin failinden haldir. Cümlenin istînâfiyye olması da caizdir. (Mahmud Sâfî)
Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Cümle قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
خَابَ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’nin sılası olan حَمَلَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
ظُلْماً kelimesindeki tenvin, tahkir, teksir ve kıllet içindir.